Sezin ÖNEY

Sezin ÖNEY
Sezin ÖNEY
Tüm Yazıları
Komplo teorimiz
6.10.2011
2731

 Herşey değişip de bu kadar aynı mı kalmak zorunda?

Bu hafta, Başbakan Erdoğan’ın “PKK’ya yardım eden Alman vakıflarından” dem vurması, birden 2007’deki muhtıra fırtınasından bir yıl önce dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt’ın, dünyanın ve Türkiye’nin önde gelen bazı düşünce kuruluşlarını, ordunun kuyusunu kazan çalışmalar yapmakla suçlamasını anımsattı.

O dönemde,  dünyayı ele geçirmek için “renkli devrimler” yapmakla suçlanan renkli kişilik George Soros da, “milli takıntımız” haline gelmişti.

Madem bir zamanlar Türkiye’de bunlar yaşandı, şimdi herhangi bir düşünce kuruluşu, vakıf, sivil toplum örgütü hakkında güçlü bir siyasetçi açıklama yaparken kılı kırk yarmamalı mı? ŞÖYLE DAHA İYİ:

Madem bir zamanlar Türkiye’de bunlar yaşandı, şimdi, olup bitenlerden ders çıkarabilen güçlü bir siyasetçinin, herhangi bir düşünce kuruluşu, vakıf, sivil toplum örgütü hakkında suçlayıcı açıklamalar yaparken kılı kırk yarması gerekmez mi?

Türkiye’nin hiçbir komplo teorisine ihtiyacı yok aslında; zaten kendi kendine komplo teorisi halinde ülkemiz.

Ne tür bir ironidir ki, “yabancı vakıflar, sivil toplum örgütleri, fon kuruluşlarına” karşı büyük hassasiyetin patenti, İsrail’de muhafazakârlara ait. Aslında son dönemde, İsrail’de siyasette muhafazakâr olmayan kim kaldı diye de sorgulamak lazım. Zaten, İsrail’in Filistin ile barışa ilerlemesini savunan, İsrail’in savaş günahlarını gözler önüne seren insan hakları örgütleri başta olmak üzere, ülke genelinde “ulusal ideolojik çizgiden” saptığına inanılan tüm sivil toplum kuruluşların mercek altında.

Ülkenin parlamentosu Knesset, bu yılbaşından beri, ülke dışından sivil topluma gelen para kaynaklarının araştırılması için bünyesinde bir komisyon kurulmasını dahi kararlaştırdı. Hatta, bu komisyonun kurulmasının ardında yatan sebeplerden biri Soros’un, “İsrail’in komşularıyla ve kendisiyle barışık, insan haklarına saygılı” bir ülke haline gelmesini savunan New Israel Fund’a (Yeni İsrail Fonu) destek vermesiydi. İddialara göre Soros, Nethanyahu’nun şahin Likud hükümetini devirmeye çalışıyordu.

2009’da da, Kremlin’de, devletin resmî bir organı olan “Sivil Toplum Örgütlerinin Gelişimini Destekleme ve İnsan Hakları Komitesi”nin toplantısında konuşan Rusya Başbakanı Vladimir Putin, bazı sivil toplum örgütlerine “özel birtakım siyasi faaliyetler için” ülke dışından fonlar aktarıldığını söylemişti. Putin, hangi örgütleri kastettiğini açıkça dile getirmedi.

Ancak, “siyasi herhangi bir faaliyetin” ülke dışından gelen kaynaklarla desteklenmesinin “kabul edilemez” olduğunu söyledi.

2004’ten beri Rusya’da, ülke dışından kaynak kullanan, ülke dışında işbirlikleri bulunan sivil toplum örgütlerinin işi zor. Putin, o zaman halka hitaben yaptığı konuşmada, sivil toplum kuruluşlarını “ne idüğü belirsiz gruplara ve ticari çıkarlara” hizmet etmekle suçlamıştı. 

Eskiden yapılan siyasi hataların tekrarlanması, yoğurdun bir türlü üflenerek yenmemesi sadece AKP’ye özgü bir hata değil. Bir türlü kendini gerçekten temize çekemiyor Türkiye’de siyaset...

Adnan Menderes’in idamının 17 eylüldeki yıldönümünün “gelenekselleşen” biçimde bir “anı günü” haline gelmesi, 27 Mayıs’ın tartışılması, bu karanlık dönemle de hesaplaşılması için de bir fırsat oluşturuyor.

Bazılarımızın zaten bildiği, diğerlerimiz için de artık kolayca erişilebilir bir bilgi haline geliyor; Adnan Menderes’in telefonları da sürekli dinleniyormuş meğerse...

Keza, Menderes’in özel hayatının darbecilerin kurduğu “Özel Yetkili Mahkeme”de didik didik edilmesi, “yargının bağımsızlığı” kavramının ayaklar altına alınması, bu denli trajik sonuçları olmasa, bir yargı parodisi olarak nitelenebilecek grotesklikte detayların yaşanması sadece o günün eleştirisi olarak kalmamalı. 

Bütün bunların yaşandığı bir ülkede, örneğin yargının bağımsızlığı konusunda veya telefon dinlemeleri deyince, oturup kalkıp kırk defa düşünüyor olmamız gerekmiyor mu gerçekten?

Ancak, tıpkı 27 Mayıs’ta, ondan önce, ondan sonra hep olageldiği gibi herşey siyasi cepheleşme malzemesi haline gelip “ayağa düştüğünden”, gerçek politik çözümler bulabilmek zor, çünkü gerçek bir tartışma ortamı yok.

Bütün bu kuru gürültü arasında, Türkiye’nin hak ve özgürlükler eksenli, gerçekten “sivil”  bir anayasa yapabilmesini bekleyebilir miyiz?

Zaman azalıyor; Filistin devletinin kurulması, Suriye’de rejimin değişmesi gibi gelişmelerle tarih birden hızlanacak.

Türkiye, bu döneme “büyük oyuncu” olarak, hatta bir “imparatorluk” azametiyle girdiğini düşünebilir.

Ancak, ilk kararı “savaş” olan bir meclis nasıl toplumsal, ulusal, bölgesel barışın yolunu açan bir anayasa yapabilir?


New York University Law Review
 adlı akademik derginin son sayısında yer alan bir makalede, ABD Anayasası’nın irtifa kaybeden prestijinden bahsediliyordu. Saint Louis Washington Üniversitesi’nden David Law ve Virginia Üniversitesi’nden Mila Versteeg’in ortak çalışması, dünya genelinde yeni anayasa çalışmalarında son 60 yılda hangi ülkelerin anayasalarının örnek alındığını incelenmiş ve ABD’nin eskisi gibi bu konuda “referans ülke” olarak görülmediğini ortaya koymuştu. Bunun sebebi de, ABD’de yargı zihniyetinin insan hakları değerlerinden uzaklaşması olarak gösteriliyordu.

ABD Anayasası, kelime kelime aynı ama artık ruhu yavaş yavaş yok oluyor; ülke tercihini hem kendi içinde hem de “düşman” biçtikleriyle savaştan yana kullandığından beri...


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar