Doğu Ergil

Doğu Ergil
Doğu Ergil
Tüm Yazıları
Ötekileştirmek Ve Ötekileştirdiklerimizle Yüzleşmek – “Kürt Sorunu”na Alternatif Bir Bakış
19.07.2025
29
1. Dünya Savaşı'na girdiğimizde ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan gayrı Müslim yurttaşlardan "kurtulduğumuz" ve ötekileştirerek sorun haline getirdiğimiz Kürtlerle uzun bir anlaşmazlık yaşadığımızı yeniden değerlendirmek gerekir.

“Öteki”, bizim düşüncede ve eylemde ürettiğimiz bir kavram ve gerçekliktir. “Öteki”, bir bireyin veya grubun dışında kalan, dışında hissettiği ya da en genel anlamıyla, “kendisi olmayan”dır. Öteki, yalnızca bir birey veya grup değil, bir kavram, bir algı, bir ‘mesafedir’.

Toplumsal yaşamda “öteki”, kimlik inşasının negatif kutbudur. Biz kendimizi kim olduğumuz kadar, kim olmadığımız üzerinden tanımlarız.

Biz” ve “onlar” ayrımı, kolektif aidiyet hissi yaratır. Bu ayrım çoğu zaman “öteki”ni dışlayarak, “biz”i saflaştırma işlevi görür. Öteki, siyasi söylemlerde çoğu zaman güç ve iktidar inşası için bir araç olarak kullanılır.

Bu tahlilden sonra, niye 1. Dünya Savaşı’na girdiğimizde ülke nüfusunun dörtte birini oluşturan gayrı Müslim yurttaşlardan “kurtulduğumuz” ve ötekileştirerek sorun haline getirdiğimiz Kürtlerle uzun bir anlaşmazlık yaşadığımızı yeniden değerlendirmek gerekir.

Bahse konu “kurtulmak” ve “ötekileştirmek” (dışlamak) aynı zamanda kimliksizleştirmek, vatansızlaştırmak, (ortak-)tarihten kovmaktır. Bunlar büyük travmalardır. Bu travmalara yol açanlar, yaptıklarına yaşanmış veya muhayyel mağduriyetler üzerinden mazeretler bulurlar ya da ısrarla inkâr ederler.

“Öteki”, millet ve milliyetçilik inşasında işlevsel bir “iç düşman” veya “dış tehdit” unsurudur.
“Ben” ve “biz”i tanımlayan çoğu zaman “öteki”dir. Hegel’de öteki kavramı, BENLİĞİN kendi bilincine “öteki” üzerinden vardığı bir süreçtir.

Emmanuel Lévinas, konuya etik açısından bakar ve “Öteki, benim sorumluluğumdur” der. Jean-Paul Sartre ise ötekinin bakışını, bireyin kendi varoluşunun farkına vardığı bir ayna olarak tanımlar. Bu bakış, birçok sosyolog ve antropolog tarafından paylaşılır: Biz kendimizi başkasının gözüyle görürüz; onlar bizim aynamızdır.

Farklı olanla karşılaşmak, insanda çoğu zaman merak kadar tedirginlik de yaratır. Cinsiyeti, dili, dini, ten rengi, siyasi görüşü ya da yaşam tarzı bizimkinden “başka” olan birey ya da topluluklar, çoklukla önyargıyla karşılanır. Peki neden? Neden insanlar, kendilerine benzemeyenleri dışlar, tehdit gibi görür, hatta bazen düşmanlaştırır? Çünkü, tanıdık olan insana güvenli gelir.

İnsan zihni, belirsizliği sevmez. Psikologlar bu durumu “bilinmezlik kaygısı” (uncertainty aversion) olarak tanımlar. Farklı olan; tanımsız, öngörülemez ve bu nedenle potansiyel bir tehdit olarak kodlanır. Zihnimiz, “biz” olanı tanır, öngörür ve kontrol edebilir. “Onlar” ise kontrol edilemeyen bilinmeyenlerdir. Bu da kaygı doğurur.

Ayrıca farklılık, bireyin kendi kimliğini tehdit altında hissetmesine neden olabilir. Sosyal psikolojide bu durum, benlik tehdidi olarak adlandırılır. Michel Foucault’ya göre, modern toplumlar yalnızca suçluyu değil, “normalin dışına çıkan” bireyi de kontrol altına almak ister. Farklı olan, yalnızca bireysel bir varoluş değil; aynı zamanda düzenin bozulma ihtimalidir. Bu nedenle dışlanır.

SİYASETİN VE MEDYA’NIN ETKİSİ

Farklı olanın düşmanlaştırılması, bireyin içsel korkularından çok, onlara karşı olumsuz duyguların sistematik olarak beslenmesiyle büyür. Siyasal iktidarlar, toplumsal kutuplaşmadan fayda sağlayabilirler. “Biz” ve “onlar” ayrımı, çoğu zaman siyasi mobilizasyon aracı hâline getirilir.

Medya da bu ayrımı yeniden üretir. Mülteci, LGBT+, Alevi, Kürt ya da göçmen bireyler, ekranlarda çoğu zaman sorun, tehlike veya kriz nesnesi olarak sunulur. Bu sunum, farklı olanın “anlaşılması” değil, “denetlenmesi” ve dışarda tutulması gerektiği fikrini pekiştirir.

ÖTEKİ”NDEN “BİZ”E: ÇATIŞMADAN BİRLİKTELİĞE

Farklılıkla Barışmak Mümkün müdür?

Toplumsal barış, “öteki”ni düşman olarak değil, kendi kimliğimizin tamamlayıcısı olarak görebildiğimiz ölçüde mümkündür. ‘Öteki’ni dışsal bir varlık ve hasım olarak değil, işbirliği, hatta yaşam ortağı yapmak iradesi, kilidi açan anahtardır. “ÖTEKİSİ YOKSA BEN DE YOKUM” önermesi, barış kültürünün kurucu cümlesidir çünkü kim olduğumuz, aslında kime karşı olmadığımızla ilgilidir. Kendimizi karşıtlarımızla tanımlarsak, “tamamlanmamış” bir benlikten/kimlikten söz ediyoruz demektir.

Farklı olanı tehdit olarak görmek, insan doğasında potansiyel bir eğilim olsa da bu kaçınılmaz değildir. Temas Hipotezi (Allport, 1954), bireylerin farklı gruplarla doğrudan ve eşit statüde temas kurduğunda, önyargıların azaldığını gösterir.

Bunun yanı sıra, eğitim sisteminin eleştirel düşünceye dayalı, kültürlerarası empatiyi teşvik eden bir yapıya kavuşması, uzun vadede farklılık korkusunu aşmada belirleyici olabilir.

“ÖTEKİYLE” YAŞAMAK SORUNSALI

İnsanlar genellikle farklı olanı kabullenmekte zorlanırlar çünkü farklılık, yalnızca ötekinin değil, KENDİMİZİN de sorgulanmasını zorunlu kılar. Ama bu zorluk aynı zamanda büyümenin, kendini tanımanın, toplumsallaşmanın ve özgürleşmenin yoludur.

Demokrasi, sadece çoğunluğun iradesi değil; aynı zamanda azınlığın, yani “farklı olanın” güven içinde var olabilmesi demektir. Bir toplum, farklıya gösterdiği saygı kadar olgundur.

BELKİ DE SORUN, “ÖTEKİ”Nİ KABUL ETMEK DEĞİL; HEPİMİZİN BİR BAŞKASININ ÖTEKİSİ OLDUĞU GERÇEĞİNİ FARK ETMEKTİR.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar