Mehmet TIRAŞ
‘ÖLMEK KOLAYDIR SEVMEKTEN’ Ahmet Altan’ın romanının adıdır ilk baskısı 100 bin adet basılan 573 sayfalık bu roman 2015 yılında yayınlandı.
Eserleri 23 Ülkede yayınlanmış Ahmet Altan 3 yazısından dolayı dört yıldır Silivri cezaevinde tutuluyor.
Ahmet Altan’ın kitaplarını yayınevleri basmaya ya da baskıları tazelemeye cesaret edemiyor ama Ahmet Altan cezaevindeki son yazdığı kitabıyla birlikte dünyada edebi ününü pekiştirdi, bir çok ödüller aldı, uluslararası tanınan saygın bir yazar olarak edebiyatçılığını tescil ettirdi.
Bir çok ülke de Amazon satış listelerinde bestseller oldu.
Baskıcı rejim tarafından eziyet edilen yazarlarla en iyi dayanışmanın yazarın eserlerine sahip çıkmak olacağı düşüncesinde olduğum için, ‘Ölmek Kolaydır Sevmekten’ adlı romanını tanıtmayı anımsatmak istedim.
Romanın kahramanlarını tanıdıkça ve kahramanlar sizi olayların içine çekiyor kitabın bitmesini istemiyorsunuz.
Yazarın akıcı dili,betimlemeleri ile okura her paragraf ayrı bir edebi lezzet veriyor.
Romanın hikayesi Bulgar Ordusunun Edirne’yi işgali ile başlıyor ve Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri mükemmel bir şekilde tasvir ediliyor;bir de İttihatçılar ile İslamcılar arasındaki iktidar kavgaları o zaman da korkunç.
Hücresine kadar siyasete bulaşan ordunun yenilgileri,açlık ve sefalet içinde kırılmaları,iktidar kavgasına tutuşmuş tarafları pek de fazla ilgilendirmiyor.
Romanın baş kahramanları Osman,Ragıp bey,Hikmet bey,Dilare hanım,Disever hanım ve güzeller güzeli kadınların bile gözünü kaçıramadığı Mehpare hanımın dillere destan bir güzelliği var.
Bir diğer roman kahramanı olan Nizam Hikmet beyin oğlu,Fransa’da doğmuş ve eğiitimini oradan almış.Nizam’ın aşk yaşadığı Rus kökenli kumarhane de kumarcılara piyano çalan ve çaldığı piyano ile Nazım’ı kendine aşık eden Anya...Piyanist Anya’nın hikayesi ise insanı bir başka çarpıp etkiliyor.
Ve Şeyh efendi...
Din üzerinden yaptığı konuşmaları ve müritleriyle romanına renk ve boyut katan kahramanlardan biri.
Romanın baş karakterlerinden biri de Fransız gazeteci Mösyö Launne.
Romanda İttihatçıların Enver beyin at üstünde yanında on beş arkadaşı ile beş dakika da güpegündüz yaptıkları Bab-ı Ali baskını da var...
Baskının hikayesini Ahmet Altan’ın olağanüstü kaleminden okuyunca insanın kanı donuyor.
Hikmet beyin tezi ise “ bu ülkede ya Dinciler veya İttihatçıları desteklemekten başka çaremiz yok”,tesbiti.Hangisni desteklersen destekle ikisi de hürriyetçi değil ki...
Günümüzde Cumhuriyet döneminde de ‘kışlacılarla-Camiciler arasında iktidar kavgaları ve darbeler sürerken,demokrasi de Camicilerle Kışlacılar arasında buharlaşmıyor mu?Değişen fazla bir şey yok.
Romanın hikayesi Osmanlı İmparatorluğunun dağılma sürecini tetikleyen,Osmanlı Ordusu’nun Bulgar ordusu karşısında ağır yenilgi aldığı,Edirne’nin işgal altında olduğu ve İstanbul’un her an işgal edilme tehlikesi altında ki dönemi ve Osmanlı döneminde darbecilikleriyle tanınan meşhur İttihatçıların nasıl darbe yaptıklarını anlatan olaylar etrafında örüyor yazar.Yazarın her satırı insanı yeni düşüncelere savuruyor.
