Kemal CAN
Kırıkkale’de Emine Bulut’u, dört yıl önce boşandığı kocası, çocuğunun gözleri önünde bıçaklayarak öldürdü. Daha önce yaşanan binlercesinde olduğu gibi, yine bir erkek, herkesin gözü önünde, bir kadını canice katletti. Hadiseyi bir sayı, bir haber başlığı olmaktan çıkartan, olayın hemen ardından çekilmiş görüntülerin sosyal medyada yayınlanmasıydı. Görüntüler paylaşıldığı için, dönemin iletişim ruhuna uygun -ancak görünce etkilenen ve bu yüzden kolayca sönümlenen- biçimde, tepki ve öfke de çok çabuk yayıldı. Emine Bulut’un yaralıyken son görüntüsündeki “Ölmek istemiyorum” sözleri, çocuğunun “Anne ne olur ölme” yakarışları -yayınlanmasıyla ilgili sakıncalar saklı kalmak üzere- gözlerden ve kulaklardan silinmeyecek bir etki yarattı, çok haklı tepkileri ve öfke mesajlarını tırmandırdı. Son on yılda 2 bin 697, sadece geçen yıl 440 kadının öldürülmüş olmasıyla, fazlasıyla biriken tepki, daha da büyüyen yeni bir dalga oluşturdu. Farkındalığın artmasına, örgütlü tepkilere, kadınların güçlü itirazına rağmen, son 15 yılda kadın cinayetlerinin gerilemek şöyle dursun, 5 kattan fazla artması da, tepkileri isyan seviyesine taşıdı.
Son yıllarda kadın cinayetlerindeki dramatik tırmanmanın nedenleri konusunda elbette konuşulacak çok şey var. Toplumsal ve siyasal iklimden yasal ve idari caydırıcılık eksiğine, hakim dilde kadının yer alış biçiminden sorunun isimlendirilmesine kadar çok boyutlu bir tartışma bu. Kadınların söylediklerinin, istediklerinin dikkate alınması gereken bir zeminde yapılması lazım bu tartışmanın. Bu yakıcı sorunla yeniden yüz yüze kalınan her yeni olay sonrasında, sadece yargısal olarak değil, her düzeyde en etkili ve en caydırıcı cezanın, dışlanmanın talep edilmesinden daha doğal bir istek de olamaz elbette. Yapılan vahşice eylemin, haksız tahrik, iyi hal, milli-manevi değerler, ailenin korunması filan gibi gerekçelerin arkasına saklanmasına izin veren yorumlara da, en az eylemin kendisi kadar büyük tepki vermek gerekir. Çünkü kadın cinayetlerini işlendikten sonra hafifleten, normalleştiren, dolaylı da olsa içine alan fikri zemin, cinayetleri mümkün kılan cesareti de üretiyor. Bu yüzden meselenin adını kadın cinayetleri diye koyarak başlamak gerekiyor. Bu yüzden, en yüksek, en caydırıcı, en sert cezaları talep etmek, bu cinayetleri işleyenleri -ve destekleyenleri, cesaretlendirenleri- en yüksek perdeden teşhir etmek, tecrit etmek çok önemli.
Ancak, benim bahsetmek istediğim -izlediğim kadarıyla asıl konuşması gereken kadınların da çoğunlukla rahatsız olduğu- bir tepki biçimi var: Vahşice bir kadın cinayeti, bir cinsel taciz olayı, olduğunda -ezici çoğunluğu erkek olan- bir grup insanın, özellikle sosyal medyada, son derece cinsiyetçi küfürler eşliğinde, hemen bir idam kampanyası başlatması. Ambulans arkasına takılan uyanık sürücüler gibi, her toplumsal tepkinin peşine, “idam şart”, “idam geri gelsin” başlıklarıyla takılan bir güruh -izlediğim kadarıyla örgütlü bir troll aktivasyonu- var. Tepki duyulan şeye dikkat çeken başlığın hemen altında, bazen ondan bile daha popüler olan bir idam başlığı, sosyal medya sıralamasında hemen yukarılara doğru tırmanıyor. Bir zamanlar her sorun başlığı için kalıp çözüm cümlesi olduğundan alay edilen “eğitim şart” sözünün yerine, “idam şart” yerleşmiş durumda. Bir kısmı örgütlü trol, bir kısmı öfkesine yenik düşmüş insan, bir kısmı linç kalabalığına katılmaya teşne reaktifler olabilir ama sosyal medyada bu başlıkların bu kadar ilgi görmesi, sadece kötü niyetli manipülasyonlarla veya refleks öfke çıkışları olarak açıklanamaz. Bunun uzun süredir içinde yaşadığımız zehirli zihni atmosferle yakından ilgisi var.
