Ferhat KENTEL

Ferhat KENTEL
Ferhat KENTEL
Tüm Yazıları
Kötülük açığa çıktı... İyilik de...
29.10.2011
3463

 Dehşeti ve dehşetin uyandırdığı kötülük ve iyiliği aynı anda, birarada yaşıyoruz.

Dehşet Van depremiyle geldi. İnsanlar beton tabutların altında kaldı. Betonlardan kurtulabilenler soğuk gecelerin acımasızlığıyla yüz yüze geldiler.


Dehşet kötülüğü açığa çıkardı.

Şimdiye kadar, adına “sosyal medya” denen, aslında “sosyal” olmakla pek alakası olmayan, tersine “sanal” olan bir âlemde, bilgisayar ekranlarının arkasında kamufle olmuş “cesur” görünümlü birtakım korkaklar, sağa sola kötülük salvoları atarlardı.

Van depremi bu korkakların saklandıkları yerden çıkıp, “milliyetçi” sosa bulanmış ırkçı nefretlerini çıkarabildikleri bir fırsat yarattı. Bir televizyon kanalında “kadın görünümlü bir erkek”, cari iktidar söyleminin ve medyanın verdiği bir güç gösterisiyle Van’da hayatını kaybeden insanların “insan” olduklarını görmemeyi becerdi. O insanlar “ölürken”, onları “taş atan, kurşun sıkan teröristler” olarak görmeyi becerdi. En erkekçe haliyle “herkes haddini bilecek!” demeyi becerdi...

Onun televizyon ekranlarından sarkıttığı saf kötülüğün fallik dili, şimdiye kadar ancak sanal âlemde mangalda kül bırakmadan esip gürleyebilen hastalıklı dile tercüman olduhastalık kendine aleni bir “ses” buldu. Televizyonun her şeyi meşrulaştırabilme kapasitesi bu dili saklandığı delikten çıkardı.

Ve bilinen ama sanallığın güvenli kollarında saklanan kötülüğün bu kadar görünür olması iyi oldu;hastalıklı hali görme imkânımız oldu.

Kötülük bu kadar alenen ortalığa saçılırken, “dehşet” aynı anda iyiliği de açığa çıkardı. İnsanlar sorgu sual etmeden, sırtlarındaki paltolarını üşüyen insanlara yolladılar; çocuklar kumbaralarını boşaltıp, içinden ne çıkarsa memleketin öbür ucundaki insanların yaralarına merhem olması için gönderdiler.

Kürt sorununu dağlarda –karşılıklı olarak– insan avlayarak çözeceğini düşünenlerin savaş dili üzerimize karabasan gibi çökmüşken, Van depremi “ilahi bir işaret” (ya da isteyenler için “deus ex machina”) gibi geldi aslında... Gökten değil ama yerin altından gelen derin sarsıntı bize “Ölüm istiyorsunuz! Alın size tepe tepe ölüm!” dedi...

İsterseniz “ilahi işaret” deyin, isterseniz jeolojik, morfolojik, yeryüzü katmanlarının sıkışması, genleşmesi sonunda ortaya çıkan hareket ve bu harekete karşı ahlaksız müteahhitlerin cinayeti deyin, fark etmez; “ulusal” güç gösterileriyle, “şehadet” söylemleriyle, evlerine bayrağa sarılmış tabutlarla dönen ya da ayaklarına ip bağlanmış şekilde hükümet konaklarının önüne atılan cenazelerle, karmakarışık olmuş, çaresizlik içinde barışı ve hayatı düşünemediğimiz kahredici zamanlarda bir ses bize “İşte Türk-Kürt ayırt etmiyorum; hâlâ hayatı düşünmeyecek misiniz?” dedi.

“İlahi” ya da değil, fark etmez; düşünmemize, biraz daha farklı düşünebilmemize yardımcı olabilecek tonlarca “işaret” geldi.


“14 gün” erken doğan Azra bebek, tekrar beton kılığına girmiş toprağa döndü; zamanını tamamladıktan sonra, yani “14 gün” sonra, “doğması gereken zamanda” tekrar dünyaya geldi; hayata döndü...
 Bizi de hayata çağırdı... Güç gösterileri, şiddet ve nefret altında yıllardır hayattan çekilmiş; Azrail’in, Hades’in dünyasında oynaşan bizlere “Hayattan çekilme oyununuz, ayininiz, inadınız ve azabınız bitebilir; tamam çıkın artık” diye seslendi...

İyilik bunları gördü... Tonlarca beton yükün altında, omzundan sarkan bir koruyucu elin gölgesi altında hayata bakan Yunus çocuğun kurtulduğunu, o elin babasına ait olduğunu zannederken hata yapma pahasına görmek istedi. İyilik, dehşetin içinde “iyi olanı” aradı.

“Dehşet” karşısında insanların kafasındaki bilişsel, ideolojik kurgular, ezberler yıkılır; insanlar başkaları karşısında duyulan korku, nefret ve sevgi gibi en yoğun duygularla kendilerini yeniden inşa ederler.

İşte, yas tutmak, acıyı paylaşmak gibi bir derdi olmayan, ölümlerde “kimlik” arayan kötülük veen ufak acıyı bedeninde ve ruhunda hisseden iyilik... İkisi de bugün önümüzde duruyor.

Memleketin dört bir köşesinden insanlar yardım etmek için çırpınırken, birtakım “devlet” otoriteleri, “kendilerinden” saymadıkları Van Belediyesi’ni “muhatap” almıyor. “Karşılıksız yardım” ve “rakibe itibar ve meşruiyet kaptırmama gayreti” aynı anda önümüzde duruyor.


Orhan Miroğlu’nun 
(ve daha pek çoklarının) dediği gibi, “felaketin yol açtığı acılar karşısında beraber gözyaşı dökebilen” insanların ülkesinde, “başkalarının acısını göremez hale getirmiş bir savaşın” mantığı, deprem zamanında dahi, güç ve iktidar adına, insan avlayarak sorun çözmeye kafayı takmış görünüyor.

Ama kötülük açığa çıktıysa, iyilik de açığa çıktı... Ve bu kötülük karşısında iyiliğin yüceliği elbet bir gün bütün güzelliğiyle esas dil olacak...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • faruk tuncay

    faruk tuncay

    28.10.2013 19:38

    Sarıgülü günahım kadar sevmem ama, Erdoğanın tramvay teşbihinden daha vahim değil yaptıkları. Sarıgüle bu kadar belden aşağı vurduklarına göre, bunları epeyce korkutmuş olmalı.

Yazarlar