Yasemin ÇONGAR
* Yasemin Çongar’ın bu yazısı YA DA köşesinde değil, EX LIBRIS / DÜNYA BUNLARI OKUYORadlı köşede yayımlanmıştır.
***
Orhan Pamuk’un izmaritlerinden önce Damien Hirst’ün izmaritleri vardı. “Cazibe-i umumiyeye karşı gelinmez” derdi anneannem yerçekimine kişisel bir anlam yükleyerek. “Rabbim, bizi hatt-ı şakûlde tutuyorsa bir bildiği var.” Susardım.“Hatt-ı şakûl de ne” diye sormazdım; uzaya füze göndermenin münasebetsizliğinden bahsetmediği belliydi; insanın yere sağlam basması, müşfik ve sadık olması gerekirdi, iki ayağının üzerinde duracaktın, kendi ağırlık merkezini bulacaktın, avarelik marifet değildi. Hem uç uç nereye kadar; elbet bir gün konacaktın. Bizi burada tutan kuvvetin kıymetini bilmekle başlıyordu tamamına eren her mübarek yolculuk. Ha aya gitmişsin ha roman yazmışsın.
Benim için fevkâlâde istisnai bir haftasonu kaçamağından neyse ki sadece çocukluğumun anneanne terennümleri kalmadı geriye, hafta boyunca zihnimde ezip yoğurarak, kenarından köşesinden tutup çekiştirerek, başka bir hayatın içindeki başka bir resme dahil etmeye çalıştığım imgeler de kaldı. Hirst’ün çeyrek asırlık eseri –yoksa oyuncakları mı demeliyim– var bu imgeler arasında. Onun raflara dizip duvara asarak sergilediği izmaritleri, kutu kutu ilaçları, ortasından ikiye kesip bize iç organlarını gösterdiği koyunları, eğilip ağzının ta içine baktırdığı buruşuk ciltli köpekbalıkları var. Ve tabii, ışığı çoğullaştıran elmasları, zirkonları; ışığın her rengini kanatlarında tutan ölmüş veya pek yakında ölecek olan kelebekleri; işinin ehli bir enstrümantör gibi steril çelik dolaplara özenle dizdiği bisturileri, neşterleri, dermatom bıçakları, epizyo makasları, koher pensleri ve adını bilmediğim daha nice cerrahî aleti –yoksa alet-i cerihası mı demeliyim– var.
Kâbe’nin ortasında bir kafatası
Ondan nefret etmeyi giderek daha çok seven eleştirmenlerin “dünyanın en çok para kazanan sanatçısı” unvanını isminin yanından zinhar eksik etmedikleri 1965 Bristol doğumlu Damien Hirst’ün 1988’den bu yana yaptıklarının toplamından oluşan sergi, bütün o karmaşaya bakarken tiksinti zırhını hepten kuşanmadıkları gibi, sualsiz bir hayranlıkla da kamaşmayan gözlerimi hayli yordu. Bu yorgunluğu sevdim. Gördüklerimi, okuduklarımdan süzerek anlatacağım sana; gitmesen, gezmesen de, serginin kitabını –kataloğunu demiyorum bak– karıştırmak istersin belki.
Londra’nın Tate Modern Müzesi, bu ilk Hirst retrospektifini düzenlemeye girişirken, bunca eleştirinin hedefi olacağını da tahmin etmişti sanırım. Bense “bayağı, iğrenç, çirkin, yüzeysel, tekrarcı, paragöz” diye özetlenebilecek eleştirileri okumadan ve Tate’in bu vesileyle bastığı Damien Hirstkitabını elime almadan gezdim sergiyi. Ama ak bir sayfa değildim haliyle. Yıllardır hakkında çıkan haberlerden damıtılmış “Elmas kafatası kitsch bir fikirdir” nev’inden cümleler, ve tabii, Michel Houellebecq’in La carte et le territoire (Harita ve Topraklar, Can Yayınları, Orçun Türkay’ın tercümesi) romanından yadigâr o müstehzi tarifin etkisindeydi hislerim. Houellebecq’in ressamı, Hirst’ü, “ziyadesiyle zenginleşmiş” bir başka sanatçı olan 1955 doğumlu Jeff Koons’la karşılıklı resmedeceği tabloyu tasavvur ederken Koons’u biraz daha gizemli bulur. Hirst’ü ise yakalamak kolaydır: “Hoyrat, edepsiz bir ifadeyle resmedilebilirdi, hani ‘bendeki mangırlar hepinizin ağzına sıçmama yeter’ dermişçesine bir ifadeyle; ayrıcaölüm üstüne sıkıntılı bir çalışma yürüten asi (ama zengin) sanatçı olarak da çizilebilirdi; yüzü kıpkırmızı, tepkisizdi, tam bir İngiliz, bu haliyle bir Arsenal taraftarına benziyordu.” Hâsılı, etkilenmeye teşne bir halde gitmedim Tate’e. Ama henüz bilet alıp sergi katına bile çıkmamışken, huzuruna vardığım For the Love of God ’ı (Tanrı Aşkına) tavaf ettikten sonra usulca değişmeye başladı bir şey. Değişmeye başladım.
“Huzur” diyorum bak, “tavaf” diyorum. Tate Modern’ın girişinde, simsiyah boyanmış duvarların ortasında simsiyah bir küp düşün. İki katlı ev büyüklüğünde bir tür –hâşâ— Kâbe düşün. Git arkadaki dar kapıdan gir içeri. Senden hemen önce ve hemen sonra girenler dahil hiç kimseyi görmediğin, böyle bir karanlığı en son nerede gördüğünü bile hatırlayamadığın kadar koyu bir karanlığın, zifirin içinde ürkerek yürü. Ruh yordamıyla merkezi bul. Orada, ortada Islington’daki bir eskiciden satın alındığını, on dokuzuncu asır başında ölmüş bir garip âdeme ait olduğunu sonradan öğreneceğin kafatasını göreceksin. Biri eksik olan gerçek dişlerle gülümseyecek sana. Üzerinde, toplamı bin yüz karatı aşan sekiz bin altı yüz bir adet hakiki elmas, sen bu sayılardan bîhaberken, tam tepeden vuran incecik ışık huzmesini öyle bir kırıp yansıtacak, öyle bir çoğaltacak ki, kâinatın en parlak yıldızına baktığını sanacaksın bir an. Küçük adımlarla çevresinde döneceksin. Burunsuz profilinden, yuvarlaklığını avucunda hissetmek isteyeceğin arkasından ve armut kesimi kocaman bir pembe elmasla vaftiz edilmiş alnından göreceksin onu. Sonra yine zifirin içinden geçip, öndeki küçük kapıdan aydınlığa çıkacak, çıkınca Hirst’ün cin fikrine mi, kraliyet kuyumcularının titiz işçiliğine mi, yoksa insan beyni için vaktiyle böyle mükemmel bir sahan tasarlayan büyük ustaya mı selam göndersem diye düşüneceksin.
Sinek katliamından insan katliamına
Serginin küratörü Ann Gallagher, Damien Hirst kitabına yazdığı sunuşta “Onun kuşağından hiçbir sanatçı, zamanımızın kültürel bilincine Hirst kadar nüfuz edebilmiş değil” diyor:“Hirst’ün sanatı doğrudanlığı kadar hırsıyla da tarif edilebilir; hem anlamsız hem etkilidir; eşit ölçüde huşû ve taciz duygusu yaratır insanda.”
Fena bir özet değil. Ama kitabın yazarlarından Brian Dillon’ın “Çirkin Duygular” başlıklı denemesinde, Hirst’ün eserini “Şok, Merak, Tiksinti” ve tuhaf ama “Hipokondri” kelimelerinin yardımıyla incelerken, sanatçıya da, sanatına da daha hakkaniyetli baktığını düşündüm ben. Dillon’ın anlamsızlıktan ziyade çirkinliğin, tacizden ziyade tiksintinin izini sürmesi benim hislerime daha uygun düştü.
Immanuel Kant, kitapta Dillon’ın da değindiği üzere, Kritik der Urteilskraft’ta (Yargı Yetisinin Eleştirisi) sanatın bizi tiksindirmesi üzerinde durur: “Bütün estetik beğeniyi, dolayısıyla da sanatsal güzelliği ortadan kaldırmadıkça tabiatla uyumlu bir şekilde temsil edilemeyecek olan tek çeşit çirkinlik vardır: tiksinti uyandıran çirkinlik. Zira hayalgücümüzden başka hiçbir şeye dayanmayan bu tuhaf histe, bize sunulan nesne adeta bizim onu beğenmemiz için ısrar etmektedir, oysa bizim vargücümüzle direndiğimiz şey tam da budur işte. Ve nesnenin sanatsal sunumu artık bizim bu nesnenin tabiatından kaynaklı hissimizden – tiksintimizden— ayrılamayacağı için de onu güzel bulmamız imkânsızlaşır.”
