Kemal CAN
İktidarın gerekleri ile, siyasetin ihtiyaçlarının çeliştiği zor bir seçim noktası bu: Yaşanan yenilgi karşısında beklenenden ağır bir travmaya uğrayan sadık seçmeni küstürmemek mi? Bu yenilgiyi yaratan küskünleri ve daha önemlisi seçim kalkanını tamamen kaybetmek mi?
Seçimden önce de çok tartışılmıştı. Seçimden sonra yaşanan itiraz-yeniden sayım rezaletlerinde de yine gündeme geldi. “Nasıl olsa bir yolunu bulup kazandıklarını söyleyecekler veya asla gönüllü biçimde iktidarı bırakmayacaklar, sonuçları tanımayacaklar, öyleyse çaba göstermenin, adaletsizliği, hukuksuzluğu tekrar dile getirmenin, zorlamanın bir anlamı var mı?” Kesinlikle var ve hatta hiç durmadan her türlü acayipliği, adaletsizliği, zorbalığı ifşa etmek, kayda geçirmek, kabullenmemek, görünür yapmak, mücadele etmek, her şeyin bunlardan ve onlardan ibaret olmadığını göstermek gerekir. Çok basit bir mantık yürütmeyle; seçimleri adil olmayacağı gerekçesiyle boykot ederek iktidarın meşruiyetini tartışmalı hale getirme olasılığı ile iktidarın seçimleri, sandık sonuçlarını tartışmaya açma biçimiyle kendi eliyle yarattığı meşruiyet zafiyetini kıyaslamak bile farkı görmeye yeter. Bu açıdan bakıldığında, sonuçta nereye vardırılırsa vardırılsın, beş gündür yaşananlar iktidarın en önemli meşruiyet dayanaklarından birini kendi eliyle imha ettiği bir süreç. Yenilgiden bir hezimet, sandıktan rezalet çıkarmak. Her türlü adaletsizlik, haksızlık, hukuksuzluk iddiasını sandık sonuçlarını gerekçe göstererek meşru yapmaya çalışan, sandıktan çıktığı için her durumda haklı çıkacağına inanan, inandırmak isteyen iktidar, kendisine kalkan yaptığı ve tek siyaset alanı haline getirdiği seçimi de siyasetin dışına taşıyor. İçinden çıktığını iddia ettiği şeyi, başka bir şey çıktığında inkar etmek. Kazanana kadar seçim, tatmin olana kadar sayım ve seçim darbesi gibi müstesna siyasi kavramlar üretmek.
Gücün ve meşruiyetin tek kaynağı olarak işaret edilen milli irade ve siyasetin tek alanı olarak gösterilen seçim sandığının anlamı ve itibarı, iktidarın kendisi için de bir daha kullanılamaz hale gelecek ve daha önceki bütün referansları da boşa çıkartacak ölçüde ama daha önemlisi de bizzat iktidar tarafından tahrip ediliyor. Elbette daha önce kayyım atanan belediyelerde, açık hukuksuzluklarla gasp edilen seçimlerde ve hapse atılan milletvekillerinde de halkın iradesine karşı eylemler söz konusuydu. Aynı adaletsizlik, hukuksuzluk ve zorbalık kendini göstermişti. Fakat, bu sefer sürece başka bir içerik kazandıran, iktidar sözcülerinin seçimin kendisini ve sandıktan çıkan sonucu geçersiz hale getirme gayretidir. Yani daha önce sandıktan çıkana yapılan, şimdi doğrudan seçim sandığına yapılıyor. İktidar, içinden çıktığı için kendini dokunulmaz ilan ettiği sandığın üzerinde tepiniyor. Bu açıdan, sandıktan çıkana itiraz etmeden, gereğini yapmamakla fiili durum yaratılan 7 Haziran 2015’ten de farklı bir örnek oluşturuyor. Bu haliyle; sırasıyla siyasal alan, siyasal kadrolar, medya, AKP, Anayasa, hukuk düzeni, yasal kurumlar, yargı teker teker imha ve ilga edilirken, artık tabanını ve çoğunluğunu kaybetmekle yüz yüze kalan iktidar, devam edebilmek için varlığını dayandırdığı son sığınağı seçimi/sandığı da harcamayı göze almış durumda.
Basitçe YSK İmamoğlu’nun yarışı önde bitirdiğini açıklamadan önceki sürece bir bakalım: Olağanüstü hal şartlarında yapılmış referandum sürecinde kitabına uydurma gereği bile duyulmadan yapılan haksız, hukuksuz seçim uygulamaları, daha sonra düzeltilmek yerine yasalar değiştirilerek kalıcı hale getirildi. İktidar talimatlarına göre hareket eden YSK üyelerinin görev süreleri yasaya aykırı biçimde uzatıldı, seçim sürecinde etkili ve artık taraflı idari görevlilerin etki imkanları genişletildi, seçim kurulu ve sandık görevlileri üzerinde yönetimin baskısı artırıldı, sandıklar taşındı, seçmenler kaydırıldı. Defalarca çok ciddi seçim yolsuzluğu iddialarıyla seçim kazanmış iktidar, bu tür itirazların hepsine alaycı cevaplar vermeye devam etti ve son seçimden önce de çeşitli sözcüleri aracılığıyla dünyadaki en güvenli seçim atmosferine sahip olunduğu iddia edildi. Seçim ve sayım devam ederken iktidar partisinin yerel ve merkez yöneticilerinden hiçbiri ve iktidara yakın medya herhangi bir usulsüzlük iddiasını, hatta şüphesini bile gündeme getirmedi. Bu konudaki muhalefet iddiaları yine alaya alındı. Şimdi anlaşıldığı üzere, sandık başındaki iktidar partisi temsilcileri de bu yönde itirazlarda bulunmadı. 31 Mart gecesi 11:15’de AA tarafından veri akışı durdurulduktan sonra kazandığını açıklayan Binali Yıldırım ve aynı gece iki kere konuşan Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın böyle bir ihtimali düşündürecek ifadeleri olmadı. Normal ve doğal biçimde, haksız biçimde bütün kontrolleri ele geçirmiş ve denetim alanlarını tıkamış iktidar, seçimde bir sorun yok havası verdi. Ama yine de olmadı.
İktidarın İstanbul’u kaybettiğinin anlaşıldığı andan itibaren yaşananlara da bir bakalım: Önce, iktidarın örgütlü sosyal medya yönlendiricisi kanatlarından olan “Pelikan Grubu” ağırlıklı olmak üzere, AKP’li bir çevre, yoğun biçimde seçimde hile yapıldığı iddiasını gündeme getirmeye başladı. Ancak, bu hamleye yine iktidar yandaşlarından pek rastlanmayan biçimde -genellikle suskunlukla idare edilir- saçmalamayın diyenler de çıktı. İddiaların dozu artınca AKP sözcüsü Ömer Çelik de çıkıp “rahat durun” demek zorunda kaldı. Anlamsız, usulsüz biçimde Binali Yıldırım ile geceyi toplantı halinde geçiren İçişleri ve Adalet bakanları da sessiz kaldılar. Binali Yıldırım’ın -yenilgiyi kabul etmesi olarak yorumlanan- basın toplantısını iptal etmesinden sonra, birden ortaya AKP İl Başkanı çıktı ve hem seçimi kazandıklarını hem de itiraz edeceklerini söyledi. Kazanılmış seçime itiraz anormalliği, sonuca direnme niyetine henüz bir zemin icat edilemediğini gösteriyordu. Sonra ibretle izlenen itiraz süreci başladı. Önce sandık, sonra birleştirme tutanaklarına itiraz edildi, kaydırmalar olmuş, veriler yanlış girilmiş dendi. Bir sonuç çıkmadı. Binali Yıldırım geçersiz oyları işaret etti. Her ilçede geçersiz oylar için itiraz başvuruları başladı. YSK’nın aksi içtihadına rağmen delilsiz, gerekçesiz itirazlar işleme konuldu. Ancak bunun da sayıyı tamamlamaya yetmeyeceği anlaşılınca “oyların hepsini sayın” itirazlarına geçildi. “Neden ve neye dayanarak yapıyorsunuz?” diye soran karşı itirazlar, “başlanmış hazır sayılsın” denilerek geçiştirildi. Bu arada Muş gibi başka yerlerde açık delilleri olan muhalefet itirazları işleme konmadı. Çifte standart, çoklu hukuka dönüştü.
Önce bulunabilen her şeye, sonra bulunmasa bile olabilecek her şeye, sonra olup olamayacağına bakılmadan her duruma yapılan itirazlar ile önce makul olanların, sonra ısrarcı olunanların, en sonunda da hepsinin kabulüne mecbur bırakılan seçim kurulları ve YSK eliyle tam bir kaosa çevrilen süreç başladı. Bu aşamadan sonra sadece hukuk ve ahlak değil, mantık ve matematik de devreden çıktı. Süreci tıkayan bu saçmalıklarla eş zamanlı olarak bir başka psikolojik mücadele de sahneye konuldu. Süreci, seçimi olduğu gibi son derece sakin ve başarılı yürüten Ekrem İmamoğlu’nun iktidarı zorlayan çıkışlarına önce alçak, sonra da tehdit dozu yüksek karşılıklar gelmeye başladı. Hakkı Özdal’ın dün yazdığı Yol ayrımı: Genleşmiş ‘Pelikan’a karşı Türkiye yazısında da gayet isabetli biçimde ortaya konulduğu gibi; “İlk iki gün için yenilginin faturasıyla karşılaşmamak çabasındaki bir klik tarafından yürütülen ve bizzat AKP içindeki ya da çevresindeki kişi ve kesimler tarafından da yakışıksız bulunduğu açıkça dile getirilen bu sonuçları tanımama operasyonu, giderek daha çok iktidar aktörünün katıldığı bir ‘merkezi tutum’ haline geliyor.” Bu noktada, İmamoğlu’nun Anıtkabir ziyareti hakkında açıklama yapan Milli Savunma Bakanlığı’nı ve hem mevcut seçim kurullarını, hem aldığı oyun takipçisi siyasileri tehdit eden Bahçeli’yi özel olarak not etmek gerekir. Piyasaların ve dış dünyanın yaratılan belirsizliğe henüz bir tepki vermemiş olması da kayda değer.
Ortaya çıkan bu tabloda, iktidarın sonuçları kabul etmeye niyeti ve cesareti olmadığı, bunun için beklenenden daha yüksek zorlamaları göze alabileceğinin işaretleri artmış görünüyor. Fakat bir yandan da -daha önce de yaptığı gibi- yenilgiyi güç gösterisiyle karşılama konusunda yapısal ve konjonktürel bazı sıkıntılar söz konusu. Sert önlemler ve paketlerle ilerlenmek zorunda kalınacak kriz şartlarına, genişlemesi kontrol edilemeyecek bir siyasi kriz eklemek ciddi bir tercih. Ve eğer seçimin yenilenmesi, “Pelikancıların” iddia ettiği gibi “sandık darbesine” dayandırılacak olursa, metal yorgunluğunu hurdalığa çevirme riski de kapıda. Çünkü, iddialar sadece muhalefeti suçlamakla kalmayıp, neredeyse bütün teşkilatı hain veya ahmak olarak etiketlemek anlamına geliyor. Ayrıca merkezine kendisini koyduğu -mecbur kaldığı- seçimin birinci sorumlusu olduğunu bilen Erdoğan’ın bir süredir uykularını kaçıran “acaba arkamda mı duruyorlar, arkamdan mı itiyorlar; zemini mi koruyorlar, altımı mı oyuyorlar?” ikilemi hiç bitmiyor. MSB’nin İmamoğlu açıklaması, Bahçeli’nin sözleri ve piyasaların sessizliği cesaret verse bile, bu şüpheleri yatıştırmaya yetmeyebilir. Bu yüzden Erdoğan bütün gürültünün arasında hâlâ, “Ama meclis çoğunluğu bizde”, “topal ördek” gibi avunmalarla idare ettiği tuhaf bir alanda duruyor. İktidarın gerekleri ile, siyasetin ihtiyaçlarının çeliştiği zor bir seçim noktası bu: Yaşanan yenilgi karşısında beklenenden ağır bir travmaya uğrayan sadık seçmeni küstürmemek mi? Bu yenilgiyi yaratan küskünleri ve daha önemlisi seçim kalkanını tamamen kaybetmek mi? Bahçeli ilk ismiyle müsemma bir kürsüden destek mi açıklıyor? Oyları ve belediyeleri kendisine çekmiş kârlı ortak tuzu kuruluğu ile mi konuşuyor? Seçimden önce “bizi zaafa düşürmeyin kaos çıkartırlar” uyarısını yapan iktidar, düştüğü zaafın ardından kendisini de Türkiye’yi de büyük bir kaosa sokmanın eşiğinde.
Yazarlar
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025