Kemal CAN
İdlib’de yaşananlar, sarsıcı kayıplar ve bu sürecin içindeki bütün gelişmeler, her biri birbirinden trajik ihtimalleri açık tutuyor. Bugün içinde bulunulan tablonun, bu ihtimallerden hangisinin gerçekleşeceğinden bağımsız olarak, bir seri yeni gelişmeyi başlatacağını veya hızlandıracağını da görmek lazım. Olayın askeri, diplomatik, stratejik sonuçları ve tamamen yeni bir süreç olarak tetikleyecekleri hakkında konunun uzmanları tartışılıyor. Meselenin siyasi cephesinin de -son yıllarda çok sık kullanılmasına rağmen hâlâ geçerliliğini fazlasıyla koruyan- “artık hiçbir şeyin aynı olmayacağı” bir zemine oturduğu açık. İdlib’de yaşananlar ve bu gelişmenin siyasi sonuçları hakkında pek çok şey söylenebilir elbette. En belirgin olanlarından biri, uzunca bir süredir dış politika gerilimlerini iç politikada -kimilerine göre başarılı, kimilerine göre aşırı- kullanan, siyasi kaldıraç olarak değerlendiren iktidarın, elverişli bu enstrümanı yine kendi eliyle imha etmiş olduğudur. Bunun en kuvvetli göstergesi, şehitler tepesinin dolmasına rağmen sorumluluk (sahiplik) kürsüsünün boşaltılmış olması. Bu konuları gerekçe yaparak tabanını arkasında toplanmaya çağıran siyasi irade, talep ettiği konsolidasyonu oluşturacakların önüne çıkmaktan imtina ediyor. 33 askerin kaybı sırasında halkın karşısına valiyi çıkartmak kimseyi sorumluluktan kurtarmaya yetmez ama meselenin sahibi havasından fena halde düşürür. Hamasetin sürdürülebilmesi veya “göbeğimizi kendimiz keseriz” söyleminin inandırıcılığı, bu iddiaları her zeminde sahiplenecek aktörlerle mümkün.
Ülkenin beka davası olarak sunulan bir meselede büyük infial yaratacak gelişmenin ardından iktidarın reaksiyonunun dengesizliği, sadece bir iletişim hatası olarak yorumlanmayacak kadar ciddi. Ağır bir kriz halinde derinleşen, ülkeyle birlikte iktidarın kendisini de tüketen siyasi kapasite sorununu apaçık gösteren bir tablo bu. Öncelikle, iktidarın dış politika gerilimlerini ve savaş rüzgarlarını kendisi için avantajlı biçimde kullanabildiği ezberinin artık geçerli olmadığını net biçimde söylemek gerek. İktidarın İdlib krizinin tırmandığı son birkaç haftada ama özellikle son olayın etrafındaki 24 saatteki performansı, beceriksizlik ve şaşkınlık gibi uygulamaya dair kavramlarla açıklanmaya müsait değil. Tam tersine bu tür gerilimleri kullanabilmeye fazla hazırlıklı olduğuna inanılan iktidarın, kontrolü tamamen kaybetmesi, meselenin yapısal bir sorun olarak kronikleştiğini gösteriyor. Kayıplarla ilgili doğrulamayı –alıştırarak da olsa- yapmadan, “karşı tarafa verdirilen zarar” haberlerini servis etmek, sosyal medya ve internet erişimini sınırlamaya kalkmak vahim uygulama zaafları olarak işaret edilebilir. Ancak her türlü gerilimi otoriter konsolidasyonun aracı olarak kullanan veya kullanma niyetinde olduğuna kuvvetle inanılan siyasi aktörlerin, meselenin sahibi olduklarını gösterecek kürsüleri dolduramaması, boş bırakmak zorunda kalması daha derin bir siyasi krizi ve ileride ödenmesi kaçınılmaz siyasi bedelleri gösteriyor. Sorumluluktan kaçılarak uzaklaştırılmak istenen bedel, tam da bu kaçış fazla çıplak yaşandığı için gelip üste yapışır.
Yaşananları cesurca sahiplenip halkın karşısına çıkmayan; kayıpları valiye, cevap hamlelerini parti sözcüsüne açıklatan; iletişim engelleme ve manipülasyon çabalarının en kötü örneklerini veren; herkes yaşanan kayıplara odaklanmışken “verilen misliyle karşılıklarla” avuntu üretmeye çalışan; daha ilk anda “mültecileri salma” çaresizliği ile durabildiği yegane meşru-ahlaki zemini çok erken elden çıkartan bir siyaset tarzı, bu tablonun yaratacağı siyasi bedelden -şimdiye kadar becerebildiği gibi- kaçamaz. Ancak bu tablodan iktidarın hâlâ fayda veya fırsat çıkarabileceğinden kuşkulanmak, aksine bu durumu sorgulamanın siyasi bir risk getireceğine inanmak da saflıktan daha ağır ifadeleri hak ediyor. Girilen riskin gerekçeleri konusunda ikna edici olamadan, bunun zahmetine bile girmeden sadece sarsıcı kayıpların yarattığı tepkiden (öfkeden) siyasi destek devşirmeye niyet etmiş veya elinde bundan fazlası kalmamış bir iktidarla karşı karşıyayız. Ancak bunun karşısında “sorumluluk ve ilerideki başka zararlar konusunda eleştiri hakkını rezervde tutarak” devleti yönetenleri şimdilik desteklemek gerektiğini söylemeye devam edenlere de tanık olunuyor. Bu yaklaşım, kendi kurduğu cümleyi yüksek sesle bir kez tekrar etse bile seri mantıksızlığı gayet berrak biçimde görebilir. Yanlıştan doğan sorunun halli için, birinci dereceden sorumlu olan çizgide hizalanma gereğini anlatmak, “İdlib’de ne işimiz olduğunu” izah etmekten daha zor aslında. Askerin moralini bozma argümanı açısından da, can güvenliklerini önemsiz bir detaya çeviren tutumdan askerin moral bulduğunu düşünmek için bir neden yok.
İdlib krizinin ne yöne gideceği, yakın vadede oluşacak “çözümlerin” ne kadar kalıcılığıyla ilgili belirsizlikler devam ediyor. Kendi çıkış stratejisini kurmayı beceremeyeceği anlaşılan Türkiye’ye, uygun ve kabul edilebilir çıkış kapısı gösteren olacak mı? Üzerine yürünen duvarlara çarpmanın yaratacağı hasar ne büyüklükte? Bütün bu soruların cevapları için biraz erken. Ancak süreç nasıl ilerlerse ilerlesin, iç ve dış politikadaki siyasi sonuçlar açısından yeni durumlardan ve yeni başlıklarla tazelenen bir süreklilikten bahsetmek zorundayız. Ekonomik kriz konusunda muhatap olmaktan kaçan, sorunla boğuşan tabanını bu krizde yalnız bırakan bir iktidar performansı izledik. Yerel seçim sürecinde açık hataları ve artık işlemez olan stratejisiyle ürettiği yenilginin sorumluluğunu almayarak onu bir hezimete çevirdiğini de gördük. Şimdi de çok avantajlı gibi durduğu, defalarca kullandığı dış politik gerilimlerinde de iktidarın ciddi biçimde zemin kaybettiğinin tanığı oluyoruz. Üstelik bunlar iktidarın siyasi kapasitesini yükselten çok kritik başlıklar. Yoksullukla temas ve temsil ilişkisi, ekonomik kriz tavrıyla ciddi hasar aldı. Gücünün asli kaynağı olarak gösterilen sandık, seçim yenileme, kayyım ve yetki gaspıyla imha edilmeye devam ediyor. Ekonomiden yargıya, diplomasiden güvenliğe kadar her alanda kendisini de koruyabilecek kurumsal kapasite tahrip ediliyor. Son olarak İdlib krizindeki görünüm de, kullanışlı görünen hamaset enstrümanını fazlasıyla zayıflatmış durumda. Sorumluluk almayarak ödenecek bedelden kaçmaya çalışmak, bu zeminleri kullanarak destek (rıza) devşirmenin yollarını da tıkıyor.
Yazarlar
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025