Kemal CAN
Süreklileşmiş ve kanıksanmış haksızlıkların arkasında, hedefindeki insanlara yönelen şiddetli saldırılar kadar onların zayıflıklarını yüze vuran, yalnızlıklarını büyüten, yan yana durmalarını zorlaştıran tuzakların da payı var. Gündelik tacizlerden devletin topyekun şiddetine kadar geniş bir alanda, mağdur olanların “neden ben” diye sorması ya da onlar hakkında “neden o” diye düşünülmesi isteniyor. Tacize uğrayan kadınlara –üstelik hakimler tarafından- “ne giymiştin” diye sorulması bu yüzden. Kadınların bir tacize uğramamak için mecbur olduklarını düşündükleri daimi otokontrol, baskının başka hiçbir araçla sağlanamayacak kadar içselleştirilmesini, sürekliliğini sağlıyor. Nedenselliği failden kopartıp mağdura yüklemek, taşıttırmak, böylece suça meşruiyet kazandırmak veya saklanacak delik vermek böyle oluyor.
Kamusal otoritenin, devletlerin hak ihlallerinde de, mağdurları yalnızlaştırmak için benzer bir yola başvuruluyor. Her türlü organize saldırı veya baskı karşısında, “neden ben” veya “niçin o” soruları aynı etkiyi yaratıyor. Bütün dünyadaki örgütlü kamusal şiddetin, hak ihlallerinin çok müracaat edilen bahanelerinden olan “münferitlik” iddiası, sadece savunma amaçlı olarak kullanılmıyor. Sistematik hale getirilmiş durumların tekil örnekler gibi tarif edilmesi, sadece baskı ve şiddetinin failini korumak için değil, yaygın şiddet ve hukuksuzluğun mağdurlarını yalıtmak ve ayrıştırmak için de hizmet veriyor. Dikkatleri failin üzerinden çekmesi yetmiyormuş gibi bazen mağdurun kendisini, bazen mağdurların birbirlerini, bazen de seyircilerin herkesi ayrı yerlerde görmesine yarıyor.
İktidar sahiplerinin baskı ortamını genişletmek, direnme imkanlarını zayıflatmak için kullandığı yöntemlerden bir diğeri de, sembol davaların –ve mağduriyet havuzlarının- herkesin içine atılacağı geniş bir torbalara çevrilmesi. Bazen iddialar, bazen dahil edilen insanlar açısından saçmalık seviyesinde tutarsız, anlamsız, akıl dışı zorlamalarla kafa karıştırıcı bir yığın yaratılıyor. Bütün hesaplaşmaların tek kalemde halline veya bir taşla sayısız kuş indirme hesabına hizmet edecek gibi bir görüntü oluşuyor. İlk bakışta çok saçma gelen hatta amaca hizmet etmeyecek bir sulandırma gibi duran bu durum, yalıtmanın bir başka cephesi aslında. Çoğu –hesap görme anlamında- sonuçsuz kalmış sembol davalarda, davanın içindeki her aktörün veya durumun, ilişkilendirilmesindeki saçmalığı, davanın ilerleyen aşamalarında yaşanan ayrıştırılmalarda da izliyoruz. Davalar –ve her türlü mağduriyet alanı- münferit görülsün, davaya dahil olan her kesim de kendi durumunu –veya yanındakinin durumunu- münferit kabul etsin isteniyor.
Kimi zaman iddialara (suçlamalara) yüklenen ağırlıklar değiştirilerek, kimi zaman sürece yapılan müdahalelerle kışkırtılan “gerçek hedef” tartışmaları, bir ayrıştırma aracına dönüşüveriyor. Dış çemberlere doğru gidildikçe -kerameti kendinden menkul- taraftar grupları peydahlanıyor. Bu ayrışmayı manipüle etmeye kalkanların heves ve hayallerini bile zorlayan pratikler ortaya çıkıyor. Aynı torbaya atılarak aynılaştırılmaya itiraz etmek ile ayrıştırma için yapılan kışkırtmaların üstüne atlamak kolayca birbirine karışabiliyor. Çoğu “hariçten gazel” olan bu performanslar, ortaya atılan mesnetsiz suçlamaların dolaylı biçimde yeniden üretildiği yorumlara kadar ilerletiliyor. Pek çok durumda açılan münferitlik çukurlarına hevesle veya kazayla düşenler hiç az olmuyor.
