Kemal CAN
Duyarlılık, farkındalık, empati, sempati, nefret, intikam, merhamet, nedamet, yakınlık, affetmek, hürmet, sevmek, sevmemek, yatkınlık, mesafe, suçluluk. Liste daha da uzatılabilir. Bunların hemen hepsi son derece kişisel duygu halleri. İnsanların moral dünyalarında, kültürel ve ahlaki, bazen siyasi referanslarıyla yoğurduğu ve –nedenleri sorgulansa bile- çoğunlukla hesabı sorulamayacak hissetme biçimleri. Birini sevip sevmemek, bir şeyden pek hoşlanmamak, bir duruma çok kızmak, özel duyarlılıklar veya umursamazlıklar belki kınanabilir ama kimse şöyle ya da böyle hissetmeye zorlanamaz. Fakat bütün bu duygu halleri, insanı dünya ve diğer her şeyle bağlayan, onlarla ilişkiyi belirleyen/biçimleyen temel motivasyonu oluşturuyor. Bu yüzden de duyguların aşırı kişiselliği, onları bağlayıcı bir toplumsal sonuçtan uzakta tutamıyor. Bilimsel, rasyonel gerekçeler bulunsa bile siyasal davranış ve tepkiler, duygu dünyasından geçerek son şeklini alıyor. Her düzeydeki ilişki, insanların birbiriyle, dünyayla ve durumlarla teması, duygu adaptörleriyle kuruluyor. Bazen de duygusal hezeyanlar rasyonel gerekçeler imal edilerek siyasileşiyor.
Teorik olarak –aslında pratikte de- insanların ne düşündüklerini, ne hissedeceklerini –etkilemek, dikte etmek, sınırlamak, hatta cezalandırmak belki mümkün – belirlemek imkansız. Ancak her düzeydeki bütün iktidarlar ve onlara kaynak sağlayan tüm ideolojik iddialar, asıl olarak duygu-düşünce dünyalarını yönetmek istiyor. Çeşitli nedenlerle ortaya çıkan, çıkması gereken –kanın (soyun) gerektirdiği, inancın zorladığı, coğrafyanın sağladığı- mecburi (doğal) hislerden bahsediyorlar. Öyle hissedilmeyince mutlaka bir eksiklik, bozukluk olduğunu anlatıyorlar. Düşünülenin, hissedilenin kişiselliği ve özgürlüğü de, iddia edildiği gibi başkasının sınırına temas ettiğinde değil, aslında bu mecburiyet çizgilerini geçtiğinde sorun oluyor. İnsanın karmaşık duygu dünyası aynı karmaşıklıktaki toplumsal alanla çakıştığında, ortaya çıkan kanlı gerilimi yatıştırabilmek için bulunmuş formül evrensel hukuk ve insan hakları. Birbirini boğazlamadan yaşayabilmenin bu temel kurallarını oluşturmanın zemini de açık siyasal alan. Fakat insanlar, normlar ve özellikle de kuralların durumlara uyarlanması hakkında duygu diliyle konuşmaktan vazgeçemiyor. Duygu mecburiyeti dayatanlar da bu dili seviyor, teşvik ediyor. Siyasi iktidar –en azından algısı-ile birlikte yaygın politik tepki biçimi de şahsileşiyor. Ne hissedildiği – bazen hissedildiği iddia edilen açıkça yalan olsa da- her şeyden önemli oluyor.
Hafta başında Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliye edilmesinden sonra, pek çok konuda olduğu gibi yine “duygu siyaseti” öne çıktı. Ortaya çıkan hukuki veya siyasi durum, yine “sevindim-üzüldüm” parantezine sıkıştı. Sevinmenin veya üzülmenin politik bir pozisyon olarak sunulduğunu, duygu mecburiyetlerinden siyasi rasyonel imal edildiğini izledik. Ne hukuki olan kısmı ne de bunun siyasi karşılığı, duygusal filtrelerden geçmeden, sıfatlarla yüklenmeden konuşuldu. Vicdanını rahatlatmak veya içinin asla soğumaması dışında bir yoruma alan kalmadı. İnsanlar hissettiklerini bir politik zorunluluk olarak dayattılar veya politik pozisyonlar hissetme mecburiyetine çevrildi. Hayli geniş bir parantez açılarak, yaptıkları yüzünden bu insanların hak ettiklerinden bahsedenler genel hukuki normları önemsizleştirdiler. Meseleyi fazlasıyla şekli okumaya çalışanlar ise vicdani normları göz ardı etmeye çalıştılar. Söz konusu insanların kim olduklarıyla, kimliksiz olan haklar birbirine karıştı.
