Kemal CAN
Ekonomik kriz ve bu krizle ilişkisi çerçevesinde Brunson olayı; Suudi Konsolosluğu'nda yaşanan "Kaşıkçı cinayeti"; bunlar etrafındaki bilgi ve açıklama trafiğinin kurmacayla yarışabilecek bir akışı var. Örneğin Brunson olayının finalindeki absürtlük, başından itibaren yaşanan tuhaflıkları bile gölgede bıraktı. Bugün itibariyle, bir tarafta püskürtülmüş ekonomik saldırı iddiası, diğer tarafta "anlayışlı" ortağını geri kazanmanın teşekkürü var.
Yaşadıklarımız, içinden geçilen süreç, karşılaştığımız olaylar sadece Türkiye’de değil bütün dünyada çok inanılmaz, çok anlaşılmaz bir hal alıyor. Kurmacanın, edebiyat veya sinemanın – hız bakımından -yetişemeyeceği acayiplikler, göz açıp kapayıncaya kadar olup bitiyor. Herhangi bir senaryo için bile çok hızlı, aşırı fazla ve inandırıcılıktan hayli uzak bulunabilecek vakalar gözlerimizin önünde yaşanıyor, kulaklarımız en inanılmaz şeyleri işitiyor. Daha da tuhaf olan, bu sarsıcı şoklar, inanılmaz akış, kalıcı sonuçlar yaratıyor gibi görünmüyor. En garip olay bile hemen kabullenilip normalleşiyor, bir sonraki ilginç gelişmeye kadar konu arkada bırakılıyor, bazen hiç hatırlanmadan hafızaların ücra köşelerinde terk ediliyor. Aynı vakanın aynı anda tedavüle sokulan versiyonlarına inanan bulunabiliyor, aynı olay farklı etiketlerle arşivleniyor.
Ekonomik kriz ve bu krizle ilişkisi çerçevesinde Brunson olayı; Suudi Konsolosluğu’nda yaşanan “Kaşıkçı cinayeti”; bunlar etrafındaki bilgi ve açıklama trafiğinin kurmacayla yarışabilecek (çoğu zaman da onu geçebilecek) bir akışı var. Örneğin Brunson olayının finalindeki absürtlük, başından itibaren yaşanan tuhaflıkları bile gölgede bıraktı. Bugün itibariyle, bir tarafta püskürtülmüş ekonomik saldırı iddiası, diğer tarafta “anlayışlı” ortağını geri kazanmanın teşekkürü var. Eşeğini kaybedip bulmaktan zafer hikayesi çıkartmak, bunun inandırıcı olabileceğini düşünmek, en azından bu saçmalıktan neredeyse sıfır zararla sıyrılmak, hikayenin kendisinden daha inanılmaz. Yüzde 30 üzerinde devalüasyon ve yüzde 50 daha yüksek faizle borçlanabilmenin “dengelenme” olarak sunulabilmesi de öyle. Bunun “muhalefet edenler” tarafından kabul görmesi de cabası.
Kaşıkçı olayında da, tamamı sızdırılan – üstelik resmi kanallardan çıkan – bilgiler ile olaya verilen tepkiler arasındaki açı, aklın sınırlarını fazla zorluyor. Anlatılan hikayenin korkunçluğu bir tarafta, günlerdir “eğer öyleyse fena olur” sınırında gezinen “ılımlı” açıklamalar diğer tarafta. Olay hakkında ortaya atılan iddiaların yarısı bile yaşanmış olsa, bir polisiye dizi için birkaç bölüm uzatma pahasına zorlanmış bir sarkma gibi dururdu. İnanılmaz ayrıntılara üretilmiş gerekçeler ise, çoğu zaman iddiadan bile daha anlamsız görünüyor. Hayatın kendisi bu olaylarda kurmacayı yine fersah fersah geçiyor. Çünkü, kurmacada en azından finali kurarken daha kabul edilebilir bir nedensellik bağı beklenir, talep edilir; olmadığında da izleyici, okuyucu hayal kırıklığına uğrar. Ancak yaşadıklarımızda, bırakın tutarlılığı, takip edilir bir sürekliliği, akla uygun bir nedensellik bağını bile görmek imkansızlaşıyor.
Gazetecilik yaptığı için yargılanan gazeteciler, avukatlık yaptığı gerekçesiyle tutuklanan avukatlar, araştırma yaptığı için soruşturulan akademisyenler, zaman zaman büyük bir şakanın içinde yaşıyormuşuz hissi veriyor. Şaşkınlık süreklilik kazanınca sıradanlaşıyor ama asıl güçten düşüren, yaşanan acayipliklerin şaşırmaya bile izin vermeyecek kadar kanıksanması. Varılan saçmalık seviyesi, değil üzerine siyaset kurmayı, mantıklı biçimde konuşabilmeyi bile imkansız hale getiriyor. Bu acayipliklerin tamamının büyük bir oyunun önceden kurgulanmış parçaları olduğu, çok basit birkaç hattı takip ederek her şeyin açıklanabilir olduğunu iddia etmek ise, yaşananları anlaşılır hale getirmekten çok, büyük saçmalığa ve tuhaflığın normalleşmesine hizmet ediyor. Dört cümlede olup biten her şeyi, bütün dünya düzenini anlatmayı başaranlara imrenmemek elde değil ama bu “huzura” teslim olmak hayatı kolaylaştırmıyor.
Yaşananları, olup bitenleri idrak etmede zorlanmak, nedensellik bağını kuramadan sürüklenmek, – etki yaratmayı geçtik – dayanmayı bile zorlaştıran güçsüzlük çok tüketici. Yaşananların kurucusu, en güçlü aktörleri gibi görünenlerin bile zaman zaman içinde bocaladığı bir türbülans bu. Onlar için avantaj, saçmalık serisinin yarattığı sersemleşmeyi bir yönetme imkanı olarak kullanabilmek, bir de yapabilme sınırlarını sürekli genişletebilmek. Maruz kalanlar için en fenası da, duyulan öfkenin dile gelemeden içeride kalması. Dışarıya çıkamayan, ayrışıp muhatabına yönelemeyen öfke zehirliyor, görüşü bulandırıyor, hissedilenle birlikte dile geleni de bozuyor. Yukarıda, bazıları aklın sınırlarına uydurulmaya gelmeyecek kadar irrasyonel, bazıları da tek parametreyle açıklanamayacak kadar karmaşık meseleleri basitleştirmenin, faydasızlığı yanında, mevcut işleyişe katkı verdiğini söyledik. Yaşananlar ve müsebbipleri hakkındaki kanaatlerdeki yamulmanın kötü etkileri de hiç az değil.
Kaybettiğimiz fotoğrafçı Ara Güler üzerinden sosyal medyada süren tartışma, daha önce başka örneklerde de gördüğümüz bu bozulmanın güçlü işaretlerini taşıyordu. Üzerine epey yazılıp çizildiği için örnekleri tekrarlamaya hiç gerek yok ama kabaca Ara Güler’in iktidarla kurduğu ilişki hakkındaki kanaatlerin, tarihin istendiği yerden başlatılıp, istendiği yere bağlanabilmesi lüksünün sadece muktedirlere has olmadığını gösterdi. Ülkenin tarihi gibi, insanların hayatları da, tek bir duruş, tek bir olay referans alınarak tarif edilebiliyor, bir bilanço gibi “sadeleştirilebiliyor”. İnsanların hayatları ve hayata kattıkları konusunda diploma verme yetkisinin herkesin kullanımına açık olduğuna inanılıyor. Kanaat geliştirme ve fikir beyanı ile aforoz yetkisi karıştırılıyor. Asıl öfke nesnesiyle karşılaşma alanı bulamayan veya biraz da bundan kaçınmayı seçenler, “dolaylı sorumlular” icat ederek ya da önemlerini abartarak rahatlamayı seçiyor. Çok basit düşünelim: Ara Güler son birkaç yılını elinde “Reis en büyük” pankartıyla İstiklal Caddesi’nde yürüyerek geçirse, bunun iktidarın değirmenine taşıdığı su ne kadar olurdu? Diğer yandan, saçma öfke sapmalarıyla iktidar alanına teslim edilen her insanın ve daha önemlisi bu saçmalık zeminine hizmet eden akıl yürütme biçiminin siyasal atmosfere katkısı ne kadardır? Neden sonuç ilişkisindeki saçmalığa teslim olarak ölçüyü kurban etmek, herhangi yanlış pozisyonla kıyaslanabilir bir kusur gibi durmuyor.
Yazarlar
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025