İnsana beyninden ziyade safra kesesinden neşet ettiğini düşündürecek şekilde, sanki aşağıdan yukarıya doğru yükselen ve yükselirken de sanatı “sanat” olarak beğenmemizi imkânsız kılan tiksinti hissinin, Hirst’teki en iyi örneklerinden birini A Thousand Years (Bin Yıl) adlı eserde buluyor Dillon. Ortasından, yuvarlak delikleri olan bir camla ikiye bölünmüş, yüksekliği iki metre, taban kenarları ikiye dört metre kadar olan, her tarafı kapalı bir camekân düşünün. Ortadaki cam bölmenin bir yanında, yine ortası delikli beyaz bir küpün içinde, belli ki sineklerin beslendiği bir şey var, çünkü belki binlerce sinek o delikten vızır vızır girip çıkıyor. Ve belli ki bunu uzun süredir yapıyorlar, zira camekânın tabanında yüzlerce ölü sinek yatıyor. Henüz ölmeyip aradaki bölmenin deliklerinden karşı tarafa geçen“maceracıları” ise, kesik bir inek başı bekliyor; gerçek bir hayvanın doğru açıdan bakınca göz göze gelebildiğiniz cansız kellesi. Kelleden akmış gibi görünen kan tabana yayılmış, siyahlaşmış, kurumuş ve silikonla kaplanmış. Karşınızda, bir katliam sahnesi var ama aynı zamanda sineklerin ziyafet sahnesi bu… Hemen yukarıda, inek başının biraz üstünde benim insan aklının en canice buluşlarından saydığım elektrikli sinek öldürme teli asılı. Yakalanan sineklerden gelen ızgara et kokusu camekânın dışına taşıyor.
İğrenerek ve ister istemez, iğrendiğin görüntünün pek de sıradışı olmadığını, tabiatın ve beşerin bu görüntünün çeşitli vesiyonlarını her gün yeniden ürettiğini hatırlayarak ayrılıyorsun A Thousand Years’ın yanından. Kitabı okumadığın için, Hirst’ün “İlk sinek öldüğünde, hassiktir dedim. Ama bu sinek eseri, yaptığım en heyecan verici şeydi, muhtemelen hâlâ da öyle” dediğini bilmiyorsun henüz, ama nedense sanatçının böyle düşünebileceğine dair bir his var içinde.
Sergide, ziyafetle katliamı, ölümle hayatı birbirinin içinden doğurarak anlattığı bir düzineden fazla eserini göreceksin Hirst’ün. Hepsi de basitliği, sıradanlığı, çirkinliği, tiksintiyi ve tekrarı göze alarak yapılmış. İç organlarının kesitine baktığın ölü bir inek ile buzağısı, formaldehid maddesinde ana-kız“ölümsüzleştirilmiş” halleriyle irkiltiyor seni. Devâsâ bir kül tablasının içindeki yığınla izmaritten yükselen katranlı koku genzini yakıyor. Raflara dizilmiş izmaritlerde ruj izleri ararken yakalıyorsun kendini. Orhan Pamuk’un, Masumiyet Müzesi’nde benzer – belki de Hirst’ten mülhem—bir fikirle, romandan ziyade kavramsal sanata selam durarak oluşturduğu 4213 İzmarit panosunun çok daha emek-yoğun ve çok daha estetik olduğunu hatırlıyorsun o vakit. Aradaki tek fark bu değil ama. Pamuk’un, romanın kahramanı Kemal’in arzusuna uyarak, Füsun’un içtiği her bir sigaranın altına özel bir not düşerkenki sadakatı, sadece obsesif bir yazarın sabrını kanıtlamıyor; Pamuk’un izmaritleri Füsun’un hayatı kadar Kemal’in aşkının da küçük birer numunesi; Pamuk’un izmaritleri yaşayan ve yaşatan izmaritler. Hirst’ün izmaritleri ise sadece zehri temsil ediyor gibi geldi bana. Ölümü içine çektiğin her nefesi hatırlıyorsun onlara bakarken. Hirst’ün izmaritleri, yaşarken ölümün birer numunesi, uzatmalı intiharlarımızın birer delili gibi duruyor. Birer memento mori onlar.
Kendi türünü katleden tek yaratık insan… Bu cümle sergide gelip buluyor seni; koskoca bir oda, dört duvarında tavana kadar uzanan büyük ilaç dolaplarıyla bir eczaneye dönmüş; serginin diğer salonlarında kâh ilaç kutuları kâh cazip boncuk misali dizilmiş rengârenk tabletlerle dolu ilaç vitrinleri çıkıyor karşına. Beni en çok sarsan oda, çelik dolaplarındaki sayısız çelik âletiyle hayatî bir ameliyat öncesinin çelik gibi soğuk bekleyişini hatırlatıyor; her yanda anatomi derslerinden ödünç iç organ maketleri var; bağırsaklarına, böbreklerine, beynine, kalbine bakabileceğin plastik mankenler bekliyor seni. Damien Hirst kitabında, Brian Dillon “Hipokondri” bahsindeki incelemesini hastalık hastalığından ziyade, ölüm korkusu ve hayat kuruntusu ikileminde ilerletirken, bütün bu eserlerin yanı sıra, sergide benim en beğendiğim “yerçekimsiz” çalışmaya getiriyor sözü. The History of Pain(Acının Tarihi) bembeyaz bir eser. Beyaz bir kutunun içinden, yukarı doğru sivri bıçak uçları çıkıyor, görünmez bir kurutma makinesinin kutunun ortasındaki delikten üflediği hava, beyaz bir plaj topunu küçük kıpırtılarla havada tutuyor. Yerçekimi, kendi işlevini gördüğü an, o masum bulutsu dansın da biteceğini, topun düşüp, kesileceğini, söneceğini biliyorsun. Ölüm korkun gıdıklanıyor, hayat kuruntun gıdıklanıyor.
Dönüşen, uçuşan, ölüşen kelebekler
“Sanat iyileştirebilir” diyor Hirst kitapta: “İyileştireceğini umarsın. Sanatsız bir dünya çok hüzünlü bir dünya olurdu; sadece ölümden uzak durmaya çalışan ve daha fazla ölüme yol açmaya çalışan insanlardan ibaret olurdu. Mesele mağarayı süslemekti değil mi? Ama bir kez süslemeye karar verdin mi, ‘Neyle’ sorusunu sorarsın. Bütün sanat da budur işte.”
Tate Modern’daki retrospektif, Hirst’ün çoğu zaman kitsch ve her seferinde de bilerek kitsch olan“süslemeciliğinin” bilumum örneğiyle dolu. Beyaz zemin üzerine, pastel renklerde boyadığı yüzlerce yuvarlaktan oluşan ve sanatçının alâmeti farikasına dönüşmüş olan “Polka Dot” serisinin muhtelif reenkarnasyonlarını gördüm. Altın renkli panellerin dar raflarına dizilmiş zirkonların sarı sarı, çelik panellerdekinin ise buz-beyaz ışıldamasını seyrettim. Beni, makas tutmayı asla beceremediğim için bir köşede giderek küçülerek geçirdiğim elişi derslerine geri döndüren bir odada, parlek elişi kâğıtlarına benzer sarı, kırmızı, mavi, yeşil renklere boyanmış yağlıboya tuvaller üzerine bir anaokulu öğrencisi naifliğiyle yapıştırılmış rengârenk kelebekler vardı; yani saflık, sevinç ve yine ölüm vardı.
Sonra müze görevlilerince özel bir odaya alındık. Odanın adı: In and Out of Love (Âşık ve Âşık Değil). İçersi sıcak, rutubetli. Öyle böyle değil, tropiklerdeymişim gibi nefessiz. Ortadaki beyaz masanın üzerinde beyaz kaplar; kaplarda meyve parçaları; ananas, portakal, muz. Havada uçuşan mavi, turuncu kelebekler. Gerçekler. Meyveleri emiyorlar, duvar kenarlarındaki saksı çiçeklerinde geziniyorlar. Çoklar. Bir tanesi koluma konunca, adeta kutsanmış hissediyorum kendimi; hafifliyorum. Kafamı kaldırıp duvarlara bakmak o zaman aklıma geliyor. Duvarlarda bembeyaz tuvaller, tuvallerin üzerine yapıştırılmış kozalar; çoğu yırtılmış, beyazlığın üzerine sarı, kahverengi izler düşmüş, pislik bulaşmış. Tırtıllar bu odada dönüştüler demek. Bu odada kelebek oldular ve işte masanın altındaki, kapının yanındaki, tuvalin kenarındaki şu kelebek gibi, teker teker bu odada ölüyorlar.
