Ali Türer

Ali Türer
Ali Türer
Tüm Yazıları
M.K.Atatürk'ün eğitim ile ilgili düşünceleri
13.11.2012
5286

 M.K. Atatürk’ün döneminin eğitim yaşantılarına yönelik temel bir takım saptamalardan hareket ettiğini görüyoruz. Atatürk’ün saptamaları şöyledir:

ü  Toplumumuzda yaygın bir bilgisizlik vardır.

ü  Eğitimimiz milli değildir. 

ü  İstikrarlı bir eğitim politikamız yoktur.

ü  Eğitim öğretim yöntemlerimiz ezberciliğe dayanmakta, yaratıcılığı engellemektedir.

ü  Eğitim sistemimiz kendini ve hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgiyle yetinen tüketici insan yetiştirmektedir. (Aytaç,1983: 15)  

Atatürk esas olarak devleti ayakta tutma, bir millet yaratma çabası içindedir. Devletin, ülkeyi savunacak, içerde ve dışarıda “millet işlerini” görecek, herhangi sanat ve meslekte zamanın gelişmelerini takip edecek vatandaşlara ihtiyacı vardır. (İnan, 1971: 62)

Bu nedenle eğitimimiz “eski devrin boş inançlarından ve doğal özelliklerimizle hiç ilgisi olmayan yabancı fikirlerden, doğudan Batı’dan gelebilecek bütün etkilerden tamamen uzak” ve milli olmalıdır. Her türlü “yabancı unsurla” şiddetle ve fedakârca mücadele edilmelidir. “Milli dehamızın tam olarak gelişmesi” ancak böyle bir eğitim ve kültür ile gerçekleşebilir. Aksi takdirde şimdiye kadar takip olunan “yabancı kültürlerin yıkıcı sonuçları” tekrar ortaya çıkacaktır. “Kültür (haraseti fikriye) zeminle mütenasiptir. O zemin milletin seciyesidir.” (Atatürk, Samsun -1924)

Fakat diğer yandan Atatürk çocuklarımıza vereceğimiz eğitimin “Sosyal hayatımızın ihtiyaçlarına”, “Modernleşmenin gereklerine” de uygun düşmesini ister. “ilim ve fen nerede ise oradan almak” gerekir. “Dünya ile alakasız yaşayamayız.” “Hiç bir mantıklı delile dayanmayan, bir takım ananelerin, akidelerin korunmasında ısrar eden milletlerin gelişmesi” mümkün olmayacaktır. Öyleyse “Maddiyat için, maneviyat için, hayat için muvaffakiyet için en hakiki mürşit ilimdir, fendir; ilim ve fennin haricinde mürşit aramak gaflettir, delalettir” (Atatürk, Maarif Kongresi,1921; Atatürk, Samsun -1924)

Görüldüğü gibi Tanzimat ile birlikte İslamcılık/Batıcılık biçimde ortaya çıkan, Meşrutiyet ile birlikte Milliyetçilik/Batıcılık (Ziya Gökalp’ta Milliyetleşme/Uygarlaşma) biçimde tanık olduğumuz ikilik Atatürk’ün düşüncesinde de eklektik biçimde devam etmektedir. Bu bir yönü ile de Pozitivist düşünceyle ilgilidir. Gerçekte ise ilim ve fen’i nerede ise oradan alırken; daha açık anlatımla Batı’nın hukuku, teknik yaratışları, örgütsel yapıları alınırken aynı zamanda “Batı’dan gelebilecek bütün olumsuz etkilerden” nasıl uzak kalınabileceğini açıklamak kolay değildir.

Atatürk’ün Emrullah Efendi’nin okul reformu anlayışına, Milli eğitim bakanlığı sırasında Meşrutiyet yıllarında çıkardığı Tedrisat’ı İptidaiye Kanunu’nda ortaya konan düşüncelere, yani geleneğe de sahip çıktığını görüyoruz. Her şeyden önce ülkede “cehaletin yok edilmesi” lazımdır. Atatürk bir taraftan cehaleti yok etmeye çalışırken diğer taraftan sosyal yaşamda etkili ve verimli olacak uzuvlar da yetiştirmek istemektedir.  Ancak bu sayede sosyal heyetlere, iş adamlarına ve sanatkârlara sahip olunabileceğini düşünür. (Atatürk,1922;Meclisi açış konuşması)

