Yıldıray OĞUR
“Bir aydır Doğu Akdeniz’de araştırmalarını sürdüren Oruç Reis, kablolarını toplayarak Antalya limanına döndü.”
Dün Yeni Şafak gazetesinin haberi sayesinde, sekiz savaş gemisi eşliğinde Doğu Akdeniz’e doğru yola çıkışı ve ilerleyişi canlı yayınlarla an ben an aktarılmış Oruç Reis’in Antalya Limanı’na döndüğü duyuldu.
Gazetenin haberine göre “Geminin limana döndürülmesi kararı, bölgesel sorunların barışçıl çözümü kapsamında diplomasiye fırsat tanımak açısından atılmış bir adım olarak görülüyor.”
Yunanistan Başbakanı, bu adımdan duyduğu memnuniyeti ifade ederken, hükümetten ise saatler sonra Enerji Bakanlığı’ndan yazılı ve düşük profilli bir açıklama geldi ve “geminin aylık planlı bakım ve personel değişimi için limana geri döndüğünü” söylendi.
Uğruna savaşın kıyısına gelinen, Yunanistan’la fırkateyn tokuşturulan, Fransa’nın savaş gemilerini Doğu Akdeniz'e göndermesine neden olan, Macron’un yedi Akdeniz ülkesi lideriyle Pax Mediterranea ilan edip, Türkiye’ye laflar saydığı krizin merkezindeki bir gemiden bahsediyoruz.
Yeni Şafak bile dün bu haberi sosyal medya hesabından haberin sonuna “Sizce doğru karar mı” diye sorarak duyurabildi.
Nitekim okurlar da bu ani geri dönüşü anlayamamış görünüyordu.
Eh, “Bu sefer savunma yapmayacağız. Çünkü; "Savunma Yüzyılı" bitti. 20. yüzyıl parantezi kapandı. Dünyanın ezberini bozacağız” hamasetiyle çoşturulmuş, günlerdir televizyonlarda Türk ordusunun kaç günde Atina’ya varacağıyla ilgili bahisleri izleyen okurların bir anda diplomasinin sakin sularına dönüşe alışması kolay değil.
Diplomasi bazen sert oynamayı hatta askeri diplomasiyi de gerektirebilir ama iç kamuoyuna yüksek sesle sadece “asla geri adım yok, savaşsa savaş” mesajlarını verip, sadece taarruzları, ileri hamleleri açıktan yaptıktan sonra diplomatik geri adımların sessiz sedasız, kuytuda kenarda duyulması muhakkak bir şaşkınlık yaratacaktır.
Sertlik kıvamını kaçırmanın zararları bunlar.
İç kamuoyunu coşturmak için yarın masaya oturmak zorunda kalacağınız muhataplarınızın yüzüne bakmanızı zorlaştıracak sözler de etmemek gerek.
Mesela, sahada karşı karşıya gelinen Macron’a cevap verirken, bütün Fransızları hedef alıp “20’inci yüzyılda hangi askeri başarınız var, bir Napolyon var, o da zaten Fransız sayılmaz, Korsikalı” demek gibi.
Ya Fransız Meclis Başkanı da çıkıp, sizin de “İstiklal Harbi’nden başka ne başarınız var, Atatürk de zaten Selanikli” deseydi?
Konuyla hiçbir ilgisi yokken Macron’un heyheylenmelerine “Siz de Cezayir’de katliam yaptınız” demek de öyle. Üstelik bunu söylediğiniz, Cezayir için insanlık suçu demiş ve bu yüzden tefe konmuş ilk Fransa Cumhurbaşkanı.
Dış politikada diplomasi kitaplarını kapatıp sürekli tarih kitapları açık dolaşınca bütün dönemsel, geçici çatışmalar, karşı karşıya gelişler, ezeli ve ebedi mücadelelere dönüyor.
Asla düşmanlıkların bitmediği, asla kimsenin değişmediği sahte bir tarihi süreklilik çizgisi çiziliyor.
Çıta bir hayli yukarı çıkarılıyor, toplum da o hamasete fazlasıyla alışıyor, daha azı kimseyi kesmiyor.
Sadece iktidarın destekçilerini değil, bunun altında kalmayan muhalefeti de.
Geçen hafta 9 Eylül İzmir’in Kurtuluşu için CHP’li Datça Belediyesi’nin attığı tweet bunun son bir örneğiydi.
Belediye kutlama için daha önce de sosyal medyada çok dönmüş mizahi bir görseli seçmişti:
“Su soğuk ama girince alışıyorsun- Yunan İşgal Ordusu Başkumandan Trikupis”
Tabii mesaja çok sayıda tepki ve düzeltme geldi.
