Oya BAYDAR
Bir 29 Ekim günü, Mustafa Kemal Ankara’da mütevazı bir binada göbeğini kesip adını koyduğundan bu yana 91 yıl geçmiş. Dört kuşak; altısı asker kökenli, ikisi askerî darbe lideri on iki cumhurbaşkanı; başarılarla, yenilgilerle, acılarla, sevinçlerle, çatışmalarla uzlaşmalarla, birlik özleyip, barış konuşup ayrılmalarla, bölünmelerle geçen 91 yıl...
Bir yarımız onu: 1923 Kemalist Cumhuriyet’i çok, giderek daha çok ve tutkulu sevdi, kendini onun gerçek sahibi saydı. O kadar çok sevdi ki öteki yarımızla paylaşmak, tümümüzün sahiplenmesine izin vermek bile istemedi. Öteki yarımız ise sahiplenemediği çocuğu benimseyemedi, sevemedi.
Kimilerimiz adlarının başına T.C. rumuzu koyup, Cumhuriyet’i inanç nesnesi sayıp, birliğin simgesi olan bayrağı ötekilerin kafasına tehdit silahı olarak sallarken kimilerimiz o bayrağı yakmaya, parçalamaya, resmî binaların tabelalarındaki T.C.’yi silmeye kalkıştı; kimileri de benim bayrağım seninkinden daha büyük diyerek bayrak yarıştırdı.
Neden hepimizin cumhuriyeti olamadı?
1923 Cumhuriyeti; çok milletli, çok etnili, çok dinli bir imparatorluğun parçalanma sürecinde Türk unsurlara dayalı bir ulus devlet projesinin yönetim modeliydi. Dönemin dünya ve bölge koşullarının, coğrafyanın özelliklerinin, çağın ruhunun, devletler arası güçler dengesinin bütün izlerini, imkânlarını ve kısıtlarını taşıyordu. Misak-ı millî sınırları içinde çoğunluk nüfus kümesini meydana getiren, ancak ulus bilincine tam ulaşmamış Türk unsurları uluslaştırma ve yeni rejime (cumhuriyete) sahip kılma mücadelesiydi. Cumhuriyet’in, Mustafa Kemal’in devrimci liderliği altındaki taşıyıcı kadroları: Anadolu’yu Türkleştirme yolunda “mıntıka temizliği” ne 1910’ların ortasından itibaren başlamış olan İttihat Terakki kökenli asker-sivil bürokratlar, Batıcı ve Batılı laik elitlerdi; ilk dönemlerdeki kitlesi ise okumuş yazmış orta sınıf kent aydınları, Anadolu’da yüzyılların Sünni egemenliğine karşı laikliği sığınak olarak gören Aleviler, Sahil kesimlerinin Batı’ya yönelen sermaye sınıflarıydı. Mustafa Kemal’in ideolojik-kültürel zihniyet dünyasının (muasır Batı medeniyetine özlem, laik, pozitivist, aydınlanmacı dünya görüşü, vb.) damgasını taşıyan Türkiye Cumhuriyeti bu kadroların eseri olacak, sonraki dönemlerde asker-sivil cumhuriyet oligarşisiyle birlikte Batıcı cumhuriyetçi elitler ve destekçileri, kendilerini hep memleketin ve cumhuriyetin gerçek sahipleri, cahil halkı (yani öteki yarıyı) güdecek, eğitecek misyon sahibi kurtarıcılar, ideolojik önderler olarak göreceklerdi.
1920’ler, 30’lar Anadolusu’nun henüz ne uluslaşmaya ne de cumhuriyete hazır olan, kapitalist pazara açılmamış, aşiret, töre, bey, ağa kıskacında içine kapalı yaşayan Müslüman muhafazakâr halk kesimleri, yoksul kitleler (ki nüfusun çoğunluğunu meydana getiriyorlardı) kendileri için ama çoğu zaman kendilerine rağmen ve zorlamayla uygulanan devrimci dönüşümlerin dışında kaldılar, kendilerine güdülecek sürüler olarak küçümsemeyle ya da acıyarak üstten bakan, değerlerini, inançlarını, kültürlerini küçümseyen, hizaya getirmeye çalışan cumhuriyet elitlerinden ve devrimlerinden uzaklaştılar.
Kemalist ideolojinin ışığında hayata geçen cumhuriyet projesi ve ulus inşaı süreci; cumhuriyet vatandaşı şablonuna uyum göstermeyen/gösteremeyen kesimleri asimile etmeye, tek tipleştirmeye, Türkleştirmeye, Cumhuriyet’in hizmetine sokmaya çalışırken kitlelerin ve siyasî mihrakların direnciyle karşılaştıkça baskıcı, otoriter, vesayetçi eğilimler ağır bastı. Geniş halk kesimleriyle Cumhuriyet kadroları ve değerleri arasında makas daha da açıldı.
Ne inkârcılık ne tapınma
Bugün 91 yaşındaki Cumhuriyet’i kendi siyasî- ideolojik konumlarımızdan değerlendirirken, toplumun içine itildiği çatışmacı ve cepheleştirici ortamda ne yazık ki inkârcılıkla tapınma arasında kalıyoruz. Oysa inkârcılık ve siyasî hasımlığın gerçekleri çarpıtan, karartan gözlükleriyle bakarsak dünü de bugünü de anlayamayız. Dünle hesaplaşıp bugünü soğukkanlılıkla, gerçekçilikle değerlendiremezsek bunca yıldır çözüleceğine dağ gibi büyüyen toplumsal-siyasal sorunlarımızla baş edemeyiz. En önemlisi de toplumumuzdaki yarılmayı, parçalanmayı, neredeyse cinnet haline varan karşılıklı husumeti engelleyemeyiz.
Kemalist Cumhuriyetin çok önemli kazanımlarını, Cumhuriyet Türkiyesi’nin bütün olumlu değerlerini benimsemek, derinleştirmek, güncellemek gerekiyor. Ama asıl mesele bu kazanımları, bu değerleri toplumun bütününe yaygınlaştırabilmek, toplumun bir bölümünün kazanımları olmaktan çıkarıp “benim cumhuriyetim”i “bizim cumhuriyetimiz” kılmak. Başarılamayan buydu: çünkü geniş halk kesimlerinin kültürleri, değerleri, inançları, kimlikleri, varlıkları otoriterlikle, vesayetçilikle, asimilasyonist baskılarla, tekleştirme/Türkleştirme zorlamalarıyla, toplumsal yapıyı hesaba katmayan pozitivist ve baskıcı bir laiklik anlayışıyla bastırılıp yok edilmeye; mozaik değil mermer bir toplum yaratılmaya çalışıldı. Ve tabii geri tepti.
1920’lerin, 30’ların koşullarında, ulus devletin kuruluş sürecinde, o çağın dünyasında başka türlüsü mümkün müydü? Düşünmek, tartışmak gereken önemli bir soru; ama en azından II. Dünya Savaşı sonrasında, 1950’ler dünyasının ve Türkiye’sinin koşullarında pekâlâ mümkündü. Bir ayağı Kemalist toplum projesine sıkı sıkıya basan tekçi devlet ideolojisi; asker-sivil bürokratik oligarşinin darbeci vesayetçi tutuculuğu, kendilerini halkın üstünde, ülkenin tek sahibi sayan/sanan Cumhuriyet seçkinlerinin ideolojik egemenliği 23 Cumhuriyeti’nin demokratik cumhuriyete dönüşmesini, başka bir deyişle devletin demokratikleşmesini engelledi.
Demokratik cumhuriyet umudu yok mu?
Yıllar geçiyor, çağın ruhu, dünya ve dünya ile birlikte Türkiye de değişiyordu. 1950’lere doğru toplum kabuklarını kırmaya, dipten gelen dalgalar 23 Cumhuriyeti’nin imtiyazlı siyasal sınıfını sarsmaya başlamıştı. Çok partili sisteme geçilmesiyle birlikte ilk seçimlerde Demokrat Parti’nin iktidara gelişi, asker-sivil oligarşi ve destekçileri açısından “karşı devrim”di. Nitekim 27 Mayıs 1960’ta “Yeter! Söz milletindir” diye iktidara gelen Demokrat Parti Hükümeti geleneksel iktidar sahipleri tarafından darbe ile alaşağı edildi.
Sonrasını biliyoruz; her on yılda bir modern- postmodern darbeler, müdahaleler. Buna karşılık on yıllardır memleketin sahipliğinden ve siyaset sahnesinden dışlanmış geniş toplum kesimlerinin: Müslüman muhafazakâr, dindar halk kitlelerinin, kimlikleri inkâr edilen Kürtlerin, Alevilerin, diğer farklı inanç gruplarının, kültürel azınlıkların, etnilerin, asimilasyona, tehcire uğrayan Rumların, Ermenilerin, diğerlerinin biriken, kabaran tepkileri...Bu topraklar üzerinde kendi kimlikleri, kendi inançları, kültürleri ve siyasî tercihleriyle eşit yurttaşlar olarak yaşama haklarını çeşitli şekilde ve yoğunlukta talep etmeleri...
Bu talepler Kürtlerin silahlı isyanına; nüfus çoğunluğuna da sahip Sünnî Müslüman kesimlerin siyasî İslama, İhvan’a ve onun Türkiye’deki temsilcisi AKP’ye teslim olmaları aşamasına varmadan, gerçekten çoğulcu ve demokratik bir cumhuriyet çerçevesinde karşılanabilirdi ancak. Olmadı, oldurulmadı.
Şimdi, başta Atatürkçü laik cumhuriyetçiler olmak üzere hepimiz, 91 yıl sonra yaşanan bugünkü vahim gelişmelerde kendi payımızı sorgulamak, geniş halk kitlelerinin neden AKP’nin arkasında saf tuttuğunun muhasebesini yapmak zorundayız. Günümüzde cumhuriyetin kazanımlarını korumak; “ötekiler”e düşmanlıktan kan alan, 1923’lerde, 30’larda kalmış ezberlerin tekrarıyla, sembollerin tabulaştırılmasıyla, yitirilen iktidarın öfkesiyle kitleleri suçlayarak değil, o kazanımları demokratik yöntemlerle yaygınlaştırmakla, benimsetmekle mümkün. Sözün kısası: 1923 Cumhuriyeti’nin demokratikleştirilmesiyle, demokratik cumhuriyetle mümkün. 1920’lere, 30’lara, elli yıl öncesine saplanıp kalmadan bugünün ihtiyaçlarını, bugünün Türkiye’sini kavramakla mümkün. Yeni Türkiye’yi ve yeni cumhuriyeti AKP inkârcılığının ve yıkıcılığının elinden almakla, AKP’yi aşmakla mümkün
Bunu başarabilecek miyiz? 23’lere takılıp kalırsak HAYIR, cesaret edebilirsek, EVET.
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları










































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024