İki Osmanlı taburunun Bulgar Ordusu geldi diye birbiriyle sabaha kadar çatışmasını ben bu romandan öğrendim.
İki treni birbiriyle çarpıştıran komutanın onlarca askerin ölümüne neden olması skandalını da, yine bu eser ile haberdar oluyoruz
Osmanlı ordusu Bulgarlara karşı bu savaşta üç yüz bin askerle katılıyor..
Yüz bin asker ordudan kaçıyor.
İki yüz bin askerden sadece otuz yedi bin asker sağ kalıyor.
İnsanın içini acıtan Balkan Savaşı’ndaki dehşet verici olayları yazarın muhteşem eserini okuyunca öğreniyor insan.
O zaman da bu dramlar sadece yabancı basında haber oluyor.Yerli basında haber yaptırmıyorlar.
Hep yasak ,hep sansür.
Ordu perişan durumda..
Bırakın askerleri,komutanlar bile gün oluyor yiyecek ekmek bulamıyorlar.Açlık ve yoksulluğun yanında bir de kolera hastalığı baş gösteriyor.Ölen askerler toplu olarak defnediliyor.Devlet askerlerini doyurmayı,savaşmayı,toprağı korumayı becerememiş ama halkını kandırmayı her zaman olduğu gibi becermiştir.
Hikmet bey çok güzel anlatıyor..Bulgar Ordusunun Edirne’yi İşgali Osmanlı İmparatorluğunun çözülmesinin de işaretlerini veriyor.
Ordu böylesi bir açlığı ve hastalığı yaşarken Osmanlı hükümetinin Sadrazamları ve çocukları gece alemlerinde kumarhanelerde karı-kızlarla eğelenip günlerini gün ediyorlar.
Hikmet bey ile oğlu Nizam arasında geçen vatan tartışmaları bunun bir örneği.Nizam Fransa’da yetişmiş ve oranın kültürüyle eğitim almış,ülkesinin kültürünü tanımadığı gibi ‘bu savaşın ne anlamı var’ diye babası ile sert tartışmalara giriyor,’bırak bu savaşı ve ülkeyi terk edip Fransa’ya yerleşelim’ diye ısrar edip duruyor.
Her seferinde ve her tartışmada “savaş sadece cephede olmadığını bütün hayata sirayet edip herkesin ruhunu esir alıyor.Herkes savaştan konuşuyor,herkes düşmanı yenmek istiyor,hiç tanımadığımız görmediğimiz insanların ölmesini istiyoruz...Artık hiç edebiyattan,sanattan ve müzikten konuşmuyoruz,diyor Dilevser.
Ragıp bey de,savaşın vahşeti kesintisiz insan öldürmek ve ölümle bir arada yaşamın inanılmaz dramı ve tezatına dikkat çekiyor;biz savaşta ölenler cennete gideceğiz,düşmanlar da cennete gidecek ve orada da mı, savaşacağız demektedir.
Cumhuriyet döneminde de hala siyaset üzerinden savaş tamtamcıları yoksul halk çocuklarının ölümlerini,cennetlik olarak tanımlarken kendi çocukları askere bile gitmiyor.
Cephede Çavuş komutana ‘halimiz it hali ama keyfimiz paşada yok,diyerek ironi yapıyor.
Devrik Padişah Abdülhamid:”Ordunun başarısızlığını ordu içinden bazı subaylardan almakta,ordu da ki açlığı ve başarısızlığı anlatan ve haber veren subaya;aç ordu ile savaş kazanılır mı?Asker aç diyorlar,levazım ne işe yapar diye soran yok mudur?Trakya’da ordu aç kalır mı,sefere çıkmıyorsun,kendi toprağında savaşıyorsun,nasıl sen askerini aç bırakırsın?Aç askerde maneviyat kalır mı,devletine,kummandanına güven kalır mı?”
İstanbul’un her an düşme durumu söz konusu ve Osmanlı’nın başkentine 40 kilometreden top sesleri geliyordu.Lüleburgaz’da bozulan ordu İstanbul’a doğru dağınık bir halde çekiliyordu.İstanbul’dan önceki son umut Çatalaca’da toplanıp direnmeliydi.Direnmezlerse Osmanlı’nın başkenti işgal altında düşecekti.Ordu gerçekten de dağınık biçimde,aç ve hasta halde kaçıyordu,askerlerin bir kısmı Marmara’ya doğru,bir kısmı ise Karadeniz kıyılarına doğru kaçmıştı ama ordunun ana bölümü nereye gideceğini kestiremediğinden İstanbul’a doğru akıyordu.
Ordunun savaşmak şöyle dursun yürüyecek hali yoktu.Ordu çekiliyordu ama yollar balçık içinde geçtikleri yerlerde asker ve sivil halk cesetlerinden ve kokudan geçilmiyordu.
Ordunun durumu böyleyken İttihatçılarla İslamcılar arasında iktidar hırsı bu vahşeti ve toplu ölümleri görmüyordu bile.Komutan Hikmet bey “gençliğinde İttihat Terakki’nin saflarında Abdülhamid’e karşı mücadeele eden kendi hayatını ve babasının bütün malvarlığını tehlikeye atan, ”ittihat Terakki’yi affetmiyordu,para ve iktidar hırsı onları çıldırttı” diyordu.Padişah devletin sahibidir,hazine onun şahsi kesesidir,hazineye soymaz.Abdülhamid için hırsız diyeni duydunuz mu?Ama İttihatçılar hazineyi soydular.Ama ne soymak,ne hırsızlık ne yolsuzluk...Levazım Daire Başkanı İsmail Hakkı Paşa’yla çetesinin bütün orduyu soyduğunu bilmeyen mi vardı,hırsızlık ayyuka çıkmıştı,şikayetler dolaplara sığmıyordu,bir şey yaptılar mı hayır..
Niye, Enver’in adamlarıydılar çünkü.Hepsi devletin içinde kendi çetelerini kurdular,birbirleriyle dövüştüler.Abdülhamid kendi iktidarı için Dini nasıl kullandıysa,İttihatçılar da medeniyet lafını kendi iktidarları için öyle kullandılar.Kitaptan.
Cumhuriyet dönemi babadan oğula geçen sistemi değiştirdi ama olaylar ve iktidar kavgaları değişmedi,Altan’da bu eseri ile günümüze ayna tutyor.
Bugün Dincilerin Osmanlı’da Abdülhamid dönemini yere göge sığdırmazlar ama o dönemlerde halkın yoksulluğunu,açlığını padişahların saltanatını,ülkede İstanbul’da bile elektriğin olmadığını ve nasıl bir saltanatın sürdüğünü kabul etmezler.İttihatçıların devamı olan Kışlacılar da halkı değil de kendi gelecekleri üzerine devlet içinde oluşturdukları çetelerle nasıl darbe yapacaklarının hesabı içindeler.
Hikmet beyin oğlu Nizam’a söylediği tarihi söz sadece Osmanlı dönemini kapsamıyor, günümüze de ışık tutuyor ve üzerinde yaşadığımız bu topraklar da yaşanan olayları özetliyordu:”Bu memleket sakat doğmuş çocuk gibi düzelmeyecek ama biz sevmeye devam edeceğiz” der.
Roman Çar ailesinin gelini olan romanın önemli karakterlerinden Sovyet devriminde başına gelen unutulmaz acı olaydan sonra kaçarak İstanbul’a yerleşen ,hayatını bir kumarhane de piyano çalarak kazanan müzisyen ANYA’nın hikayesi ile roman son buluyor.
