Metin Gürcan
Fırat Kalkanı’nda kritik bir eşikteyiz. 24 Ağustos’ta yaklaşık 600 askerle (takviyeli iki mekanize tabur ve 10-12 Özel Kuvvet Timi) başlayan harekâtta şu an Suriye kuzeyindeki asker sayımız bu rakamın yaklaşık beş katı. Bu hali ile Bab civarındaki asker mevcudumuz asıl kara gücü olması gereken Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) mevcudunun bile üstüne çıktı. O halde “Fırat Kalkanı neye evriliyor?” sorusunu sormanın da zamanı geldi.
Bülent’i hatırlıyorum; Harp Okulu’nda Yöneylem çalıştırdığım, iki sıra arkamda oturan sınıf arkadaşım. Geçen gün Bab’ta şehit olan Aslan Parçası, Özel Kuvvetler Tabur Komutanı Gölcüklü devrem. Bir de hani o kendisini RIZASINI almadan ‘zorunlu asker hizmetine’ koştuğumuz ve ana babasına “O artık önce devlete sonra millete emanet” dediğimiz kınalı kuzu Sefer Taş aklıma geliyor. Son olarak şimdi sahada kan ter içinde, boğaz boğaza görevlerini yapmaya çalışan Kahraman Mehmetçikler. Onlar ölümü kafasında çözmüş insanlar. Ama tam 1.5 sene önce yazdığım ‘Sahanın Öfkesi ve Düşündürdükleri’[1] yazımda da vurguladığım gibi sahaya ölüme gönderdiğimiz bu çocuklarımızın ölümlerini biz geride kalan siviller ANLAMLI, AMACA YÖNELİK ve SORUN ÇÖZER hale getirmek zorundayız. Ancak bu sayede onlar öldükçe güvenliğimizin arttığını, sorunlarımızın çözüldüğünü ve aslında ölümlerinin çok da anlamsız olmadığını onların RUHLARINA hissettirebiliriz. İşte belki biraz sivri dilli, ama kesinlikle teknik-eleştirisel bu rehbere Bülent’le birlikte Bab’ta bıraktığımız vatan evlatlarının aziz hatıratı önünde saygı ile eğilerek başlıyorum.
Aslında 23 Eylül’de T24’e yazdığım ‘Fırat Kalkanı’nda Kritik Karar Noktasına Doğru’[2] adlı yazımda Fırat Kalkanı harekâtının evrimine dikkat çekmiştim. Bu yazımda 24 Ağustos’ta başlayan Fırat Kalkanı’nın mahdut hedefli, kapsamı ve süresi sınırlandırılmış 1’nci aşamasında Cerablus’un kontrolünü sağlayarak ve 2’nci aşamasında batıya genişleyerek Çobanbey’e ulaşması ve bunun sonucunda da IŞİD kontrolündeki son sınır hattı olan Cerablus-Çobanbey hattının IŞİD’den temizlenmesinin 2 ay gibi kısa bir sürede temizlenmesinin başarıldığını vurgulamıştım. Yani Fırat Kalkanı Harekâtı’nın ilk aşaması Türkiye’nin hem masada elini güçlendirdi hem de onun Suriye’ye önemli bir aktör olarak dönmesini sağlayarak başarı ile sonuçlandı. Bab aşamasına kadar toplam 18 askerimizi şehit verdik ama onların fedakarlıkları sayesinde tekrar Suriye’deki diplomasi masasının bir aktörü haline geldik.
