Kemal CAN
“Carpe diem”, Ölü Ozanlar Derneği (1989) filminde defalarca tekrarlandığı için hatırlanan Latince bir söz: “Anı yaşamak”, “bugünün hakkını vermek”, “günü yakalamak”, biraz abartılırsa “gününü gün etmek” ya da daha sakin yorumla “hakkını vererek yaşamak” diye genişleyen bir yelpazedeki kullanımlara açık. Sözün ortaya çıkışındaki anlam niyetinden daha geniş kullanıldığı düşünülebilir. Uzunca bir süredir yürürlükte olan “yüksek bireysellik” ve onun mühendisliği olarak ortaya çıkan kişisel gelişim, zamanla –aslında her şeyle- ilişkiyi, performans ya da haz üzerinden kuruyor. İnsanların zihinlerini, dünyayı -içindeki kendisini- “anlık” görmeye, öncesiz ve sonrasız davranmaya doğru büküyor. Yüksek performansı sağlayacak pozitif enerjiyi “andan” temin etmek için, dünden gelen ve geleceğe uzanacak bütün meseleleri silikleştirmek, geçici olarak görünmez kılmak öneriliyor.
“Andan” maksimum fayda temini, gelecekteki performans için bir plan olarak sunuluyor. Açık ve yakın bir fayda, rahatlatıcı bir duygu –bu elverişli düşmana yönelen öfke de olabilir- sağlanamayacak düşünceler için “derinleşme” ve “vakit kaybı” hiç önerilmiyor. Hıza bağımlı sürekli tatminsizlik ve daimi yetersizlik garantili performans mecburiyeti pompalanıyor, şimdiki zamanın kutsanması isteniyor. Giderek daha güvencesiz olmalarına rağmen borç ve tüketim –anın hakkını veremeye- iştahı böyle sürdürülüyor. Süreklilik gösteren dayanışma ve mücadele gerilerken, zayıf kimlik alanları, öncesiz-sonrasız anlık patlamalar ve kolay hedefler siyasi zemini şekillendiriyor. Bu fikri baskı, insanları yalnız ve çaresiz yaparken, güç sahiplerini rahatlatan bir işlev kazanıyor.
Bugünün ekonomik, toplumsal, siyasi, kültürel ikliminde, son kırk yılda yaratılan –üretilen- fikri biçimlenişin payı büyük. Tarihin sonuna gelindiği, artık “başka” zamanların başladığı iddia edilen, her şeyin önüne “post” eklendiği düşünme biçimi, öncesiz ve sonrasız bir dünya kuruyor. Bu ülkede yaşadığımız her olayda ve o olayların siyasi-toplumsal alana taşınma biçiminde de bunu görüyoruz. Elazığ’daki deprem, İdlib’de ölen askerler, ekonomik kriz gibi her türlü meselede, öncesizlik-sonrasızlık karşımıza çıkıyor. Yaşanan hiçbir meselenin sanki ne öncesi var, ne de sonrası olacak. Burak Kut’un 90’lardaki şarkısı “Yaşandı bitti saygısızca” akla geliyor. İktidar sorunları şimdiki zamana sıkıştırarak, geniş bir süreye yayılan neden-sonuç bütününden kopartarak karşılıyor: “Deprem oldu ve felakete başarıyla müdahale ettik, geçmişin hesabını vermeye vaktimiz yok”’. “İdlib’de askerlerimize saldırı öldü, misliyle cevabımızı veriyoruz”.
Öncesizlik ve sonrasızlık meselesini en çarpıcı örneklerinden biri 15 Temmuz. İktidar dahil hemen herkesin eski defterleri defalarca karıştırmasına rağmen, “oynak milatlar” sayesinde olay güncel kullanım dışına pek çıkamadı. Benzer yaklaşımı anlık verilerle konuşulan ekonomik krizde de görüyoruz. “Niye böyle oldu” sorusu da, “nasıl başka türlü olacak” sorusu da cevaplanması gerekmeyen ayrıntılar haline getiriliyor. Şimdiki zamanı kontrol edebildiği, meseleleri öncesiz ve sonrasız hale getirebildiği için, kolay “idare edebilen” ve böylece -yapabilirlik açısından- “anın hakkını veren”, “gününü gün edebilen” bir iktidarı seyrediyoruz.
Meselelerin öncesiz ve sonrasız hale getirilmesi, sadece bugünü konuşarak yapılmıyor. İdeolojik dayanakları itibarıyla sık sık geçmişe referanslar verenler, hafızayı bugünün malzemesine dönüştürmeyi de başarıyorlar. Bazen 200 yıl geriye giden örnekler, tarihsel bir sürekliliği işaret etmekten çok bugünün karşıtlıklarını ifade etmek için kullanılıyor. Bu yüzden sahiden doğru olup olmadıkları, sahiden öyle yaşanıp yaşanmadıkları veya hangi bağlama oturdukları önemsiz hale geliyor. 25 yaşında biri Kılıçdaroğlu döneminde hastane kuyruğuna girdiğini, 70 yaşında biri de CHP tek parti dönemini berrak biçimde hatırladığını iddia edebiliyor. Elinde benzin bidonuyla insan yakmaya gidenler, hasretle beklenen “dede” oluveriyor. Gerçeğe, akla, mantığa ve vicdana aykırı “bilgileri”, doğru olması mümkün olmayan biçimde kullanma lüksü, sokaktaki adamdan devletin en üst yöneticilerine kadar genişliyor.
Geçmişi ve geleceği bugüne sıkıştırmak, şimdiki zamanı anlamayı ve tartışabilmeyi de zorlaştırıyor. Mesela Suriye’de yaşananlara, “İdlib’deki askerlerimizin güvenliği” diye bir üst başlık açıldığında, o askerlerin orada neden bulunduğu, onları oraya gönderenler, sonra ne olacakları gibi sorular boşa düşüyor veya çok zayıflıyor. Bu durum, deprem veya ekonomik kriz gibi bir meselede de aynı şekilde işliyor. Sorumluluk makamındakiler, sorumluluklarını şimdiki zamana daralttıklarında kendileri için hasarı küçültebiliyorlar. Ekonomik kriz tartışmalarını –bazen aleyhlerine olsa bile- ısrarla “güncel veriler” çerçevesinde tutma gayreti bu yüzden. Herkesin gözü önünde yapılmış, kayıt altında alınmış ve üzerinden unutulacak bir süre geçmemiş açık bir siyasi ittifaka rağmen, hala “darbenin siyasi ayağı nerede” diye sorulabilmesi de.
İnsanların kendileri ve karşılaştıkları her şey hakkında “şimdiki zaman” merkezli düşünmeye yatkınlığı iktidarların öncesiz-sonrasız idare düzenini fazlasıyla kolaylaştırıyor. Ancak sorunların sorumluluğundan kaçmak için başvurulan bu yol, köksüz ve geleceksiz olmaya da razı olmak demek. Hakim muhalefet tavrı bu genel dalganın dışına fazla çıkamadığı için, bu geleceksizliği siyasi bir sonuca çeviremiyor. Muhalefetin iktidar karşısındaki dili ve kendi iç ilişkilerindeki tutumu, hakim iklime uyumlu seyrediyor. Örneğin çok sert muhalefet yaptığını düşünen biri, İdlib vesilesiyle “bir subayı için Menemen’i yakan Mustafa Kemal’i özlüyorum” paylaşımı yapabiliyor. CHP lideri hala “haftaya siyasi ayağı açıklayacağım” diyor. İyi Parti Genel Başkanı gök kubbeyi Suriye’nin başına yıkmaya çağırıyor. Muhalefetin lider aktörleri yanında geniş tabanı da siyasi değişiklik konusunda şimdiki zamanın baskısından bir türlü kopamıyor. Hafızasını da bugünün etiketleri için kullanmayı sürdürüyor.
Yazarlar
-
Ümit AkçayÇin yoksulluk tuzağından nasıl çıktı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTürk-Rus-Çin ittifakı? 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERBolsonaro’nun tarihi mahkûmiyeti 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTektonik Kırılmalar: Liberalizmin Tasfiyesi ve Müslümanlar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDemokrasinin içerideki ve dışarıdaki dinamikleri 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUMuhalefet farkında mı? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZCHP’liler için bir seçimlik başarı mı, Türkiye’nin demokratik dönüşüm mü? 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞUR“Bize bir ömür daha lazım…” 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKültürel hegemoni savaşı: Türkiye’ye bak, Amerika’nın geleceğini gör 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanTopunuz bir İspanya Başbakanı kadar olamadınız... 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciKalıcı fakirlik ve pahalılık 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖzgür Özel ve siyasi drama… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUDünyayı çılgınlar yönetiyor; akıllı olmak gerek… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluZeytine ağıt 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunStalin ‘Huzur Türklükte’ demiş! Cidden mi? 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRCHP’ye kayyım davasında AK Parti’nin eli var diyen yok ki… 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENYeni Diyanet İşleri Başkanı 19.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBaşkan’ın bütün akbabaları aşkına 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANTürkiye kötüye gidiyorsa AKP’nin oyu neden yüzde 30 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu Ergilİç Sömürge: Gücün İçeriye Yöneldiği Karanlık Düzen 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTeflon siyaset 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRAltın ve boksit madenleri, elektrik, kahveci… Yeni bir el koyma mı geliyor? 18.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “Al sana misilleme”… 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEskinin Öldüğü, Yeninin Henüz Doğmadığı Bir Dönem.. 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSınırsız küstahlığın sınırları; acziyetin sınırsızlığı 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞ“BACASIZ SANAYİ” ALARM VERİYOR… 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluHukuksuzluktan daha pahalı bir nesne yok 15.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANGerilimle yönetmek ya da gerilimi yönetmek 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalCharlie Kirk cinayeti ve ‘radikal sol’ 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKKıyamet saatini durdurmak 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
17.08.2025
17.08.2025
17.08.2025
21.07.2025
6.07.2025
30.06.2025
27.05.2025
6.04.2025
23.02.2025
16.02.2025