Dışarda nemin ve ısının müze normallerine döndüğü sergi salonlarında yeni kelebekler karşılayacak seni. Yine ölü kelebekler. Onların ölü olduğunu önce anlamayacaksın, çünkü onların kelebek olduğunu anlamayacaksın. Hirst’ün gerçek kelebekleri bir tuvalin üzerine yapıştırarak ürettiği dev panoları, kilise pencerelerine benzetmekle kalmayacak, onları hakikaten dinsel temalı vitraylar sanacaksın. Alışkanlık? Belki. İman etme arzusu? Belki.
Kitapta “Mümin” başlıklı bir denemesi yer alan eleştirmen Andrew Wilson, bu kelebek panolarından birine Enlightenment (Aydınlanma) adını veren Hirst’ün bu tercihinin “mantığa sadakati düşündürebileceğini” yazmış, “ama” diyor ardından, “Hirst’ün sanatı Aydınlanma düşüncesinin akılcılığı ile romantizmin mantıksız ve öngörülemez olan duygusu arasındaki devrilme noktasında durur.” Katılıyorsun. Dinin de bilimin de bardağını taşıran son damla olabilir sanat. Bütün sanat. Biliyorsun. Hirst’ün sanatı ise haydi haydi yapıyor bunu. Plaj toplarını havada asılı tutup cazibe-i umumiyeyle dalgasını geçerken yapıyor. Beyaz mermerden bir melek oyup, sonra onun bir memesini ve karnını açarak içine insan organları yerleştirerek yapıyor. Kâh şaşırtıp kâh iğrendiriyor seni ve artık bakmak istemediğin bir anda bile, sana gösterdiği her şeyin ama her şeyin banalitesi, kitschliği, vahşeti ve güzelliğiyle tabiatta ve beşerde mutlaka bir karşılığı olduğunu düşündürüyor. Gerçekçi mi? Evet. Didaktik mi? Galiba. Dönüştürücü mü? Kesinlikle.
Bir nimet olarak hatt-ı şakûl
Tate Modern’da geçirdiğim saatler sonrasında, yağacak gibi yapıp yapıp yağmayan Londra göğünün büsbütün mahcuplaştırdığı ikindi güneşine çıktım. Thames’in karşı kıyısına asma köprüden yürüyerek geçerken, bu şehirde doymak bilmez bir iştahla tükettiğim o gencecik yılı düşündüm. Asma köprü yoktu o zamanlar, Tate Modern terkedilmiş bir elektrik santralıydı hâlâ ve Hirst’ün “dünyanın en çok para kazanan sanatçısı” olmasına epey zaman vardı. Farklı bir insandım ben. Nerdeyse yirmi yıl geçmiş.
Sonra Hirst retrospektifine girmeden önceki halimle kıyasladım kendimi. İrkildim. Basitliğin ve tekrarın bir etkisi vardı elbet; tiksintiyle baktığımız her görüntünün, inancımızı sınayan her sunumun bizi içten içe değiştirdiğini tahmin etmek güç değildi. Ruhumuzda demlenmeye başlayan isyandan daha güvenilir bir dönüşüm habercisi var mı sence? Ama bunun bu denli hızlı olabileceğini, Hirst’ün artık ziyadesiyle kolay dudak bükülen yirmi beş yılına toplu halde bakıvermenin, benden yeni bir ben yapabileceğini umar mıydın?
Köprünün çıkışını tutan kadim katedral, gözüme birden nasıl da huzur verici göründü bilemezsin. Tam on dört asırdır Aziz Pavlus’a adanmış bir mabed duruyordu orada ve galiba ben, değişimin sürekliliğini sevdiğim kadar, kendine hep bir sabit aramasını da seviyordum zihnimin. Hatt-ı şakûlde durmak bir nimetti; uçma fikri kadar konmayı da seviyordum. İyi bir torundum; yerçekimini seviyordum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
5.12.2013
24.09.2013
27.07.2013
29.05.2013
1.04.2013
8.12.2012
1.12.2012
17.11.2012
10.11.2012
3.11.2012