İdam, en ilkel -din kaynaklı hukukla da desteklenen- bir cezalandırma formu olması yanında modern sonrası insanın kaba güdülerine de cevap sağlıyor. Önceden teşhirle sağlanan etki, şimdi perdeleme için kullanılıyor. İnsan öldürme, siyasi vaat olarak kullanılıyor. Çünkü yabancı düşmanlığının, ırkçılığın, bencilliğin, kimlikçiliğin kabarmasını sağlayan düşünsel iklim, sorunları çözmekten çok, göz önünden kaldırmaya odaklanıyor: Vurun, imha edin, geri gönderin, önümden çekin, gözüm görmesin. Aslında, düşmanlaştırılanlara yönelen-yönlendirilen tepkiler, kendinin de parçası olduğu sorunla yüzleşmenin yerini alıyor. Yoksul ülkelerdeki açlık veya kıyımın sorumluluğunu değil, bunun sorun olarak önüne gelmesini istemeyenler, yabancı olarak, göçmen olarak yakınına gelen öznelerin “yok” edilmesini talep ediyor. Bu yüzden yabancı düşmanlığı veya Türkiye’de olduğu gibi Suriyeli alerjisi, sadece onlar yüzünden ekmeğinin azaldığını düşünen yoksulların değil, ekonomik olarak hiç riski olmayan tuzu kuruların da meselesi. Her toplumsal tepkinin peşine “idam isterük” diye takılanlarda da böyle bir refleks işliyor. Bu başlığın altında ortaya koyduğu öfke dilinin özelliklerine bakınca, güya tepki gösterdiği şeye ne kadar yakın durduğu kolayca görülüyor. Ya imhasını istediği bir kişiyle, kendinin de dahil olduğu sorun yumağını görünmez kılmak ve kapatmak istiyor, ya da düpedüz palavra bir taleple asıl meseleyi önemsizleştiriyor. Veya o sorunu çözme sorumluluğunu ceza ritüeli ile takas ediyor.
Ben şimdiye kadar kadın cinayetlerini protesto eden hiçbir kadın yürüyüşünde, kadınların eylem alanlarında, kadın mücadelesinin talepleri arasında, “idam” isteği görmedim, bu sloganı duymadım. O zaman erkekler – bilerek veya bilmeden varsa dahil olan kadınlar- son derece haklı bir tepki zeminine hangi hakla böyle saçma sapan bir “çözüm” cümlesi eklemeye cüret ediyor? İnsanın bulduğu -ama insanlığın bıraktığı- en eski, en ilkel ve en işe yaramaz ceza yöntemini, aslında koca bir kara boşluktan ibaret olan vicdanını soğutacak tek çare olarak öne sürüyor? Niye sizin vicdanınızın soğuması, kadınların hayatından daha değerli olsun? Kadın cinayetlerinin de çıktığı karanlığın içinden gelen bir hezeyanı, haklı bir isyanın peşine takma yetkisini kimden alıyorsunuz? Peşinde olunan, caydırıcılık, sorunun kaynağını kurutmak, bunu yaratan zemini değiştirmek ve asla yüzleşmek değil. İktidarların sık sık kalabalıkların önüne attığı idam ipine sarılmak, gösterilen tepkiyi büyütmüyor, aksine büyük bir yalan haline getiriyor. Bu açıdan her kadın cinayetinden sonra, tuhaf tuhaf argümanlarla meseleyi sulandıran, “Cinayetin kadını erkeği olmaz” diyen, uyduruk bahaneler üretmeye çalışanlarla, yalan bir patırtı eşliğinde “idam” bayrağı açanlar aynı ölçüde zararlı geliyor bana.
Yazarlar
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025