O zaman ‘Kısıtlı Harekâttan Topyekûn Savaşa Sürüklenmeme Rehberinin’ (veya sürükleneceksek de ‘Koklayarak Sürüklenme Rehberi’ diyelim) ilk altın kuralı askerlerimizin ölümlerini ‘Anlamlı, Amaca Yönelik ve Sorun Çözer’ halde tutma becerisini kaybetmemektedir. İşte bu beceri için de benim sürekli vurguladığım ‘Siyasi ve Entelektüel Akıl’ devreye giriyor. Çünkü ordumuz, son tahlilde, siyasi bir amaç uğruna ölmesi için besleyip büyüttüğümüz, teçhiz ettiğimiz en önemli sorun çözme vasıtamız. Bu ağır cümle sizi kırmasın, neticede her asker bunun farkındadır. Ancak son zamanlarda siyasilerimizin coşku ve hamaset dolu ‘Şehitliği’ bizatihi AMAÇ haline getiren açıklamaları nedeni ile kafalarımız biraz karıştı. Yani aslında siyasi sorunları ‘anlamlı ve amaca yönelik’ çözmek için siyasi ve entelektüel akla hizmet etmesi gereken askerlerimizin ölümleri bir sorun çözme aracıyken zihinlerimiz bulandı. ‘Şehadet’ AMACIN kendisi olduğu zaman askerimizin ‘şehadeti arzulayan’ bir IŞİD intihar saldırganından ne farkı kalır? Zaten askeri strateji de en az asker ölümü, en az kaynak kullanımı ile en kısa zamanda ve en etkin şekilde siyasi/diplomatik sorun çözme bilimi değil midir?
O zaman tekrar edeyim, rehberimizin ilk altın kuralı şu: Sivil siyasi iradenin ve generallerimizin askerlerimizin ölümlerini sürekli ‘Anlamlı, Amaca Yönelik ve Sorun Çözer’ halde tutma becerisini kaybetmemeleri. Bu becerinin kaybedilip kaybedilmediğinin kontrolü hem siyasetçilerin hem de sivil toplumun ortak sorumluluğu.
Rehberimdeki ikinci prensip ‘ne yaptığınız’ ile ilgili. Dedik ya askerler siyaset ve diplomasi için ölür. Yani 200 yıl önce Clausewitz Babanın dediği gibi: ‘Savaş, aslında siyasetin bir başka şekilde devamıdır.’ Şimdi hiyerarşik silsileye dikkat: Aslında Fırat Kalkanı:
- Mahdut hedefli (hedefiniz artık neresi ise ama ben ne yazık ki kestiremiyorum),
- Kısıtlı süreli (başlangıç zamanı belli ise ama bitiş zamanını ben kestiremiyorum),
- Dar kapsamlı (kontrol ettiği alan/mekan ve katılan birlik mevcutları açısından ama ben harekâtın her geçen gün büyüdüğünü görüyorum),
- Sınır ötesi bir HAREKÂT olarak planlandı.
Aslında TSK’nın MT 145-1 Müşterek Harekât Talimnamesinin tanımına göre Fırat Kalkanı tam da ‘düşmanın fiziki varlığından imhadan ziyade doğrudan SİYASİ sonuçlar doğurmayı hedefleyen ETKİ odaklı ve sınır ötesi (başka bir egemen ülke topraklarında) bir harekât.’ Yani o zaman Fırat Kalkanı tam olarak mahdut hedefli, kısıtlı süreli, dar kapsamlı ve etki odaklı olarak planlanmış bir sınır ötesi harekât olarak tanımlanabilir.
Ama şimdi Bab’ta harekât icra eden askerlerimizin sayısı başlangıçtaki mevcudun 5 katına çıkıp desteklediğimiz Özgür Suriye Ordusu (ÖSO) unsurlarının sayısını geçince bir kritik eşiği de geçmiş olduk. Ayrıca hem siyasi karar alıcılarımızın açıklamalarından şimdilik Bab bölgesinde sürse de bu harekâtın Fırat Batısında Munbiç bölgesine hatta Fırat Doğusuna (PYD-PKK kontrolündeki ve ABD himayesindeki Kobane ve Cezire kantonlarına) veya Irak’ta Sinjar bölgesine büyüyebileceği/taşabileceği konusunda sinyaller alıyoruz.
Tam da şu anda mahdut hedefli ve etki odaklı bir harekâtla adı konmamış ve belirsiz bir savaşın arasındaki ince çizgideyiz.Şayet bu geçişi tasarımlayıp, planladıktan sonra hem sahada hem de diplomatik düzeyde yönetebilecek kapasitemiz varsa sorun yok. Umarım vardır. Ama bir gelişme ‘siyasi etki doğurmak için planlanan ve icra edilen’ ve bu güne kadar 36 (veya 38 ki bu muğlaklık bile nasıl bir bulanık güç mücadelesi içinde olduğumuzu gösteriyor) askerimizin anlamlı, amaca yönelik ve sorun çözücü siyaset ve diplomasi için canını verdiği gerçeği ile çelişiyor. 21 Aralık’taki Moskova Deklarasyonu’na imza atarak ‘demokratik ve seküler bir devlet olarak Suriye Arap Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına, birliğine ve toprak bütünlüğüne’ saygı duyduğumuzu ilan ettik. O zaman Fırat Kalkanı’nın mekanı olan Suriye topraklarındaki egemenlik hakkının sahibini Şam olarak görüyoruz demektir. Sahadaki gerçeklik olan Fırat Kalkanı’nın etki gücünü zayıflatan bu diplomatik gerçeklik bize şunu dayatıyor Bab’ı IŞİD’den alsak bile günün sonunda (belki 1 ay, belki 1 yıl sonra ama bir gün mutlaka) Şam yönetimine teslim etmek zorunda kalmayacak mıyız? ‘Önce Bab’ı alalım sonra masada sıkı bir pazarlıkla veririz’ bir seçenek olabilir ama bu seçenek aynı zamanda bir seneden beri bir türlü üstüne çıkamadığımız ‘Üst Akılın’ bizi PKK-fobia ve Şia-fobia üzerinden IŞİD’le tokuşturma stratejisinin bir alt unsuru da olamaz mı? Neden bir anda biricik TSK’mız Bab’ta Suriye ordusu ve Irak ordusundan sonra dünyada IŞİD ile savaşan 3’ncü konvansiyonel ordu haline geliverdi? Siyasi, entelektüel ve diplomatik aklımız niçin bizi dünyada o kadar ordu dururken IŞİD’le cephe savaşına giren 3’ncü konvansiyonel ordu haline gelmemizi engelleyemedi? Neyse, bu sorunun cevabı başka bir yazının konusu. Ama aynı zamanda rehberimizin de önemli bir maddesi.
Pek çok stratejist, uzman ve hatta akademisyen Fırat Kalkanı Operasyonu’nun ve Bab’ın zafere giden yolda çok hayati olduğunu; Çanakkale Savaşı, Kurtuluş Savaşı gibi BÜYÜK tarihi örneklerle açıklıyor. Ama zaferi tanımlamıyorlar. Peki Fırat Kalkanı ile kazanmayı umduğumuz ZAFER ne? Şu ana kadar karar alıcılarımız zaferi nasıl tanımladıklarına dair net, açık, ölçülebilir ve değerlendirilebilir yorumlar yapmadıkları için zafer tanımımızı ben bilmiyorum.
Ama medyamızda hakim yaklaşıma göre zafer Bab’ı almak. Çünkü Bab çok kritik. Gerisi? Allah kerim. Sonra ama mutlaka sıra önce Munbiç’e daha sonra Fırat doğusuna ve hatta Sinjar’a gelecek. Buralarda da ‘giderek belirginleşmekte olan PKK-İran işbirliğine’ karşı sahada askeri mücadele göstereceğiz.
Ankara’nın bu iradeyi sadece muhatapları ile masaya oturduğunda pozisyonunu güçlendirmek için bir ‘söylem’ (veya caydırıcı bir blöf) olarak mı gösterdiğini yoksa buna gerçekten inandığını anlamak için zannımca çok da beklemeyeceğiz. Çünkü hem sahada hem de diplomasi masalarındaki gelişmeler KONTROLSÜZ ve OTOMATİK SÜREÇLERLE çok hızlandı. İşte beni korkutan da bu kontrolsüz ve otomatik süreçler. Çünkü bunlar en çok sahadakileri terletecek ve bedel ödetecek. Ayrıca bir önceki yazımda da belirttiğim gibi hem sahada hem de diplomasi masasındaki gelişmeleri belirleyecek temel dinamik, ABD ile Rusya arasındaki stratejik ilişki.[3] Özellikle de Trump yönetimindeki ABD’nin stratejik tercihleri.
Ama bir şey gerçek Fırat Kalkanı’nda Bab’ı ele geçirebilirsek, ele geçirdikten sonra nasıl ve ne kadar süre elde tutacağımıza (Unutmayın böyle harekâtlarda elde tutmak ele geçirmekten her zaman daha zordur) ve ne zaman/hangi şartlarda ve kime Bab’ı devredeciğimize dair hem sahada hem diplomatik alanda bir netlik yok. İşte tam da bu belirsizlik, kaosun ve belirsizliğin prensi Trump ve Ortadoğu’yu devraldıkça ilginç şekilde hem ekonomik hem de askeri maliyetleri artmaya başlayan Putin için istismar edilecek bir HASSASİYET haline gelmiyor mu?
Acaba etki odaklı planlanan Fırat Kalkanı’nın Moskova Deklarasyonu ile etkisi büyük oranda azalmasına rağmen Bab civarında giderek artan askeri hareketliliğimiz bizi uzun süreli ve BELİRSİZ bir savaşa sürükleyebilir mi?
Veya şöyle sorayım: Acaba Fırat Kalkanı şimdi olduğu gibi hedefleri, zamanı ve kapsamı sınırlı sınır ötesi, etki odaklı bir harekât olarak mı kalmalı yoksa ne pahasına olursa olsun ‘Türkiye’nin IŞİD ve PKK terörü ile Bölgesel Savaşına’ mı dönüşmeli? Acaba bu seçeneklerden hangisi uzun dönemde Türkiye’nin faydasına olur?
Umarım bu jilet gibi kaygan Ortadoğu yokuşunda yukarı çıkmak için atacağımız bir hatalı adımın bizi bulunduğumuz yerden çok daha aşağılara hatta DİBE kadar kaydırabileceğinin farkındayızdır. Ama olguların tepetaklak edildiği şu duygusal/coşkusal gerçekliğimizde kimimiz benim ‘dip’ diye tanımladığım o son noktanın ‘zirve’ olduğu iddiasında. Umarım gidilen yer ‘dip’ değil ‘zirvedir’ ve ben yanılırım.
O zaman rehberimize Fırat Kalkanı Harekâtı’nı 1990-1991 Körfez Harekâtı’nın ABD’li komutanı Colin Powell’ın ABD’nin Vietnam, Irak ve Afganistan çuvallamalarından sonra 1990’lar sonunda geliştirdiği ve 2009’da artık ABD askeri çevrelerinde sınır ötesinde büyük çaplı askeri harekât başlatmadan önce bu harekâtın uzun soluklu bir savaşa dönüşmemesi için kullanılan ‘Powell Doktrinin’ altın prensipleri ışığında Fırat Kalkanı’nı bir analiz edelim.
1. Tehdit gerçekten HAYATİ milli çıkarlara mı yönelik?
Bu noktada Türkiye’nin hayati milli çıkarlarını tartışmaya açmak gerekiyor. Öncelikli tehdidimiz hangisi: FETÖ mü, IŞİD mı yoksa PKK mı? Görünen hepsi de silahlı, sınır aşan ve aslında küresel bir aktör-network paketi olan bu üç ‘devlet dışı aktör’ ile aynı anda ve hepsine birden karşı mücadele stratejisi benimsiyoruz. Ve bu aktörlerle mücadelemizi olabildiğince ‘askerileştirme’ konusunda da bir kısıtımız yok. Ama hayati çıkar-kapasite dengesini en iyi şekilde kurabilmek için ideolojileri, stratejileri, kullandıkları yöntem ve vasıtalar ile oturdukları sosyolojiler farklı bu tehditlerin hangisinin hayati çıkarlarımızı en çok tehdit ettiğine karar vermemiz gerekiyor. Özellikle Suriye kuzeyinde acaba IŞİD mı yoksa PYD mi Türkiye’nin hayati milli çıkarlarına daha öncelikli tehdit? Bu sorunun cevabını net bulabilmiş değiliz.
2. Siyasi hedefler net anlaşılır ve BAŞARILABİLİR mi?
Fırat Kalkanı’nın net anlaşılır siyasi hedefleri var mı? Ne yazık ki henüz bu sorunun cevabını tam olarak bilemediğimden onların ‘başarılabilir’ mi ‘başarılamaz’ mı olduklarına dair bir tespit yapamayacağım.
3. Alınan risk ve beklenen fayda DÜRÜSTLÜKLE analiz edildi mi?
Bu madde, bir harekâtın getirdiği olası risklerin ve faydaların analizinin çok iyi ve dürüstçe yapılması gerektiğini vurguluyor. Umarım Fırat Kalkanı’nın ilerleyen aşamaları için bu analiz yapılıyordur.
