Kemal CAN
İktidar eleştirildiğinde, “bana mı dedin?” diye tepki veren, vermiş gibi gösterilmeye razı olan seçmenin tavrı demokrasiyle pek ilgili değil. Her seferinde, “size demedik” diye yatıştırılması gereken, sadece “siyasal tercihlere saygı” başlığında değerlendirilecek bir olaydan çok, ahlaki bir mesele gibi duruyor.
Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in polis eşliğinde emniyete götürülüp ifadelerinin alınması hâlâ tartışılıyor. Yargı uygulamalarının doğrudan Cumhurbaşkanı talimatlarıyla şekillenmeye başlanması tartışmanın en önemli başlığı. Elbette, sabahın köründe polis marifetiyle ifadeye götürülen ve adli kontrol uygulanan söz konusu insanların yaşları ve sanatçı kimlikleri dolayısıyla haklı olarak kazandıkları saygı da, olaya gösterilen tepkilerde karşılık buluyor. Baskının yaygınlaşması, giderek herkesi içine alacak bir cezalandırma ve hizaya sokma faaliyetine dönüşmesi de dikkat çekilen bir diğer nokta. Herkes meşrebince bir şeyler söylüyor veya, derin bir sessizliğin kuytusuna saklanıyor. Bir de olayın karşı tarafı var; daha olayın başından itibaren Gezen ve Akpınar için bir linç atağına kalkan, soruşturma başlatılıp ifadeler alındığında da, “oh olsun” havasında memnuniyet gösterileri yapan, gözdağı vermeye, üstünlük taslamaya çalışan medya ve sosyal medya çevreleri.
Daha önce de yazmıştım; sosyal medyadaki iktidar yanlısı hareketliliğin önemli bir kısmının organize, ücretli troll faaliyeti olduğunu düşünüyorum. Aslında iktidar yanlısı medyanın ve aynı çevrelerin kullandığı popüler figürlerin de benzer biçimde yönlendirildiği gözleniyor. Bu yüzden, çoğu meselede ortalığa yayılan görüşlerin, tepkilerin, eğilimlerin gerçek taban reflekslerini gösterdiğinden, sahici bir nabız verdiğinden kuşku duymak gerekir. Yani iktidarın devamı için oy kullanan yüzde ellinin Müjdat Gezen’den veya Metin Akpınar’dan medyada, sosyal medyada yazılanlar kadar nefret ettiğini düşünmek için bir neden yok. Fakat, bu organize ya da yönlendirilmiş kanaat saldırısı yine de bize önemli göstergeler sunuyor. Her şeyden önce, bu yönlendirme odaklarının nasıl düşünülmesini, düşünülmese bile bunun nasıl söylenmesini istediklerini görüyoruz. İkincisi, ilk hareketi oluşturan yapay yönlendirmenin “gerçek kişilerde” nasıl karşılıklar bulduğuna, bulabileceğine dair ipuçları yakalıyoruz. Ayrıca aktif olarak katılmasa bile, suskun desteğin kaynaklarını hissediyoruz.
Genel olarak bütün otoriteryan, faşizan eğilimlerin ortak karakteri, entelektüel-kültürel alana ve bu alanı temsil (domine) ettiğine inanılan figürlere karşı hasmane tutum takınmasıdır. Yüzyılın başındaki versiyonlarında da, şimdiki yeni popülist örneklerde de durum aynı. Elinde olanların hak ettiğinden az, elinde kalanların da sürekli tehdit altında olduğuna inanların, bir sistem sorgulamasına girmeden bunun sebebi olarak gösterilen düşmanlara yönlendirilebilmesi, en azından bunun gerekli olduğuna ikna edilmesi çok önemli bir ideolojik dayanak. Bu yüzden, hak ettiğinden fazlasını elinde tutan “kaymak tabaka”, kökü dışarıda ‘kültürel elitler” veya aşırı şımartılmış “ayrıcalıklı azınlıklar”, her tür zeminde, her imkan kullanılarak çoğunluğun hedefine yerleştirilir, hedefinde tutulmaya çalışılır. Kolay yönetilir bu dinamik, siyasal destek temini için zahmetsiz büyük bir imkan yaratırken, çoğunluğu temsil iddiasındaki otoriter yönetimler için kendisine yönelecek her türden eleştiriyi düşmanlaştırmaya tabanını ortak etmenin kanallarını açıyor.
Artık değil ayrıcalık sahibi olmak, mevcut haklarını bile korumakta zorlanan, bütün imkanlardan sürekli dışlanan ve ağır kuşatma şartlarında yaşayan insanlardan “kaymak tabaka” diye bahsedilmesi, doymak bilmez rövanşist saldırıları meşru kılacak bir zemin sağlıyor. Saraydaki şatafat veya yeni ya da hiç değişmeyen ekonomik elitler değil de, kültürel belirleyicilik veya hayat tarzı siyasi uzaklık ölçüsü olabiliyor. Oluşturulan baskı ortamı, kutuplaştırıcı siyaset ve “hesap görme“ faaliyetlerine temin edilen destek veya sessiz rıza için de bir özdeşlik alanı açılıyor. “Astılar, zehirlediler, yedirmeyiz” sloganıyla özetlenen “engellenmiş temsil” kumpasına ikna edilen amorf kimlik kalabalığı, düz çıkarlarına uymayan bir oy katılığını sürdürüyor. “Bunlar, siz seçtiğiniz için bana karşı” dendiğinde, oy desteğini oluşturan kalabalık “sen artık benim seçtiğim değilsin” aşamasına geçmedikçe, kutuplaştırma siyasetine özel bir itiraz oluşturmuyor, hatta bunu yanlış görse bile mesafe koyması pek mümkün olmuyor. İktidar çevresinin en “sağduyuluları” bile “tamam ama onlar da en azından saygı göstersin” sınırındaki bir tavırsızlıktan öteye gidemiyor.
Bu noktada ortaya çıkan paradoks makarnaya ya da kömüre bağlanan siyasi irade ile eğitim-kültür seviyesine bağlanan siyasi yeterlilik tartışmalarını amorf kimlik inşasına bağlıyor. Kendi eleştirisinden beslenen bir temsil gücüne yardım ediyor. “Sizi sevmedikleri için benden hoşlanmıyorlar ama ben (sizin) gücünüzü gösteriyorum” şeklinde özetlenebilecek gösteriler ve onlar etrafında kurulan siyasi manipülasyonlar sonuç doğurmaya devam ediyor. Bu güç gösterileri, ister “karakola çektirmek” şeklinde olsun, ister tropik meyveli pahalı davetlerdeki şatafatla yapılsın sonuç değişmiyor: Karşıtlarını işaret ederek sürekli beslenen kimlik özdeşliği, çok pay alınamasa da, çok ikna olunmasa da kurgulanmış bir tatmin yaratabiliyor. En azından itiraz edilemez bir ortaklık alanı oluşuyor. İşte bu yüzden, en tepeden verilen işaretle başlanan “had bildirme”, “bedel ödetme” hamlelerinden sonra, örgütlü kanaat üretimindeki nefret dozu çok yükseltiliyor. Bu doz artışının, genel korku havasını artırmak, muhalefeti sindirmek, çaresizliği yaymak gibi amaçları açık ama kendi tabanına dönük bir tarafı olduğu da ortada.
Seçilmişin, seçildiği için (yeniden seçilmeyene kadar) bütün yanlışlarına saygı gösterilmesi gerektiği nasıl savunulamazsa, yanlışları üreten ve sürdüren seçmenlerin de eleştirilemez olduğu veya “milli irade” diye kabullenilmek zorunda olduğu iddia edilemez. İktidar eleştirildiğinde, “bana mı dedin?” diye tepki veren, vermiş gibi gösterilmeye razı olan seçmenin tavrı demokrasiyle pek ilgili değil. Her seferinde, “size demedik” diye yatıştırılması gereken, sadece “siyasal tercihlere saygı” başlığında değerlendirilecek bir olaydan çok, ahlaki bir mesele gibi duruyor. İktidar seçmeni eleştirilerle ilgili gösterdiği alınganlığı, yapılanlarla ilgili bir siyasi sorumluluk olarak taşımaya yanaşmıyor. Oysa, Metin Akpınar’ı karakola çektirerek kendi makamına veya kendi tercihine saygı üretileceğine inanmak arasında fazla bir mesafe yok. Ya da bütün bu örgütlü faaliyetlerin, ücretli trollerin yarattığı atmosfer bu mesafenin asla oluşmaması için işletiliyor.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025