Hasan Bülent KAHRAMAN
14 Mayıs seçim sonuçlarını değerlendirmek kolay iş değil, çünkü ortada biri CB seçimlerine diğeri parlamento seçimlerine ait iki sonuç var ve siyasal pratiği kuşatmayan bir siyaset yorumunun hiçbir anlamı olamaz çünkü, siyasal düşünce gökyüzündeki yıldızları teker teker saymak için değil, insanın önündeki çukurları görmesini sağlamak içindir. Öngörüler, tahminler sona ermiş, ortaya somut bir sonuç gelmiştir. O somut sonucun bir bölümünün manipülasyonlara bağlı olduğu muhakkaktır ama üstünde düşünülecek, çözümlenecek yanlarının olduğu da gerçektir. Bir diğer hususu, bu aşamada milletvekili genel seçimleri üstünde düşünmenin daha önemli olduğu kanısındayım, diğer seçim tekrar edilecek ve eğer MV seçimlerinin genel topoğrafyası tayin edilirse o sonuçlar diğer seçimi de doğrudan belirleyebilecek. Anlaşılan Erdoğan bu gerçeği görüp hareket etmiş ve parlamento konsolidasyonunu öne çıkarmış. Hemen belirteyim, CB seçimleriyle MV seçimleri arasında bu etkileşim olmasına karşın ilk seçimde ikisi birbirinden ayrı şeylerdi.
Şimdi ise MV seçimleri CB seçimlerini bağlayacak daha önemli bir faktör haline geldi, çünkü konu şimdi, bir yönetim sorunu olarak belirecek. Yine de CB adaylarına 28 Mayıs seçiminde oy verme saikleri bu gerçekten bağımsız olarak cereyan edebilir, mesele onu anlatabilmektedir. 28 Mayıs seçiminin yaşadığımız seçim serüveninden yöntem ve içerik bakımından tamamen farklı olduğunu hatırlamak, bunun da bambaşka bir seçim dokusu hazırladığını bilmek gerekir. Bir seçim sonucu mutlaka diğerini etkileyecektir, öyleyse ikinci seçimin gizleri birinci seçimde mevcuttur. Her seçimin hatta Heidegger’in adlandırmasıyla das ding’in yani (her) ‘şey’in diğerinden farklı ve spesifik, kendisine özgü olduğunu bilmeden sadece analojilerle, simülasyonlarla yapılacak her değerlendirme hüsran doğuracaktır. Buna mukabil bir noktayı belirtmek şart: bu seçimin kazananı bütün sosyolojik analizlerin ötesinde iktidar gücüdür. Bütün TV kanallarının iktidar partisine hizmet ettiği bir düzlemi siyasetin ürettiği sonuçla birlikte düşünmemek gerçeğin dışında kalmak olur ve bu koşulun gücü her türlü analizin ön belirleyenidir.
MV seçimlerinin etkisini baştan hatırlasaydık, 14 Mayıs seçimlerine dönük kişisel (ve toplumsal) beklentileri de seçim süreçlerini de daha farklı yönetme olanağını bulurduk. Oysa 14 Mayıs’ta birbirinden farklı güdülerle işleyecek iki seçim süreci olduğunu unuttuk. Bir daha yazalım: unuttuk. Değil toplum, 14 Mayıs seçiminin muhalefeti olan CHP de CB seçimleriyle parlamento seçimlerinin bir arada yaşanacağını fark edemedi, ayrımsayamadı, iki ayrı pratiği ve lojistiği gereksinen iki farklı işlemi ayrıştıramadı. Sadece CB için planlanan, düşünülen, tasarlanan seçim, parlamento seçiminin mevcut sonucunu hazırlarken, parlamento seçiminin gözden ırak tutulması da CB seçimini sekteye uğrattı. Seçimle ilgili her değerlendirmenin bu koşulu göz önünde bulundurması gerekir. Şimdi çok daha iyi anlaşılıyor ki, asıl olan parlamento seçimleriymiş. Oradan başlayalım ve önce seçim pratiğiyle ilgili bazı noktalara sonraki yazıda da seçimin ideolojik yanlarına değinelim.
Türkiye’de siyasetin 3. Partisi ve tayin edici unsuru Kürtlerdir, kim ne derse desin bu gerçek çeki taşı gibi yerindedir. Dikkat edilirse diğer partiler ama açık ama örtük şekilde Kürtlere karşı tavırlarıyla, ona yakınlıkları ve uzaklıkları ölçüsünde siyasetlerini saptıyor.
BAZI GÖZLEMLER…
1.Dar ve zor zamanlarda girilen seçim toplumun üstündeki ikili baskının uzantısıydı. Bir yanda pandemiden beri devam eden fiili bir darlık, onu izleyen akıl almaz bir ekonomik kriz ve nihayet deprem, seçimin ‘insan coğrafyasını’ yani siyasal davranışını tayin etmiş görünüyor. Bir şeyin ‘tebeyyün’ etmesi yani belirmesi fiili duruma işaret eder. Parlamento teşekkülünün aritmetiği bize çok ciddi birkaç sonuç veriyor.
Değişim önemli bir kavramdır. Değişim talebi sübjektiftir. Toplumun belli bir kesiminin göstereceği bu hevesi diğer kesimler paylaşmayabilir. Sadece land-slide- yer kayması gibi durumlarda değişim daha geniş kesimlerin ortak talebidir. Değişim talebine dönük bu farklı ilgiler daha doğrusu ilgilerin farklılaşması (çünkü kavrama hiçbir toplum çevresi kayıtsız kalamaz, istememek de değişim gerçeğini kavramakla ilişkilidir) farklı sonuçlar üretecektir. Öyle de oldu. Anadolu hala siyasal iktidarı radikal şekilde değiştirmekten yana olmadığını ama duyduğu rahatsızlığı da oyları eksilterek açıkça beyan etti. Beklenen bir durumdu. Önemli olan artık Türkiye’de siyasetin ana belirleyicisi metropol alanlardaki sonuçlardır.
2. Metropollerdeki kaymaları henüz yeterince görmüyoruz. Nüfus-etnisite ve hemen her ilçeye hakim olan, oraya bir kentten göçmüş kişilerin (Karslılar, Malatyalılar, Niğdeliler gibi) o bölgede kullandığı oyla göçüp geldikleri kentlerdeki oy trendleri arasındaki ilişki bize siyasal davranış bakımından çok değerli sonuçlar verecektir ki, öncelikle yapılması gereken bu çalışma henüz ortada yok.
Metropolleri bir tek kent gibi düşünmek tepeden tırnağa yanlıştır hele homojen olduklarını varsaymak gülünçtür, İstanbul’dan tek bir kentin, üniform siyasal davranışını beklemek abestir, 39 ilçenin her biri değişik tepkide bulunacaktır, ancak sosyo-ekonomik benzerliği olan yerleşim alanlarından birbirine yakın sonuçlar beklenebilir. Bu değerlendirme bile sorunludur. Gene de sahil şeridi metropollerinin Akpartiye karşıt davranışı bu seçimde de değişmedi, dolayısıyla üç bölgeli (sahiller, iç alanlar ve Güneydoğu) siyasal coğrafya bu seçimde de teşekkül etti. Hemen belirteyim, Türkiye’de siyasetin 3. Partisi ve tayin edici unsuru Kürtlerdir, kim ne derse desin bu gerçek çeki taşı gibi yerindedir. Dikkat edilirse diğer partiler ama açık ama örtük şekilde Kürtlere karşı tavırlarıyla, ona yakınlıkları ve uzaklıkları ölçüsünde siyasetlerini saptıyor.
3.Ama bir ciddi sonuç var, hatta iki ciddi sonuç var: birincisi, Akparti kesin bir oy kaybı içindedir; ikincisi, Akpartinin 2002 seçimlerindeki oy oranı o partinin çekirdek oy oranıdır, bütün demografik artışlara rağmen ve demektir ki, o artıştan çok eşit dağılımlı bir pay alarak, ondan hiç yoksun kalmaksızın, söz konusu oranın altına inmiyor. Hatta daha da ilginç bir nokta, diğer ittifaklar açısından bakılırsa bu defa Cumhur İttifakı İstanbul’da, Ankara’da ve Bursa’da Millet ittifakını geçmiştir. Muğla, Antalya ve İzmir’de Mİ’nin galibiyeti kesindir.
Karadeniz bölgesindeki kesin Cİ galibiyeti de eklenince siyasal coğrafyanın genel çizgilerinde değişmediği, sadece gündelik siyasetin bazı faktörlerine bağlı olarak bazı salınımların/oynamaların, eksilip azalmaların ortaya çıktığı görülüyor. Murat Güvenç’in İstanbul üstünde yaptığı ve tüm kentler için tekrarlanması gereken siyasal harita çalışması bize 1946’dan beri o kentteki siyaset coğrafyasının değişmediğini göstermişti. 80 yıl boyunca aynı siyasal davranışı göstermek bütün siyaset sosyolojisi kuramlarını aşan bir durumdur, aynı gerçeğin Türkiye’de ne şekilde tezahür ettiğini irdelememiz gerekir.
PARTİLER VE YORUMLAR
Akparti ve Erdoğan, insanın en önemli korkusu olan kaybetme korkusunu çok dikkatli ama çok güçlü şekilde kullandı. 21 yıllık iktidarın ve bilhassa otoriter bir figürün insanlarda örtük baba mitolojisini canlandıracağını ve onu yitirme korkusunun toplumun belli kesimlerinde çok dikkate değer bir endişe yarattı
Akparti
Akparti bütün defolarına, kusurlarına, çok ciddi, tarihsel derecede önemli sorunlarına kısıtlamalarına rağmen hala halkın gözünde kendisini dönüştürücü parti, modernleştirici parti olarak tanıtmayı başarıyor.
2002-2012 arasındaki Akparti’yle bugünkü parti birbirine taban tabana zıt. Başlangıç döneminde kollektif bir destek kazanan parti şimdi polarizasyon üstünden, kendi dışındaki kesimlerden destek istemeyen/beklemeyen bir politikayla, kendi tabanının konsolidasyonuna dayanarak ilerliyor.
Bu son derecede önemli değişimin ciddi bir yapısal özelliği var: seçime yeni katılan kitleler de gençler de bilhassa kırsal alan da Akpartiyi hala kendisine gelecek hayali kurduran bir parti olarak görebiliyor. Seçim döneminde uygulanan reklam politikası partinin bahsettiğim niteliğini çok dinamik ve dengeli şekilde vurguluyordu. DP’den beri devam eden orta sağın altyapı düzeyindeki dönüştürücü/modernleştirici rolünü Akparti hala diri tutmaya çalışıyor. Bilhassa seçmen sayısındaki artışa rağmen ve düşen oy oranına rağmen bu gerçeği çok iyi tartışmak gerekir.
Deprem bölgesinden iktidar partisine gelen oy oranı bu gerçeğe tekabül ediyor: ‘yaparsa gene o yapar’ algısı hem Erdoğan’ın şahsi karizmasını hem partinin geleneksel imajını ciddi bir kristalizasyona taşıyor. Eldekini yitirmek korkuların en büyüğüdür, deprem bölgesi çok doğal ve beklenir şekilde bu dürtüyle hareket etti, Erdoğan da bu gerçeği diğer politikacılardan çok daha güçlü ve hızlı şekilde gördü ve bölgeye yoğunlaştı. Ekonominin geçirdiği çok ağır hatta tarifsiz krize rağmen tekrar edeyim, %7 oy kaybına rağmen, sonuç, Akparti’nin daha ileri giden bir güven bunalımı yaşamadığını kanıtlıyor. Bir yönetim dinamiğinden yönetim dinamiğinin siyasallaştırılmasından söz ediyoruz.
Bir üçüncü faktör ekleyelim: Akparti ve Erdoğan, insanın en önemli korkusu olan kaybetme korkusunu çok dikkatli ama çok güçlü şekilde kullandı. 21 yıllık iktidarın ve bilhassa otoriter bir figürün insanlarda örtük baba mitolojisini canlandıracağını ve onu yitirme korkusunun toplumun belli kesimlerinde çok dikkate değer bir endişe yarattığını galiba sadece Erdoğan ve çevresi düşünüp kurguladı ki, bugün sözü edilen rekabetçi otoriterlik, seçimli otoriterlik gibi sistem tanımlayıcı nitelikler bahsettiğim olguyla iç içedir. Modernleşme öncesi feodal bir tepkiden çok mitolojik kökenli bir psikolojik siyasal davranış motifinden söz ediyoruz. Aynı doğrultuda bakalım, Akparti şaşırtıcı bir şekilde İstanbul’u da Ankara’yı da belirgin oy farkıyla almıştır.
Şimdi ortada kontörlünü kaybetmiş ve kuşatılmış bir Meral Akşener’le bir kere daha taşra milliyetçiliği radikalizmine sıkışmış bir parti var. Merkeze yerleşme umutları suya düştüğü gibi parti kurduğu ittifakın güçlüğünden de pay aldı.
İYİP
MHP için farz edilen akıbete uğradı. Özünde MHP’nin daha katı, koyu ve radikal, Akparti’yle kurduğu ilişkide kendisine yer bulamayan, nispeten daha kentli görünen dolayısıyla finans çevreleriyle daha farklı ilişkiler oluşturmaya çalışan kanatlarının kurduğu parti, seçimler öncesinde önemli bir hamle yaparak kendisini daha merkeze çekip köklerinden koparmak, nispeten ‘arındırmak’ merkez partisine dönüştürmek isteyen kesimlerini bünyesinden uzaklaştırdı. Aslında bu epey bir süredir devam eden ve adım adım genişletilen savaşın son hamlesiydi ve kurguyu yapanlar açısından başarılı olduysa da partinin bugünkü hezimete uğramasına yol açtı.
Şimdi ortada kontörlünü kaybetmiş ve kuşatılmış bir Meral Akşener’le bir kere daha taşra milliyetçiliği radikalizmine sıkışmış bir parti var. Merkeze yerleşme umutları suya düştüğü gibi parti kurduğu ittifakın güçlüğünden de pay aldı. Diyarbakır gibi bir kentte değil ama mesela Bingöl gibi bir kentte oy alamadığı gibi herhalde CHP’ye giden oyları da engelledi. Taşra darlığı söz konusu olduğunda da MHP’yle yarışması olanaksızdı. Kısacası kaybetmek bir yana İYİP, MHP’nin güçlenmesine de katkıda bulundu.
İdeolojik yetersizliği, taktik kararsızlığı (masadan kalkmak tekrar oturmak), milliyetçi damarı tutmak konusundaki iç düzensizliğinden kaynaklanan mahcubiyeti (ve elbette kaçınamadığı yanlışlığı) bu partiyi şimdilik muazzam bir sarsıntının ortasına bırakmış görünüyor. Muhtemelen seçim sonrasının re-alignement düzleminde en büyük darbeyi de o yiyecek ve ikinci seçimin de 14 Mayıs seçimiyle benzer şekilde sonuçlanması durumunda, asli kontrol unsurlarını yitirmiş parti kendisine MHP ve AKP tarafından daha önce yapılan çağrılara (hayli gecikmiş şekilde) şu veya bu şekilde müspet cevap verecek. Aksi takdir Mart 2024 seçimlerinde bütün bütüne yok olacak ki, galip ihtimal budur.
MHP, İYİP’in tersine, kaybedeceği yeri kazanmak gibi bir ikilemin içinde olmadı ve mesela büyük kentlerin ‘beyaz’ merkezlerinde tutunmak gibi bir çabaya girmedi
MHP
Üstüne hiçbir şey söylenemeyecek bir parti olarak MHP geleneksel çizgisinde tutunmanın semeresini derledi. Güvenlik temelli bir politikayı hayret verici şekilde Oğan-Özdağ ikilisinin savunduğundan daha yumuşak bir tonda savunmasının sağladığı denge anlayışı ve devleti yöneten parti kimliği MHP başarısının anahtarı gibi duruyor. Ama bir diğer neden Türkiye’deki mevcut iktidar seçmeninin taşralılık üstünden gelişen sosyolojisini dikkatle kontrol etmesidir. Hala bir İç Anadolu partisi olması bu gerçeği açık açık vurguluyor. (Tabii, buradaki sorun MHP değil İç Anadolu’nun bir türlü dönüşmemesidir.)
MHP, İYİP’in tersine, kaybedeceği yeri kazanmak gibi bir ikilemin içinde olmadı ve mesela büyük kentlerin ‘beyaz’ merkezlerinde tutunmak gibi bir çabaya girmedi, o çevrelerin faşizan duyarlılıklara açılan kapısından aynı tondaki diğer partilerin girmesine izin verdi. Hiç öyle durmuyorsa da asıl başarı nedeni budur, gelişmeye açık olmayan, kesinlikle olmayan ama kendisini koruyan ve sabitleyen bu stratejiyi bilinçle olmasa bile içgüdüyle kullanmasını bildi.
Elimizde partilerin kentlerdeki oy dağılımını gösteren daha fazla veri toplandıkça bu partinin gerçeğini daha iyi anlayacağız ki, o gerçek artık Akparti’nin de gerçeğidir. 28 Mayıs’tan Mart 2024 yerel seçimlerine giderken en büyük hareketlerin yine bu partide, daha doğrusu bu partiye doğru yaşanacağına dikkat çekelim. Partiyle ilgili bazı yorumları sonraki yazıda ele alırız.
TİP’in %1.73 oyu üstüne eklenirse bloğun (YSP+TİP) oy oranı %10.56 olur. Genel oy sayısındaki artış da gözetilirse bu oranın önceki seçime göre ciddi bir kayba denk geldiği açık.
Yeşil Sol Parti ve TİP
Kürtler ve sol deyince elimizdeki bilgilerin ayrıntılı analize izin vermediği iki siyasal çevreden söz ettiğimizi hemen belirtelim ve yineleyelim: Türkiye’de siyaset sosyolojisi araştırması yok, şirketlerin yaptığı kamuoyu araştırmalarının da hiçbir anlamı bulunmuyor, maalesef, bir değerlendirme için Türkiye’de herkes sezgilerine ve yakın çevresinin izlenimlerine müracaat etmek zorunda. Yeşil Sol Parti % 8.83 oranında oy almış görünüyor. Bu partinin oylarını bu seçimde düşürdüğü ortada, 2018 seçiminde HDP %11.62 oy almıştı. Bu defa, söylediğimin tüm yanlışlığını bilerek belirteyim, TİP’in %1.73 oyu üstüne eklenirse bloğun oy oranı %10.56 olur. Genel oy sayısındaki artış da gözetilirse bu oranın önceki seçime göre ciddi bir kayba denk geldiği açık. Tabii, bu yorumu her şeyin sabit, denetimli ve gerçek olduğu varsayımıyla yapıyorum.
Diyarbakır’ın tepkisel ve tevil götürmeyecek düzeydeki kesin oyları bir yana Türkiye’de başlı başına bir siyasal coğrafya kabul edilen Güney Doğu Anadolu’daki (GDA) Kürt oylarında öteden beri milliyetçi Kürtlerle İslamcı Kürtler arasında oy bölünmesi yaşanmıştır, bölgede o ölçüde etkin olan bir başka parti de yoktur. GDA’daki YSP galibiyeti her türlü tartışmanın üstünde olduğuna göre şimdi büyük kentlerin analizi gerekir.
İzmir, Aydın ve öteden beri taşıdığı demografiyle Mersin bir yana bırakılırsa YSP’nin Trakya’dan Hatay’a kadar olan şeritteki oyları tam bir hezimettir. İstanbul’da oyları %8.19, Ankara’da %3.15’tir ve bunlar çok şaşırtıcı rakamlardır. Buna karşılık Sinan Oğan’ın memleketi olan ve spesifik bir kültürel coğrafya özelliği taşıyan Iğdır merkezde %43 oy alması HDP etkisinin demografik olduğunu ortaya koyuyor, hiç değilse büyük ölçüde öyle. HDP’nin ve Kürtlerin mutlaka bu koşulu aşan ve farklı nitelikler kazanan bir partiye dönüşmesindeki zaruret açıktır.
TİP ise büyük bir başarı sağlamıştır. Keşke İzmir’de de o bin oyu alıp adayını Meclis’e gönderebilseydi. CHP’nin çizgisini koruduğu, YSP’nin oy sorununun bulunmadığı bir ortamda demokrat çevrelerin TİP’e oy vermesi son derecede yerinde bir karardı, böylelikle demokratik cephenin sesi artacak, alanı genişleyecek, ayrıca reel sol bir partinin getireceği katkı ‘sol/gun’ partilerin mahcup ve mütereddit söyleminden daha gerçek ve gerçekçi olacaktı. Şimdi TİP’in siyasal gücünü kitleselleştirmesi gerekiyor.
Murat Sabuncu’nun son zamanlarda yazdığı ve dikkatli çözümlemelere ve güçlü okumalara dayalı yazılarında herkesten önce kavramlaştırarak ifade ettiği gibi, beklenen dip dalgasının milliyetçilik şeklinde geldiğini düşündürüyor.
Yeniden Refah ve Zafer Partisi
Daha önceki değerlendirmelerde marjinal bir parti olarak görülen Yeniden Refah Partisi için ne söylenebilir bilmiyorum, o derecede önemli de saymıyorum. Zafer Partisinin % 2.5 oyunun şimdilik bir vaka olduğuna değinmek gerekir ama onun da ikinci bir döneminin olamayacağı meydanda Tek başına değil ama MHP, İYİP, ZP diye bakılınca durum başka bir tablo sunuyor.
Murat Sabuncu’nun son zamanlarda yazdığı ve dikkatli çözümlemelere ve güçlü okumalara dayalı yazılarında herkesten önce kavramlaştırarak ifade ettiği gibi, beklenen dip dalgasının milliyetçilik şeklinde geldiğini düşündürüyor. Bu bloğa MHP eklenirse, Akparti’nin içindeki milliyetçi damar hatırlanırsa durumun vahameti anlaşılır. Arada sadece ince ama çok önemli bir duvar var: MHP kırsal alanda gelenek veya folklorik hale gelmiş milliyetçi damara yönelirken ve bu gerçek kendi bünyesinde bir gelenek oluşturmuşsa, İYİP ve ZP doğrudan kentli nasyonalist ve otarşik kitlenin oylarına yöneldi.
Kafası karışık, biraz da ‘modern’ görünmeye çalışan, kimliğini oluşturamamış ama son kertede MHP duyarlılığıyla hareket eden fakat bunu çok iyi saklayan İYİP, göçmenler, Suriyeliler konusunda kısmen mütereddit ama açıkça dışlayıcı sözler ederken ZP ve Sinan Oğan bu kesinlikle faşizan, ırkçı, kentli, ‘beyaz’ kesime yüklendi ve elde edebileceği kadarını sağladı. Elimizde ayrıntılı analizler yok, sadece YSK’nın belirttiği oy dağılımlarına bakıyoruz ve sonuç böyle görünüyor.
Çapraz ‘exit poll’ analizlerinden tamamen mahrumuz, bu nedenle de oy verme davranışının en önemli parametresi olan ‘ikinci parti’ tercihlerini bilemiyoruz. ZP seçmeninin ikinci parti tercihini bilmiyoruz. CHP’ye destek sağlayan ve niteliklerini belirttiğim ‘beyaz’ kesim olabilir, İYİP’ten küçük bir kesim olabilir. Sinan Oğan’ın ‘ne o ne öteki’ diyenlerden oy aldığını söyleyebiliriz ama ZP için bu biraz zor. Nitekim Bursa, Eskişehir, Gaziantep ve Kayseri’nin en çok oy veren iller olması yeterince bir açıklama getiriyor. İlk iki şehir büyük kent ve göçmen-duyarlı coğrafyalar, diğer iki kent de kırsal alan-göçmen duyarlı kentler. Bu partinin kitle partisi olmayacağı, ilk seçimlerde yani Mart 2024’te varlık gösteremeyeceği açık ama bu ‘sorunlu’ bir parti olamayacağı anlamına gelmez. Yine de öncelikli rakibinin CHP olduğunu vurgulamakta yarar var.
Öte yandan Sinan Oğan’ın hiçbir politik gücünün olamayacağını, aldığı oyların konjonktürel ve tepkisel olduğunu, partisi bulunmayan bir siyasal kişi kariyerinin son derecede kısa olacağını belirtelim. Bu nedenlere bağlı olarak da Oğan’ın oylarını başka bir siyasete (mesela CHP’ye) taşımasının hem mümkün görünmediğini hem de CHP bakımından çok sorunlu olacağını bilmek gerek.
CHP’nin seçim sonrasında ciddi bir ideoloji, program, yöntem ve kadro ihtiyacı yaşayacağı ortada, umarız Kılıçdaroğlu’nun 2017 sonrasında geliştirdiği tutum o ihtiyacı da yeni bir yaklaşımla giderir.
Ve CHP…
Şunu öncelikle belirtmek gerekir: 28 Mayıs seçimleri, her ne kadar bu yazıda yer yer başka boyutlarına değinsem de 14 Mayıs seçimlerinin hem devamıdır hem değildir. Kuşkusuz devamıdır ama bugüne kadar tüm ikinci tur seçim literatürünün gösterdiği gibi, bu tür seçimler ‘yeni baştan’ başlar, sıfır noktasından yola çıkar ve referandum niteliği kazanır. Bu itibarla şimdi CHP hakkında değineceğim birkaç nokta partinin 14 Mayıs seçimlerine dönük bir eleştirisi değildir. Böyle bir tutumun başlıca nedeni seçime iktidar erkiyle muhalefet imkanlarının çok eşitsiz koşullarda girmesidir. Yine de bazı analizlerden geri durmamak gerekir, yoksa o da başka sorunların kapısını aralar, seçim öncesi tutum da büyük oranda öylesi bir anlayışa dayanıyordu.
Bir sonraki yazıda daha kapsamlı olarak alacağım CHP’yi, şimdi salt ‘teknik’ veya ‘pratik’ bazı noktalara değineyim.
Birincisi ve beni en çok ilgilendireni, daha önce bu platformda yazdığım üzere, CHP’nin Kürtlerle olan ilişkisidir. Bu ilişkinin derinliğine yeteri kadar vakıf değiliz. Fakat CB ve MV seçimleri arasında bu bağlamda ciddi bir fark var. Kürt kesimi CB seçimlerinde Kılıçdaroğlu’nu destekleyeceğini açıkça duyurdu ama doğal olarak MV seçimlerinde kendi partilerine yöneldi. Sonuç olarak, GDA’da seçim YSP ve AKP arasında cereyan etti, CHP’nin bölgedeki oyu Tunceli hariç (bölgede değildir) %7-8 bandındadır. Üstünde ilk düşünülmesi gereken ve 2002 sonrasında değişmeyen bir tablodur bu.
İkincisi, bir kere daha aynı sonuç ortaya çıktı, CHP Edirne’den Mersin’e kadar seçmenden oy aldı ama bir şartla: YSP’nin bazı çıkışlar gösterdiği birkaç il dışında var olmadığı bu bölgede öyle ezici de olmayan, küçük farklara dayalı başarılar kazandı. Ötesi yok! Bu şart altında ne söylersek söyleyeyim ve ne yazarsak yazalım, hayli spekülatif bir değerlendirmede bulunayım, YSP ‘Türkiye partisi’ olabilir ama CHP olmayabilir. Oysa Kılıçdaroğlu bu dönüşümü gerçekleştirebilecek bir politikacıdır. Büyük bir koalisyon gerçekleştirdi, kendi siyasal kimliğinin özelliklerini (Aleviliğini) o koalisyona kattı. Bunlar Türkiye’deki çoğulculuk açısından altın değerinde olgulardır ve bu fırsatın harcanmaması gerekir.
Mevcut durumu da açıklayan yapısal ve tarihsel sebeplere değiniriz, ana mesele Sivas’ta CHP’nin %16.5 oy alırken AKP’nin %40.5 pay alması, bir de İstanbul’da kaybetmesi, Ankara’da kıl payı farkla geride kalmasıdır. Hala CHP’nin, üstelik AKP’nin çok ciddi oranda oy yitirdiği bir dönemde, sadece Batıcı-Laikçi ‘beyaz’ Türklerden, kent merkezlerinden oy alması, kırsal alandan, Anadolu’dan ve metropollerdeki kırsal kesimle benzer davranış gösteren bölgelerden (benim kavramlaştırmamla ‘merkezdeki çevreden’) oy sağlayamamasıdır. O zaman mesele ideolojik bir noktaya gelir. Gündelik pratik, siyasetin özüdür ama o pratiğin dönüştürülmesi öncelikle ideolojik bir olgudur. Laikçi-Batıcı dolayısıyla biçimci bir anlayışı sosyal demokrat bir anlayışla dönüştüremeyen CHP’nin daha ileri gitmesindeki zorluklar hakkında şimdi daha fazla bir şey söylemek fuzulidir.
CHP hakkında dile getirilecek diğer olgular bu iki gerçeğin ağırlığını aşacak kapasitede değil. 14 Mayıs seçimlerinde CB ve MV seçimlerinde cereyan eden kısmi ayrışma 28 Mayıs seçimlerinde daha büyük bir kapasiteyle yaşanacak, besbelli. Yine de o seçimlere farklı bir boyut katılabilir. O boyutun ne olduğunu işaret ettim, bu Kürtlerle gerçek solla yapılacak iş birliğidir ama CHP aradan geçen sürede maalesef geçici olduğunu varsaydığımız, umduğumuz bir savrulma gösteriyor, tehlikeli bir savrulma. Göçmenler ve ırkçı tonlar taşıyan bir sağ söylemin öncelikle Kürtleri tedirgin edeceğini bilmeyen herhalde yoktur. CHP’nin seçim sonrasında ciddi bir ideoloji, program, yöntem ve kadro ihtiyacı yaşayacağı ortada, umarız Kılıçdaroğlu’nun 2017 sonrasında geliştirdiği tutum o ihtiyacı da yeni bir yaklaşımla giderir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
13.05.2025
5.05.2025
6.03.2025
26.02.2025
13.02.2025
6.01.2025
18.11.2024
31.10.2024
23.10.2024
8.10.2024