Bu kadar uzun bir girizgah yapmamın neden, giderek sıkışan iktidarın savunma stratejisinde ve özellikle de muhalefete karşı yöntemlerinde ciddi değişim işaretlerinin belirginleşmesi. Uzunca bir süredir iktidarın bütün siyasi önceliğinin kendisini savunmak olduğunu söylüyorum. Bunun için devletin bütün kurumsal kapasitesini hatta kendi siyasi aygıtını (AKP) bile feda etmeyi göze aldığı da anlaşılıyor. Bütün kurumsal alanları kendisine tabi hale getirmekten, onları tamamen işlevsiz kılmaya doğru bir gidiş göze çarpıyor. Yargı, diplomasi ve güvenlik bürokrasisinde ve kurumlarında bu durumu izlemek mümkün. Gezi Davası dolayısıyla yaşananlar, her boyutuyla İdlib krizi veya ekonomideki gelişmeler, “gayri ciddiliğin” ve bunun ciddi sonuçlarının giderek yayılacağını gösteriyor. İktidarın savunma stratejisinin gayri ciddi ve gayri nizami bir hal almasına koşut olarak, muhalefete muamele biçimi de değişiyor.
Kutuplaştırma, blok siyaseti veya popülist otoriterlik gibi hangi isimle tarif edilirse edilsin, iktidarın şimdiye kadar yürüttüğü siyasi savunma, karşısındakileri tek blok halinde etiketlemeye dayanıyordu. Böylece, kendisini koruyacak konsolidasyonu daha kolay sağlıyordu. “Ben tek, siz hepiniz” duruşu, hem kendi gücünü abartmak hem de muhalefeti küçümsemek için çok elverişliydi. Beka davası ve yerli-milli söylemi de “ötekilerin” blok görüntüsüyle daha etkili duruyordu. Bazen muhalefet içindeki ayrılıkları kaşıyan, onların birlikte durmasını zorlaştıran hamleler yapılsa da aynı torbada gösterilmeleri daha fonksiyoneldi. Parçalama kozu ise yedekte bekletilmeye daha uygundu. Ancak bu durumun avantajları hızla azaldı: İktidar konsolidasyonun artık sanıldığı kadar sağlam olmadığı anlaşıldı. Muhalefete blok saldırıların asıl olarak karşıda konsolidasyon yarattığı görüldü. Kriz ve sıkışma başlıkları, herkese aynı cevabın verilebilmesini imkansızlaştırdı.
Sadece İdlib sorununda ortaya çıkan savrulmalar bile istikrarlı sistem inşası çabasının yerini irrasyonel alana saklanan yüksek bir pragmatizme bıraktığını anlamaya yeter. Ekonomiden dış politikaya, yargıdan siyasete kadar her zeminde benzer işaretler mevcut. Bunun yaratacağı otorite boşluğu da gayri ciddilik, keyfilik ve belirsizlikle doldurulacak gibi duruyor. Hemen her alandaki siyasi tutarlılık terk edilince, muhalefet karşısındaki tutumun da çeşitlendirilerek buna intibakı gerekiyor. Kayyum hamlesiyle başlayan, İYİ Parti için özel stratejiler geliştirmesiyle devam eden, darbe tartışmalarıyla sertleşen siyasi tansiyonda yeni tutumun işaretlerini görüyoruz. İş Bankası hisseleri çıkışı, doğrudan Kılıçdaroğlu’nun özel bir hedef haline getirilmesi, her düzeyde sinir uçlarıyla fazlasıyla oynanmaya başlanması da listeye eklenebilir. Daha önce tek çuvalın içinde olmaları daha yararlı görülen muhalefet, şimdi torbadan ayrı ayrı çıkartılarak münferitleştirilmek isteniyor.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025