Enver SEZGİN
Yıl 1978. Saat gecenin üç buçuğu. Kalabalık bir arkadaş grubuyla Batman Tren Garı’ndayız. Sabah, Diyarbakır’da düzenlenecek bir toplantıya katılacağız. Kurtalan’dan gelip Diyarbakır’a gidecek olan banliyö trenini bekliyoruz. Aslında trenin çok önce istasyonda olması gerekiyordu. Ancak her zaman olduğu gibi bu kez de rötar yapmıştı. Nihayet kara tren kendini gösteriyor.
Diğer yolcular gibi biz de trene biniyoruz. Kimi rahatsızlığı nedeniyle hastaneye gidecek, kimi ufak tefek işlerini görecek. Bazıları da akrabalarını ziyaret edecek. Ticaret yapmaya gidenler de var. Tren harekete geçiyor. Sağlı sollu binaları geçtikten sonra gecenin karanlığına dalıyoruz. Sinan Köyü’nde duruyoruz. Kadınlı erkekli yolcular kompartımanlara doluşuyorlar. Orta yaşlı bir baba, kucağında taşıdığı hasta kızına oturabileceği bir yer arıyor. Bir diğeri her iki elinde tuttuğu yumurta sepetlerini özenle yere bırakıyor. Bir başkası yanında getirdiği azığını sımsıkı tutuyor.
Tren çok geçmeden hareket ediyor. Sarsıntıdan içimiz dışımıza çıkıyor. Hep birlikte trenin hızlanmasını bekliyoruz. Boşuna bir bekleyiş. Son derece eski ve bakımsız olan trenin hızlanmaya mecali yok. Bu berbat trenin tek olumlu özelliği son derece ucuz olmasıdır. Bu nedenle bir hayli yoksul olan köylüler gibi biz de bu treni tercih ediyoruz. Eh, önünde sonunda Diyarbakır’a varacağız.
Tren, yanından geçtiği hemen her köyde durup, yolcularını alıp yoluna devam ediyor. Elbette hızlanmadan. Kalabalık giderek artıyor. Bu kalabalık insan grubu içinde en çok dikkati çekenler ellerindeki yoğurt bakraçları ve üzerlerindeki yerel kıyafetleri ile köylü kadınlar. Bismil’e ya da Diyarbakır’a yoğurt satmaya gidiyorlar. Zaten bu nedenle yöre insanları bu trene “Yoğurtçu Treni” adını koymuşlar. Bismil’e varıncaya kadar düzlükte yol alıyoruz. Soğuktan tir tir titriyoruz. Çünkü kaloriferler yanmıyor.
Bismil’deyiz. İçeriye satıcılar doluşuyor. Tren iyice yorulmuş. Sadece yorulmamış, bir de “susamış”. Lokomotif vagonlardan ayrılıp az ötedeki su sarnıcının altına girip “susuzluğunu gideriyor”. Sonra bir kenara çekilip dinleniyor. Sabah olmak üzere ama “Yoğurtçu Treni” bir türlü kalkmıyor. Bir kırk beş dakika daha burada bekliyoruz. Tren kalkıyor. Seviniyoruz. Biz de tren gibi yorgun düşüyoruz. Çareyi uyumakta buluyoruz.
Yolcuların bağırış çağırışlarıyla uyanıyoruz. Tren bir düzlükte durmuş, yol almıyor. Nedenini öğrenmek istiyoruz. Yolculardan biri merakımızı gideriyor. Lokomotif, Bismil’in 20 kilometre ilerisinde bir yerde arızalanmış. Yolcuların çoğunun ve tren personelinin bekleştiği ön tarafa doğru yöneliyoruz. Makinist, lokomotifin tekerlerinden birini tutan somunun düştüğünü söylüyor.
“Bu somunun bir yedeği yok mu” diye soruyoruz. “Yok” diyor.
“Diyarbakır’dan yardım istediniz mi?” “İstedik ama ellerinde şu anda yedek bir lokomotif yokmuş.”
“Ne zaman göndereceklermiş?”
“Belli olmaz.”
“Peki, ne yapacağız?”
“Yeni bir lokomotif gelinceye kadar beklemekten başka bir şey yapamayız.”
“İyi de kardeşim, toplantıya geç kalacağız.”
“Makinist bey, bu ‘somun’ dediğiniz şeyin büyüklüğü ne kadar?”
“Bir karış kadar.”
Arkadaşlarla bir durum değerlendirmesi yaptıktan sonra “somunu” aramaya karar veriyoruz.
“Yahu yapmayın, bu somun on beş kilometre ötede de düşmüş olabilir, boşuna yorulacaksınız” diye itiraz etti makinist. Ama makinisti dinlemeye hiç niyetimiz yoktu. “Olsun, hiç değilse sabah sporu yapmış oluruz.”
Gidişin aksi yönüne koşmaya başladık. Ben bir süre sonra yorulup durdum. Öteki arkadaşlar ise koşmaya devam ettiler. Hem koşuyorlar ve hem de bu ıssız yerde bizi mahsur bırakan “somunu” arıyorlar. Bir süre sonra tamamen gözden kayboldular. Bu kez beklenen lokomotif gelir de tren hareket ederse epey uzaklaşmış olan “arkadaşlarımın durumu ne olacak” diye kaygılandım. Neyse ki gözden kaybolmuş arkadaşlarım, çok geçmeden geri döndüler. Birinin elinde o “meşhur” somun. Hep bir ağızdan “bulduk, bulduk” diye bağırıyorlar.
Ön tarafta tedirginlikle bekleyen yolcular, arkadaşlarımı çılgınca alkışladılar. Öyle ya, tren personelinin yapamadığını onlar yapmışlardı. Somun yerine takıldı ve tren yoluna devam etti.
Yazarlar
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları









































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.05.2016
13.04.2016
2.02.2016
16.02.2016
9.02.2016
26.01.2016
13.01.2016
30.12.2015
23.12.2015
8.02.2015