4. Diplomasi başta olmak üzere tüm diğer yollar sonuna kadar zorlandı mı?
Bu prensip askeri güç kullanımının diplomatik tüm yollar tükendikten sonra en son çare olacağını vurguluyor. Yani siyasi sonuçlar doğurmak için icra edilen etki odaklı harekâtlarda askeri güç kullanımı bile diplomatik tüm yollar tüketildikten sonra başvurulması gereken bir yöntem olmalı.
5. Savaşın anlamsız uzama riskine karşı iyi bir ÇIKIŞ STRATEJİSİ yapıldı mı?
Suriye gibi ‘akışkan’ bir güvenlik ortamına girerken önce ‘Çıkış Stratejisinin’ sonra kalışın planlanması gerektiğini yaklaşık bir seneden beri dillendiren biri olarak Fırat Kalkanı için ‘Çıkış’ kriterlerinin çok iyi belirlendiğinden; zamansal, mekânsal, kuvvet ve kayıp rakamları gibi kriterler ışığında belirlenebilecek çıkış kriterleri gerçekleştiğinde Çıkış Stratejisinin kesinlikle uygulanacağından emin olmak istiyorum.
6. Savaşın iç siyasette/toplumda yaratacağı tüm olası etkiler ve sonuçları iyi tahlil edildi mi?
Bölgemizde sivilin sivile uyguladığı şiddetin giderek militerleştiği, para-militer milislerin ve eli silahlı sivillerin önde olduğu düşük yoğunluklu ve çok uzun süreli bir vekalet savaşları (proxy wars) dönemine girildiği görülüyor. Şimdi size ilginç bir kıyaslama yapmak ve sonra tespitimi sunmak isterim. Bu, bir Türkiye-İran kıyaslaması. İran, eli silahlı sivil milis kullanma konusunda çok ciddi bir devlet aklına ve tecrübesine sahip. Pers milliyetçiliği ve Şii inancı ile buluşan bu eli silahlı siviller ‘askeri yeteneklere’ kavuştukça ve kurumsallaştıkça İran’da bizdeki FETÖ gibi devletin içine sızmak veya İran içinde silahlı operasyonlara yönelmek yerine İran dışında, özellikle son dönemde Irak ve Suriye’de İran’ın milli çıkarlarına alan açmak için birer ‘mızrak ucu’ olarak kullanılıyorlar. Ancak konu Türkiye’nin ‘para-militer askeri/güvenlik kapasitesine’ geldiğinde İran’da devletin kurumsal yapısını etkilemeyen ve topluma doğrudan tehdit olmayan ‘Şii Cihadının’ aksine Türkiye’nin para-militer kapasitesini şekillendiren Selefi-Cihadçı motivasyon ileride hem devletin kurumlarını ‘zehirleme’ potansiyeli taşıyor hem de toplumsal fay hatlarımızı tehdit ediyor. Kısaca İran’ın para-militer kapasitesi askerileştikçe yurt dışındaki operasyonları için birer ‘mızrak ucu’ görevi görürken bizim para-militer kapasitemiz askerileştikçe devletin eli silahlı askerlerini/polislerini bile zehirleyebilecek ‘Selefi-Cihadçı’ bir motivasyonu ve toplum içindeki etnik (PKK çatışması) ve mezhepsel fay hatlarını tetikleyebilecek potansiyel bir risk haline geliyor. Yani aslında bizim Suriye ve Irak’a uzatmak istediğimiz ‘mızrağımızın’ ucu bize dönük ve oradan gelebilecek bir darbe ile sopa gibi kullandığımız mızrağımızın ucu hem devlete hem de topluma zarar verebilir.
7. Savaşa dair toplumun tamamına yakınının desteği alındı mı, toplumsal meşruiyet tam mı?
Andy Ar’a göre Kasım ortası itibarı ile Fırat Kalkanı’na destek yüzde 70’ler düzeyinde.[4] Bu rakam kimine göre çok yüksek. Ama bence harekâtın bir savaşa sürüklenme potansiyeli göz önüne alındığında epey düşük. Bu prensipteki ‘Tamamına Yakını’ tabirini ve yüzde 90 ve üstü destek olarak okuyorum. Bakalım önümüzdeki anketlerde harekâta yönelik toplumsal destek nasıl bir değişim gösterecek?
8. Uluslararası sistemde ve uluslararası hukukta savaş MEŞRU görülüyor mu?
İşte Fırat Kalkanı ile ilgili kritik prensiplerden biri bu. Önce bir gerçek: Bir ülkeye toprağına, egemen olmayan devlet tarafından askeri müdahalenin uluslararası hukuk tarafından meşru görülebilmesinin üç yolu mevcuttur:
- Bunlardan ilki meşru müdafaa hakkının kullanımı,
- İkincisi ise Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin bu doğrultuda bir karar alması,
- Sonuncusu ise meşru bir yönetimin talebi üzerine, söz konusu ülkede askeri varlık göstermek.
Bunlardan ayrı olarak bir de “insani müdahale” yahut “insancıl müdahale” olarak adlandırılan, tartışmalı olmakla beraber ilerleyen yıllarda kabul göreceğini düşünebileceğimiz müdahale biçimi de söz konusudur.
Türkiye’nin ‘meşru müdafaa’ hakkı olarak görüp bu maddeye dayandırdığı Fırat Kalkanı hakkında Halep’in kontrolünden sonra hem Suriye içinde hem de uluslararası ortamda meşruiyeti artan Esad yönetiminin Fırat Kalkanı Harekâtı’nı arzulayacak herhangi bir iradeye sahip olmadığı gibi tam aksine, bu operasyonu kınadığını, egemenliğinin ihlali olarak gördüğünü, bu yönde sık sık açıklamalarda bulunduğunu biliyoruz. Ayrıca Fırat Kalkanı’nda hedefin IŞİD mı PKK mı olduğuna yönelik kafa karışıklığımız ile harekâtın güneye taşması ve Bab’tan sonra Munbiç’e büyüme ihtimali harekâtın meşruiyeti konusunda uluslararası ortamda bir tartışmanın başlayabileceğini gösteriyor. Bu nedenle harekâtın nasıl evrildiğine bu tartışmalar da yön verecek.
Aslında bu satırları bir Pazar öğleden sonrası 10 yaşındaki kızımı ve arkadaşlarını basketbol antremanında seyrederken yazıyorum. Onların coşkusu ve masumiyetini gördükçe geleceği onlara bırakacağımız en önemli mirasımız olarak gördüğüm için kendimi sorumlu hissediyorum. Hayatı dikiz aynasından algılamak ve ‘an’a yapışmak yerine onlara yani geleceğimize yüzümü çevirdiğim için iflah olmaz bir iyimserim. Ve iflah olmaz bir iyimser olarak Fırat Kalkanı’nın neye evrildiğine dikkat çekebilmek için bu yazıyı yazmayı onlara karşı namus borcu biliyorum.
[1] Lütfen okuyunuz: http://www.radikal.com.tr/yenisoz/o-yarbayin-ofkesi-ve-dusundurdukleri-1420715/ (Erişim 25 Aralık 2016)
[2]Lütfen okuyunuz: http://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/firat-kalkaninda-kritik-karar-noktasina-dogru,15507 (Erişim 25 Aralık 2016)
[3] Lütfen okuyunuz: https://t24.com.tr/yazarlar/metin-gurcan/2017ye-girerken-riskler-ve-firsatlar,16186 (Erişim 25 Aralık 2016)
[4] Bakınız: http://www.haberturk.com/gundem/haber/1329512-halkin-terorle-mucadeleye-bakisi-nedir (Erişim 25 Aralık 2016)
Yazarlar
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYAzerbaycan ile Rusya arasında savaş çıkar mı? 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSüreç ya da Çözüm Komisyonu 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUKötülük durur durur, seni de vurur! 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSuriye’de istikrarı sağlamak mümkün mü? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBeyaz Toroslu savcı olayına iktidar nasıl bakıyor? 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANTartışmayı kazanmaktan önce becermek gerek 21.07.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYABeşiktaş düzene karşı çıktı: Sessiz devrimin adı olacak 19.07.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerULUSAL KİMLİK DAVASI 18.07.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTaşıyıcı koalisyonlar ve ormanın içindeki CHP 17.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENKürt ulusunun kavgasında bir sosyalist lider 13.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
23.09.2021
9.09.2021
11.08.2021
5.04.2021
2.01.2021
16.03.2020
23.11.2019
31.08.2017
12.08.2017