“Bu memleketin gerçek sahibi ve sosyal heyetimizin esas unsuru”, “bu güne kadar eğitimin nurundan mahrum bırakılmış” olan köylüdür. Cehaleti yok ederken bir yandan da köylüye sosyal ve ekonomik yaşamda etkili ve verimli olabilmesi için gerekli olan ilk bilgileri de işe dayalı olarak vermek gerekir. Bu açılacak ilkokulların, kurulacak yatılı bölge okullarının görevi olmalıdır. (Atatürk,1922;Meclisi açış konuşması; Atatürk,1922 Bursa)

“Memlekette eğitim birliğinin” olabilmesi, “orta öğretimin iyi araçlarla donatılması”, “meslek öğretiminin ilk ve orta dereceden en yüksek dereceye kadar memlekette temini”, yüksek öğretimin hem nicelik hem de nitelikçe “bu yüzyılın ihtiyaçlarına cevap vermesi” için “ilk tahsilin fiilen genel ve zorunlu olması” gerekir. (Atatürk,1922-1923;Meclisi açış konuşmaları)

Öte yandan kültürümüzü (harsımızı) layık olduğu yere yükseltecek meslek erbabını da yetiştirmek gerekmektedir. Bu yüksek okulların (intihai tahsilin) görevidir. “İptidai ve intihai iki tahsil arasında” oluşacak “Orta tahsilin amacı ise memleketin muhtaç olduğu hizmet ve sanat erbabını yetiştirmek ve yüksek öğretime aday hazırlamak” olacaktır.( Atatürk, 1923 Meclisi açış konuşması)

Atatürk’ün takip edilecek yöntem ile ilgili olarak söylediklerine bakınca döneminde tartışılan çağdaş eğitim felsefeleri ile yakından ilgilendiğine tanık oluyoruz.  Atatürk’e göre “bilgiyi insan için fazla bir süs, bir zorbalık aracı, ya da medeni bir zevkten çok maddi yaşamda başarılı olmayı sağlayacak pratik ve kullanılması mümkün bir araç haline getirmek” gerekir. İlk ve ortaokul programlarını pratik bir tarzda (yaşama dönük) hazırlamak gerekir. (Atatürk, Ankara-1923) Bu sözler aynı zamanda “İnstrumentalism” (aletçilik) olarak da ifade edilen John Dewey’in geliştirdiği “İlerlemecilik” (Progressivism) eğitim felsefesini tanımlarken kullandığı sözlerdir.

Fakat öte yandan “hayatın her safhasında olduğu gibi öğretim hayatında da disiplin, başarının esasıdır. Müdürler ve öğretim heyetleri disiplini temine, öğrenciler de bu disipline uymaya mecburdurlar” sözleri ile de “Daimicilik” (Perennializm) ve “Esasicilik” (Esantialism) eğitim felsefeleri içinde hareket ettiğini görüyoruz. (Atatürk, Ankara-1925)

Atatürk yüksek öğretime kadar örgün eğitimde “program birliğini”, Türk dilinde sadeleşmeyi, Latin alfabesi ile okuyup yazmayı savunur. (Atatürk, Ankara-1928)

Öğretmenlere “Cumhuriyet; fikren, ilmen, fennen, bedenen kuvveli ve yüksek karakterli muhafızlar ister.” “ Yeni nesil, sizin eseriniz olacaktır.”, diye seslenir. (Atatürk,1924, Öğretmenler Birliği Kongresi)

Çeşitli toplantılarda dile getirdiği eğitim ile ilgili bu düşüncelerine bakarak; Atatürk’ün eğitim düşüncesinin kavramsal çerçevesi Ziya Gökalp, Sati El Hüsri, Emrullah Efendi gibi eğitimcilerimizin çabalarıyla II. Meşrutiyet döneminde ortaya çıkan Modernleşme Dönemi Eğitim Düşüncesinin ana doğrultusuna uygun olduğunu, bu düşüncenin içinde yer aldığını görüyoruz.

Atatürk uluslaşma ve modernleşme yolundaki tercihini açıkça ortaya koymuştur. Yeni kurulan cumhuriyetin ihtiyaçları doğrultusunda atılacak acil ve köklü adımları saptamakta ve bunları geleneksel anlayış doğrultusunda eğitim yolu ile gerçekleştirmeye çalışmaktadır.

Atatürk büyük ölçüde düşüncelerine katılmakla birlikte Ziya Gökalp’ten farklı olarak millileşme ile modernleşmeyi uzlaştıran bir çizgi izlemiştir. Türk etnik kültürü temelinde uluslaşabilmenin Batı Medeniyeti içinde yer almak ve yol almakla mümkün olabileceğini düşünmektedir. (Türer,2011:234-235)

Öte yandan Sati Bey’in Herbert Spencer’den ilham aldığı organizmacı dünya görüşüne uygun olarak bireyi zihinsel, duyuşsal, fiziksel bütün yönleriyle dengeli bir biçimde ve bilgiyi pratik yaşantısında kullanacak şekilde yetiştirilmesini ister. Bir yandan da Emrullah Efendi’nin çabaları ile netlik kazanan modernleşme döneminin okul reformu düşüncesine, okullaşmanın amaçlarına sahip çıkar. (Türer,2011:215-223)

Sonuç olarak M.K. Atatürk’ün felsefi açıdan pragmatist, rasyonalist ve pozitivist bir çizgi izlediği söylenebilir.(Tezcan:1992: 733-735). “Devlet için Millet için eğitim” düşüncesinden hareket eder. Eğitimi araç olarak kullanarak Türk etnik kültürü etrafında milli birliği kurmak; ulusal kültürü, bağımsızlığı ve egemenliği koruyup güçlendirmek ister. Türkiye Cumhuriyeti’ni çağdaş uygarlık düzeyine ulaştıracak, çağdaş bilgiyle ve teknolojiyle donanmış “yeni tip” insanı yetiştirmeyi amaçlar. (Türer,2011:256,259)

Bu eğitim anlayışında temel çıkış noktası sistem içinde (millet oluşta) “istikrar”ı korumaktır.  Sistemi ayakta tutacak asker sivil elit yetiştirmek, vatandaşların bu elit’e biat etmesini sağlamak, kırsal kesimi ekonomik olarak canlandıracak liderler yetiştirmektir. Yani “devlet için memur, devlet için vatandaş yetiştirmek, yaşamı modernleştirmek” bu eğitim anlayışında asıl amaç olmuştur.

1950’li yıllara kadar da bu eğitim anlayışının eğitim yaşantılarına başarıyla rehberlik ettiği söylenebilir. 1940’lı yıllarda sanayileşmenin devlet eliyle alt yapısının hazırlandığı Türkiye’de insan gücü ihtiyacı bu eğitim düşüncesi doğrultusunda atılan adımlarla karşılanmıştır.

Ancak 1950’li yıllardan sonra çeşitlenen ihtiyaçlara, gelişen iş bölümüne dayalı olarak bu eğitim anlayışının içinden toplumsal huzuru ve birlikteliği koruyacak, ülkeyi dünyanın teknolojik alt yapısı gelişmiş, demokrasisi gelişmiş, siyasal-kurumsal örgütlenmesi gelişmiş ülkeleri arasına katacak çağdaş bir eğitim düşüncesi ne yazık ki geliştirilememiştir. 1950’li yıllardan itibaren de eğitim sisteminde bu anlayışla hareket edilmiş, eğitim sisteminde yaşantılar esas olarak tek tipleştirici ideolojik müdahalelerle düzenlenmeye devam edilmiştir. Bu yüzden eğitim, 1950’li yıllardan sonra sistem içinde oynaması gereken değiştirici, dönüştürücü rolünü oynayamamış; sistemde karmaşa derinleşmiş; moral değerler yıpranmıştır.

İşin özü şudur: 1910’lu yıllarda Prens Sabahattin’in, 1920’li yıllarda Atatürk’ün belirttiği gibi 2012 yılının sonuna yaklaştığımız bu günlerde de eğitim sistemi esas olarak “kendini ve hayatı bilmeyen, her konuda yüzeysel bilgiyle yetinen tüketici insan yetiştirmeye” devam etmektedir.

Bunun sorumlusu da bugün herhalde Mustafa Kemal Atatürk değildir.

KAYNAKÇA

Aytaç, Kemal. “Atatürk’ün Eğitim Görüşü”, Atatürk ilkeleri Işığında Türk Eğitim Sistemi. Ankara: TÜBİTAK Yayınları, 1983.

İnan, Afet. M. Kemal Atatürk’ten Yazdıklarım, İstanbul: Milli Eğitim Basımevi, 1971.

Maarif Vekaleti, Atatürk’ün Maarife Ait Direktifleri, İstanbul, Maarif Basımevi, 1939.

Tezcan, Mahmut Atatürkçü Düşünce, Ankara: T.D.K Yayınları, Atatürk Araştırma merkezi, 1992.

Türer, Ali. Türk Eğitim Tarihi. Ankara: Detay yayınları.2011.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar