Sezin ÖNEY
Son iki yılda, Suriyeli, evinden barkından olup komşu ülkelere sığınmak zorunda kaldı. Bugün, Türkiye’de de, tahminen 400 bin Suriyeli mülteci var. Bu kişilerin, yarısı kamplarda; ya diğerleri? Ne sayı, ne akıbetlerini bilebiliyoruz.
Türkiye, Suriye’deki çatışma mağdurları için ülke içinde oluşturulan mülteci kampları ve sınır ötesinde insani yardım yapan bazı yerli kuruluşları desteklemek için, kendi bütçesinden en az 1,5 milyar dolar harcadı.
Bu rakama, tonlarca buğday vesaire gibi bazı kalemler de dâhil değil; yani toplam tutarı, devlet içinde sayılı kişi biliyor.
Türkiye, sadece Suriye’de yaşanan trajedi nedeniyle değil, tarihi boyunca mülteciler konusuna son derece aşina olmuşken, bu konuyla ilgilenen bürokratik birimler ve hatta yasal çerçeveyeyse son bir-iki yıldır kavuşuyor.
Birleşmiş Milletler’in mültecilere yönelik Cenevre Sözleşmesi, 1951’de imzalandı, 1961’de de, Türkiye, bu anlaşmaya taraf oldu. Ancak Sözleşme, hazırlandığı şekliyle, sadece 2. Dünya Savaşı sonrası Avrupa’sının gerçeklerini gözetiyordu. Buna göre, sadece 1951’den önce ülkesini terk etmek zorunda kalan ve Avrupa coğrafyasından gelen kişiler, “mülteci” konumundaydı. Zaman ve coğrafya kısıtlaması 1967’de, ek protokollerle kaldırıldı. Günümüzdeyse, sadece Madagaskar, Kongo, Monako veTürkiye, bu ek protokolleri gözardı edip, sadece “Avrupa’dan gelenlere”, yasal olarak “mülteci”sıfatını veriyor. Bu nedenle de, Türkiye’deki resmî söyleme göre, sadece 40 kadar mülteci var.
İyi niyetli bir bakışla; bu sene, bazı yasal ve idari dönüm noktaları yaşandı; göç ve mülteciler konularıyla ilgilenen sivil toplum örgütlerinin büyük umutlar ve son derece somut bir destekle, büyük emeklerle hazırlanmasına müdahil olduğu “Yabancılar ve Uluslararası Koruma Kanunu”(YUKK), 4 nisanda kabul edildi. 11 nisandan beri de, “Göç İdaresi Genel Müdürlüğü” (GİGM) adlı birim, bu konulardaki kilit politika oluşturma ve uygulamayı yönetme birimi hâline geldi.
Ne var ki, YUKK ile bile, mültecilerin “adı konmuş” değil. Mültecilere verilen statü hâlâ, “geçici koruma”; yani Suriye’den gelenlere, yasal olarak “mülteci” denmeyerek, hukuki sorumluluktan aslında kaçınılıyor.
Hükümetin, mültecilere “cana yakın” bir tonlamayla, “misafir” olarak hitap etmesi,“misafirperverliği ile ünlü” olduğunu düşünen bir kamuoyuna sahip Türkiye’de kulakları okşayabilir.
Fakat “misafirin” yasal tanımlamasının, “geçici koruma rejimi kapsamındakiler” olması, onları hukukun koruması dışında bırakıyor.
Bu da, “Türkiye’nin iyi kalbinden” ne denli dem vurulursa vurulsun, “keyfî muameleye” de zemin hazırlıyor.
Dahası, adı konmamış bu mülteciler, devlet dışında kimsenin görmediği bilmediği bir Bakanlar Kurulu yönetmeliğine İçişleri Bakanlığı Yönergesine tabi.
Sivil toplum örgütlerinin ifadesine göre, Türkiye’deki Suriyeliler ve barındıkları mekânlar, İçişleri Bakanlığı’nın hazırladığı, kamuoyu, tüm sivil toplum ve hatta yasama organından gizlenen bir “gizli yönergeye” bağımlı. 30 Mart 2012 tarih, 62 sayılı “Türkiye’ye Toplu Sığınma Amacıyla Gelen Suriye Arap Cumhuriyeti Vatandaşlarının ve Suriye Arap Cumhuriyetinde İkamet Eden Vatansız Kişilerin Kabulüne ve Barındırılmasına İlişkin Yönerge”nin bir hayalet gibi adı var; kendisine ulaşabilen bir tek tanrı kulu yok.
“Kendi kaderini tayin hakkına sahipler”
AKP Adıyaman Milletvekili Mehmet Metiner’in deyişiyleyse, “Suriyeliler, muhacir konumunda, kendilerini evlerinde hissetmeleri için de her şey yapılıyor. Hatta bu kamplarda, bir tür ‘self-determinasyon’ yani, kendi kaderini tayin prensibi hâkim. Kamp içi muhtarların seçiminden, kamp içi hak-hukuk işlerine, bir tür özerklik sözkonusu”.
“Yeni Suriye”, “öz yönetimi” kadar, son iki yılda, Türkiye’deki kamplarda dört bine yakın Suriyeli bebeğin doğumuyla, belki de bu kamplarda filizleniyor.
Peki, Suriyeli mültecilerin kampları, ilk örneklerinin açıldığı Mayıs 2011 tarihinden beri, neden Türkiye çapında faaliyet gösteren ve tam manasıyla bağımsız, insan hakları ekseninde çalışan sivil toplum örgütlerine kapalı?
Sadece onlara değil, bazı kısıtlı ve önceden her detayı programlanmış geziler dışında, basına ve uluslararası insani yardım örgütlerine neden kapı duvar bu kamplar?
Devletin ilgili birimleri, durumu; “kamplardakiler meraklı gözlerle izlenecek maymunlar değil” diye açıklıyor durumu. Hatta Suriye’de Esed rejimini destekleyen ajanların, Türkiye’de de cirit attığını ve kamplardakiler ile ülkelerinde kalan yakınlarının can güvenliğinin tehlike altında olduğunu da iddia ediyorlar.
Bu açıklama, benim gizli kahramanlar olarak nitelediğim, bilgi, donanım, yürek ve her koşulda doğruyu söyleyen saf dürüstlükleriyle hayranlığımı kazanan, Mültecilerle Dayanışma Derneği’nden Taner Kılıç, Uluslararası Af Örgütü’nden Volkan Görendağ ve Helsinki Yurttaşlar Derneği’ndenOktay Durukan gibi, Mülteci Hakları Koordinasyonu (MHK) bünyesinde yer alan sivil toplum aktivistlerinin, bu kamplardan resmen neden uzak tutulduğunu izah edemiyor.
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024