Anya Petersburg doğumlu esas adı Kontes Yuliya Mihaylovna Rodoski’ dir.Çar ailesine piyano çalmış bir genç kız ama gönlünü müzik hocasının oğluna kaptırmış onunla tutkulu unutulmaz aşk yaşar ama kader onu babasının zoru ile Çar’ın kuzeni ile evlenir köşke gelin gider..Bir gün kendisine müzik dersleri konusunda çok emeği geçen hasta olduğunu duyduğu hocasını ziyaret etmesiyle hayatı birden değişir ve hocasının oğlu Piyotr’le karşılaşır aşkı tekrar depreşir.Ve Piyotr ile buluşmaya başlarlar.En güvenilir buluşma yeri olarak Anya köşkün olduğunu söyler ve Piyotr’aya köşkün muhafızların nöbet tutmadığı arka kapının anahtarını verir orada küçük bir oda da buluşurlar... Piyotr Tıppıye son sınıf öğrencisidir ama Anya aşık olduğu Piyotr’un Narodnik(Çar’a karşı mücadele eden Sosyal Devrim harketinin içinde olduğunu bilmez) Piyotr ve arkadaşları köşkün arka kapısından girerek Anya’nın kocasını öldürüp köşkü de ateşe verirler, muhafızlar da Piyotr ve arkadaşlarını öldürürler köşkte olan Anya’nın iki oğlu da yangında ölür.
Bu eyleme Anya’nın yardım ettiği iddia edilir ve babası Anya ile bir daha hiç konuşmaz.Anya yakın dostlarının yardımı ile yolu İstanbul’a düşer kumarhane de Nizam’la tanışır aşk yaşar.Anya’yı görmeye giden Nizam Kumarhane de Nizam’ın eniştesi Tevfik beyi öldürten darbeci Enver beyin adamlarından Kara Kemal ile karşılaşması ile mutfakta kavgaya tutuşurlar, boğuşma esnasında ocaktan sıçrayan ateş ile ahşap köşkte yangın çıkar ve herkes dışarı kaçıp canını kurtarmaya çalışır.Kara Kemal’i alt eden Nizam hemen kendini dışarı atar ve Anya’yı sorar.. Anya’nın da Nizam’ı yalnız bırakmamak için yanan köşkün içine girdiğini söylerler..Nizam başına ceketini kapatarak köşke dalar ve Anya’yı yerde yatarken bulur onu kurtarmak isterken çatı üzerlerine çöker ve Anya’nın kaderi de iki oğlundan farklı olmaz.
Romanı dikkatle okuyup ta günümüze uzanan izini sürdüğümüzde, yazarın neden üç yazısından dolayı dört yıldır Silivri Ceza evinde tutuklu olduğunu daha iyi anlayacaksınız.Yazar Osmanlı’dan Cumhuriyete uzanan Camicilerle Kışlacıların iktidar kavgasını ve darbeleri ifşa ederken, aynı zamanda okura tarihi bir belge sunuyor.
Romanı okuduğunuz da Yazarın neden dört yıldır tutukluluğunun bir esarete dönüştüğünü daha iyi kavrayacaksınız.
Ahmet Altan’ın tahliyesine karşı çıkanlar,tutuklanması ve tutuklu kalması konusunda kışlacılarla Camicilerin ortak hareket ettiklerini,bu Roman tüm detayları ile ortaya koyuyor.Osmanlı’dan Cumhuriyetle de devam eden ‘sivil ve askeri darbelerin’ tarihini öğrenmek için;bu Romanı demokrasiden ve hukuktan yana olan tüm güçlerin hararetle okumalarını öneriyorum.
Yazarlar
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİHıristiyanlıktaki “kurtuluş” fikrinin İslamda yeri olabilir mi? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
28.07.2025
21.07.2025
14.07.2025
7.07.2025
30.06.2025
23.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025