Bir kere Trikupis’i 9 Eylül’de Türk orduları İzmir’den denize dökmüş olamazdı. Çünkü Büyük Taarruz sırasında 29 Ağustos’ta askerleriyle birlikte teslim olmuştu.
Yani Türk kuvvetleri İzmir’e girerken, ordunun esiriydi.
Ayrıca fotoğraftaki uzun bıyıklı asker de Trikupis değildi.
İstiklal Harbi’ndeki başka bir Yunan komutandı: Albay Nikalaos Plastiras.
Ukrayna’da Kızıl Ordu’ya karşı Beyaz Ordu’yla birlikte savaşmış ve yenilgi üzerine Anadolu’ya gönderilmiş 5/42 Evzon Alayı’nın komutanıydı.
Onun alayı Sakarya Savaşı’nda Türk ordusunu çok zorlamış, kuvvetleri ancak Sakarya nehrinin karşı kıyısında durdurulabilmişti.
Bu yüzden de Türk tarafından Evzon Alayı’na “kara biber”, “şeytanın askerleri” gibi adlar takılmış, hatta hakkındaki Yunanca bir biyografiye göre Atatürk bile Plastiras için iyi asker olduğunu teslim eden sözler söylemişti.
Ama Albay Plastiras da Türk ordusunun 9 Eylül’de “denize döktüğü” Yunan kuvvetleri içinde değildi.
Çünkü Yunan ordusu 30 Ağustos’tan itibaren gemilerle İzmir’den ayrılmaya başlamıştı. Albay Plastiras da kalan kuvvetleriyle birlikte 9 Eylül’den çok önce Sakız adasına kaçmıştı.
Bizdeki “Yunanlıları denize dökmek” denen olay, Yunanlılar için Kral’ın ve hükümetinin bardağı taşıran son beceriksizliğiydi.
Çünkü Yunan hükümeti, savaşı kaybettiği gibi, 30 Ağustos’tan 9 Eylül’e kadar İzmir’e doğru ilerleyen Türk ordusunun önünden kaçan İzmir ve çevresindeki Rumları da tahliye edememiş, İzmir limanına yeterli sayıda gemi gönderememişti.
Bu yüzden Sakız adasında bulunan Albay Plastiras ve Midilli adasında Albay Gonatas liderliğinde hükümeti devirmek ve Kral’ı istifaya zorlamak için bir cunta kurulmuş, Atina’da uçaklarla Kral’ı istifaya çağıran bildiriler atılmış, nitekim İzmir’in kurtuluşundan iki gün sonra 11 Eylül’de darbeyle Kral Konstantin ve hükümeti devrilmiş. Yönetim Plastiras ve albay cuntasının eline geçmişti.
Bir ay sonra Plastiras ve arkadaşları, Altılar Mahkemesi adı verilen davada yanlış kararlarıyla yenilgiden sorumlu tuttukları Yunanistan’ın eski başbakanları Petros Protopapadakis, Dimitrios Gunaris ve Nikolaos Stratos, eski bakanlardan Yorgo Baltacis ve Nikolaos Stratos ile Anadolu’da Yunan ordusunun başındaki son komutan olan Yorgo Hacıanestis’i yargılayıp, idama mahkum etmişti.
Sakarya Meydan Savaşı’ndaki yanlış komutası yüzünden suçlu bulunan Kral Konstantin’in kardeşi Prens Andrew de suçlu bulunup sürgüne gönderilmişti. Prens’in bir sebze kasasına saklayarak ülkeden kaçırdığı oğlu Prens Philip, halen Kraliçe Elizabeth’in eşi olan Prens Philip.
Yani Datça Belediyesi’nin denize dökme esprileri yaptığı Plastiras, Anadolu’nun işgal kararını veren Yunan karar vericileri idam ettiren de kişiydi.
Bizim İstiklal Harbi, Kurtuluş Savaşı dediğimize Yunanlılar “Küçük Asya Bozgunu” diyorlar. Bu bir tanımlama değil, tarih kitaplarında kullanılan resmi ad. Çok erken bir vakitte tarihlerindeki bu bozgunla yüzleşmişler, sorumlularından hesap sormuşlardı.
Plastiras’ın has adamı olduğu Venizelos’un Türkiye ile barış siyaseti izlemesi de bu erken hesaplaşmanın bir sonucuydu.
Bizzat Türk ordularına karşı savaşmış Plastiras da aynı Türkiye dostu siyasi çizgiyi izledi.
Çok çalkantılı bir hayat yaşamış, iki kere daha darbeye kalkmış, muhalefet partisi liderliği yapmış, üç kez başbakan olmuştu.
1950 ile 52 arasındaki başbakanlıkları Türkiye ile Yunanistan’ın elele NATO üyesi olduğu zamanlara denk gelmişti.
Yunanistan Başbakan’ı ve Dışişleri Bakanı olarak Türkiye’deki muhataplarıyla çok yakın ilişkiler kurmuş, Türk gazetelerine Türkçe başlayan röportajlar vermişti.
Hatta bir röportajında “Türkiye ve Yunanistan’ın yakın istikbalde bir federasyon haline geleceğine inanıyorum. Türkiye ile Yunanistan birlik oldukları ve tam manasıyla kaynaştıkları takdirde müstevli devletin herhangi bir harekete geçmelerinden önce iyice düşünmeleri gerekecektir” demiş, “Doğu Akdeniz’in güvenliği Türkiye ve Yunanistan’ın ortak askeri kuvvet oluşturması gerektiğini” söylemişti.
Plastiras çok sayıda Türk askerinin şehit olmasına neden olmuş bir Yunan komutandı.
Onun uzattığı eli sıkanlar da daha 15-20 yıl önce yakınlarını bu savaşlarda kaybetmiş, bizzat cephelerde savaşmış Cumhuriyetin ilk kuşağıydı.
Ama kimse uzatılan o eli “sizin elinizde şehitlerimizin kanı ver, ülkemizi işgal etmeye çalışmış generallerdiniz” diyerek geri çevirmemişti.
Tarih defteri olayın üzerinden 20 yıl geçtikten sonra çoktan kapatılmıştı.
Ama 100 yıl sonra, Ege’de Yunanistan’la kriz vesilesiyle, doğrudan İstiklal Harbi’ni yaşamış kuşağın kapattığı tarih defterleri yeniden açılıp, sanki dün olmuş gibi bir öfkeyle “denize dökmek” üzerinden mizah yapılabildi.
Tarih sürekli bugünün ihtiyaçlarına göre yeniden kurulur.
Bu yüzden tarihteki savaşları, kavgaları ezeli ve ebedi zannetmek büyük hatalara neden olabilir.
20 yıl sonra, pek çok arkadaşlarını öldürmüş bir komutanla el sıkışıp görüşmüş, o savaşlarda savaşmış askerlerden, o günleri bizzat yaşamış Cumhuriyet’in ilk kuşak kadrolarından bile daha kindar olmaya herhalde vatanseverlik diyemeyiz.
Güncel diplomatik sorunları konuşurken birden tarih defterlerini açıp, pek çoğu yanlış, hamasi bilgiyle muhataplarını rencide etmek de büyüklük olmasa gerek.
Türkiye’nin cumhuriyet tarihindeki en büyük askeri hamlesi 74 Kıbrıs Harekatı’ydı. O harekattan bir kaç ay sonra BBC’ye çıkan zamanın Başbakan’ı Bülent Ecevit şöyle demişti:
“Yunanlar uluslararası sorunlara gerçekçi bakarsa, yenilgi duygusuna kapılmamaları gerekir. Ancak maalesef bu meselelere gerçekçi ve güncel bir açıdan bakmıyorlar. Bizans tarihinin hatıralarını canlı tutmaya çalışıyorlar. Enosis’in maddi ve manevi unsurlarıyla Helenizm ideallerine sahipler. Dünyada bu tür tarihi zaferlerle ilgili hayallere önem veren hiçbir ulus, günümüz dünyasında huzur bulamaz. Çok daha yakın bir döneme dair imparatorluk geçmişi olan Türkiye, eski topraklarını ilhak etmeye dair benzer hayallere sahip olsaydı Türkiye bugün ne durumda olurdu? Tüm komşularımızla aramız kötü olurdu.”
Acaba Ecevit, bugün bile izleyince çok cool ve karizmatik gelen bu konuşma yerine, Yunanlıların 400 yıl Osmanlı idaresi altında yaşadığını hatırlatsaydı, İstiklal Harbi’nde nasıl İzmir’den Yunan ordusunun denize döküldüğünden bahsetseydi daha mı güçlü ve haklı görünürdü?
Tarih defterlerini sürekli açık tutunca, güncel krizleri tarihi hesaplaşmaların bir parçası gibi gösterince, o kadar büyük laftan sonra diplomasiye şans vermek için sismik araştırma gemisini Akdeniz’den Antalya limanına çekmek gibi yerinde hamleler de bu büyük tarih anlatısı içinde geri adım ya da zayıflık gibi görünür.
Halbuki has ipek kendini kırdırmaz.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.06.2025
18.06.2025
16.06.2025
15.06.2025
11.06.2025
8.06.2025
4.06.2025
2.06.2025
1.06.2025
26.05.2025