Ahmet ALTAN
İnsanlar çoğalıyor.
Belki de en iyi biçimde yaptıkları iş bu.
Milyonlarca yıldan beri sürekli çoğalıyoruz.
Üstünde doğduğumuz, uzayın bu en minik gezegenlerinden biri olan Dünya’ya gün gelecek sığmayacağız herhalde.
Gezegenimizin önemsizliğiyle tezat bir şekilde kendimizi önemseyen bir türüz, gezegenimiz bizim için uzayın merkezi, her birimiz de bu gezegenin merkeziyiz.
Şimdi yedi milyar merkez olduk.
Bir “merkez” olduğumuzu, önemimizi kanıtlamak için hep başkalarından farklı olmak isteriz.
Bazılarımız farklılığımızı tek başına yaptığı işlerle ortaya koymaya çalışır, bazılarımız ise bu “farklılığı” bir gruba, bir ırka, bir dine, bir mezhebe dâhil olarak, dâhil olduğu grubun diğer bütün gruplardan daha iyi olduğuna inanarak kendine kanıtlamaya uğraşır.
Bu farklı olma isteği belki de insanoğlunun değişim ve ilerleme motoru.
Bu motorun yakıtı da bencilliğimiz, kendimize hak gördüğümüzü başkasına hak görmememiz, çifte standardımız, eşitlikten hoşlanmayışımız.
Tarih, diğerlerini yok sayan, daha da beteri diğerlerini “yok eden” grupların, toplulukların, ırkların, dinlerin, milletlerin hikâyesi.
Hayata, bu tarihin “öneminin” içine gömülerek bakarsanız her şey size anlamlı gözükür, biraz geriye çekilerek bakarsanız her şey size saçma gözükür.
Sanırım, hayatı anlamlandırma, biraz da hayata bakış “mesafesiyle” ilgili.
Geriye çekilip baktığınızda, evrenin en önemsiz gezegenlerinden birindeki bu “önemlilik” yarışı size komik gelecektir.
Niye birileri birilerinden daha önemli olsun, kendi başına bir ışığı bile olmayan, aydınlanmak için Güneş gibi bir yıldızın ışığına muhtaç durumdaki bu gezegenin üstünde.
Ama bu manasız inanış olmasaydı belki de yeryüzünde hiçbir şey olmazdı, insanlar ne savaşır, ne teknolojik buluşlar gerçekleştirir, ne kitap yazarlardı.
İlerleyebilmek, gelişebilmek için, geliştikçe anlamsız bulacağımız bir kusura sahip olma mecburiyeti, insan türünün herhalde en zavallı çıkmazlarından biri.
Bu “kusur” ilerlememizi sağlıyor ama “mutlu” olmamızı sağlamıyor.
Yeryüzü, yoksul ve aç insanlarla dolu.
Başka bir acıklı komedi ise aslında yeryüzünde herkese yetecek kadar yiyecek olması.
Zengin ülkeler, yoksul ülkeleri doyurabilecek kadar çok yiyeceği çöpe atıyorlar.
Binlerce kilometre öteden birbirimizi görerek konuşabiliyoruz ama eldeki yeterli yiyeceği herkese dağıtmayı beceremiyoruz.
Hepimize yetecek kadar yiyeceğimiz ve suyumuz olduğu halde birçoğumuz o yiyeceğe ve suya ulaşamayarak ölüyor.
Bir ucumuz ışıklar içinde koşarken, bir ucumuz karanlıklar içinde mefluç vaziyette sürünüyor.
Bu saçmalık bizim kendimizi “önemli” görmemize engel değil tabii.
Ama “koşanlar”, “felçlilerin” olduğu bir dünyada o kadar hızlı koşamayacaklarını fark etmeye başladılar.
Neticede hepimiz, aynı küçük ve önemsiz gezegenin üstünde yaşıyoruz.
Kimsenin “henüz” ayrılıp başka bir yere gitme lüksü yok.
Belki de bu yüzden yavaş yavaş herkes “başkalarını” da fark etmeye başladı, “önemliliğin” tarifi belki de bu yüzden ucundan kenarından değişiyor, şimdi diğerlerinden zengin, başarılı, ışıklı olmak değil, “diğerlerini” de aynı çizgiye çekmek, birleşmek, bütünleşmek ve bunu başaracak adımlar atmak birinin “önemini” gösteren bir iş oluyor.
Eskiden birbirinden mümkün olan en hızlı biçimde “kopmaya” çalışanlar şimdi “bütünleşmeye” çalışıyorlar.
Gezegenimizin evrenin merkezi, her birimimizin de bu gezegenin merkezi olmasından taviz vermiyoruz ama “önemli” olmak için içine girdiğimiz grubun tarifi ve sınırları değişiyor, içinde yaşadığımız “eski” grubun kimliğinden ağır ağır sıyrılıp, “dünyalı” gibi yeni ve daha kapsayıcı ortak bir kimlik edinmeye doğru yol alıyoruz.
Bu, o kadar da kolay değil.
Bütün tarihimiz sürekli ayrılmak, parçalanmak, “diğerlerinden” farklılaşmak macerası iken şimdi binlerce yıllık tarihin içimizde bıraktığı tortulardan temizlenip, “diğerleriyle” birleşeceğimiz yeni bir tarihi başlatmak öyle hemen olmuyor.
Ama en azından “farkında” olma aşamasındayız, Paris’teki evinde otururken Van’daki depremi, İstanbul’daki evinde otururken Somali’deki açlığı, Norveç’teki evinde otururken Darfur’daki katliamı görebiliyorsun, “başkaları” adına korkmayı, üzülmeyi, telaşlanmayı öğreniyorsun, bunları öğrendikçe de başkaları “başkaları” olmaktan çıkıyor usul usul.
Ama usul usul...
Zaten onun için yedi milyarıncı bebek doğarken, altı milyarıncı bebek hâlâ açlıktan ölüyor.
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları









































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
26.05.2020
21.01.2020
6.02.2019
28.11.2019
23.11.2019
11.11.2019
21.03.2020
25.09.2018
19.09.2018
26.08.2018