Ahmet Altan ve Nazlı Ilıcak’ın tahliyesine tepkinin en büyük gerekçesi, Ergenekon ve Balyoz davalarındaki tutumlarıyla neden oldukları acılar. Fakat söz konusu insanlar bu davalardaki tutumları veya bu acılara katkıları nedeniyle yargılanmadılar. “Fark etmez” demek bir hissiyatı tarif eder belki ama adil ve savunulabilir bir hukuku değil. Bir başka tepki nedeni, bu kişilerin yaptıklarının gazetecilik olmadığı görüşü. Fakat tıpkı daha önce Altan’ın başında olduğu Taraf Gazetesi’nin attığı “gazetecilikten tutuklanmadılar” manşetinde olduğu gibi bu iddia, yapılan bir yanlışın değil olasılığın yargılanmasının önünü açıyor. Açılan bu kapıdan da, “bombadan daha tehlikeli kitaplar”, “ayaklanma başlatan tiyatro oyunları” giriyor. Tahliye edilen isimlerin kumpaslar kuran, darbe girişimine kalkışan yapıyla ilişkileri hakkındaki kanaatler de tahliyelere tepkilere neden oldu. Hatta iktidara sonradan yakınlaşmış çevrelerin de dahil olduğu “mücadele tavsıyor” tartışmaları yaşandı. Son yıllarda çok duymaya başladığımız “iltisak” kavramını genişletmenin, kanaatin delil yerine geçmesi gibi bir sonuç doğurduğunu, bunun da pek hayırlı olmadığını hiç unutmamak gerekir. Diğer taraftan bakınca da, kullanması gereken haklar konusunda kim oldukları önemli olmayan insanların, yaptıkları açısından kimliksiz sayılamayacakları da bir gerçek.
Hukuki –belki siyasi- bir sürecin, ortaya çıkan yeni bir durumun, insanların duygu haliyle politikleştirilmesinin tek örneği Ilıcak ve Altan’ın tahliyesi değil. Son yıllarda siyasi meselelerin hemen hepsinde bir duygusal bagajın devreye sokulduğunu, buna artan bir hevesle katılanların arttığını görüyoruz. Ucu savaşa açılan bir dış politika hamlesinde, herhangi bir tarihi yüzleşme girişiminde hemen duygu siyaseti karşımıza çıkıyor. Sıfatlarla bezeli büyük laflarla hissetme mecburiyetleri ilan ediliyor. Öyle hissetmeyenin düşman, en azından eksik olduğu anlatılıyor. Başka türlü hisseden veya farklı bir duygu mecburiyeti kurmaya çalışanlar “duyar kasma” suçlamasıyla karşılaşıyor. Hatta bir şey hissetmeden soğukkanlı bakmayı deneyenler küçümseniyor. Örneğin Suriye’ye asker göndermek, askerlerin yeterince sevilip sevilmediği üzerinden tartışılabiliyor. Milliyetçi eğitim doktrinasyonunu veya (AP’de) kayyım eleştirisini hakaret gibi algılayanlar çıkıyor. Bütün çocuklara Talat ismini koymanın siyasi bir tepki olabileceğini akıl edenler oluyor. Seçim stratejileri üzerine yapılan sert siyasi tartışmalar, vefa, küsme gibi duygusal argümanlara yaslanabiliyor. Tamam insan pek duygusal bir varlık, aşırı rasyonellik de hayırlı bir şey değil ama sevgi-nefret parantezi de açık siyaset yapmak ve adil bir dünya kurmak için fazla dar.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025