Güldalı COŞKUN

Güldalı COŞKUN
Güldalı COŞKUN
Tüm Yazıları
Teorik aydınlar
3.02.2017
1957

 Cumhurbaşkanı Erdoğan, İstanbul'da“Evet” standından sonra yakınında bulunan “Hayır” standını da ziyaret etti. 15 dakikalık görüşmenin ardından Halk TV haberi şöyle vermiş: "Erdoğan HAYIR çadırına girip CHP'lilere sataştı ama gereken cevabı alınca sadece çıkıp gitmekle yetindi!”

Sosyal medyada,“ ‘Genel baskanin da yalancı, sen de'demiscadirdaki biriyle yasadigi diyalogda, cokbariscil..” diye kaynağı olmayan yorumlar da vardı.Üstelik, eğitimli birinin yorumuydu.

İstanbul'dan sonra gittiği ildeki mitingde, diyaloğun içeriğini bizzat Erdoğan'ın kendisi açıkladı. “Neden ‘Hayır' diyorsunuz?” diye sormuş. Özellikle bunun için çalışanlardan beklenilen cevabın önemsendiğini gösteren bir soruydu.

Fakat alınan cevapların ne sistemle ne de referanduma konu maddelerle ilgisi vardı. Şaşırmamıza şaşırıyorum hala ya işte; “umut fakirin ekmeği” demişler! Neresiydi burası; Hayır standı!

Konu komşu, sıradan vatandaştan daha fazla bilgi sahibi olması gereken görevliler böyle de, bizim aydınlarımız çok mu farklı? Aslında “aydın” bildiklerimiz; hani şu birkaç dil bilen, yurt dışı üniversitelerde ihtisas yapan, sayısız kitap, dergi vs okuyan ama bir türlü kendi sosyolojisini okuyamayan “aydınlarımız”.

Bıkmadan, umutla okuyorum ama artık sadece okuduğum, ön yargıları, niyet okumaları ve daha önemlisi, o çok bildiği kavramlarla mevcut durumu izah etmek için “ıh ıh Gayseri”modunda çırpınmalarından başka bir şey değil.

Yanlış zemin üzerine, doğru tartışmalar yapamazsınız.“Tek adam”diye tutturup, seçim başarısını da o ezberledikleri salt tanımdan yola çıkarak izah etmeye çalışıyorlar.

Efendim; “düzenli aralıklarla yapılan seçimlerle bir kişiye belli bir süre için bütün yetkiler teslim edilir. Bu kişinin yeniden seçimi de sınırlandırılmıştır. Adı başkan, şef, lider, reis, ne olursa olsun, otokrat olarak seçilen kişinin karşısında, seçim yarışı dışında karşı güç bulunmaz. Biçimsel demokratik kurumların varlığı devam eder ama bunların otokratın işlemlerini denetleme imkânı ancak kâğıt üzerinde vardır”diye yazarken kasıla kasıla “bak işte, bizdeki durum” demeye getiriyor, Ahmet İnsel.

Murat Belge'de “Dünyada Popülizm” adlı yazısında, çeşitli örnekler verirken, bir ortak neden bulmaya çalışıyor. Başta Türkiye olmak üzere Asya ve Sovyet eskisi bazı Avrupa ülkelerine kadar, “temsili demokrasi” noksanlığını neden olarak görüyor. AK Parti ve kitlesini buna örnek veriyor fakat, gelişmiş Batı ülkelerinde bu tezi çöküyor.  Ve ABD-Trump şaşkınlığı!

Birbirine benzemez bu popülist hareketlerde bu kez ortak nokta olarak da; bu “parti” ya da “hareket” ya da “önder”lerin, bulundukları toplumun bilinen, tanınan siyasî seçkinlerinin arasından çıkmamış olduklarını belirtiyor.  Yani; “müesses nizam”ın dışındakiler, tüm dünyada popülizmi besliyor, demek istiyor.

Trump'ı destekleyenlerin kendilerinin de göçmen olması, bu desteği değiştirmiyor diyerek Meksika'dan gelmiş göçmenlerin, Meksika sınırına duvar örülmesini onayladıklarını söylüyor ve Türkiye'nin gelmiş geçmiş en demokrat hareketini şöyle tarif ediyor:

“Tayyip Erdoğan henüz ‘liberal demokratik değerler'e, çeşitli ‘haklar' felsefelerine ya da pratiklerine savaş açmamış, hattâ onların derinleştirilmesinden ve yaygınlaştırılmasından yana bir tavır göstermek istediği günlerde, ‘Kürt sorununa barışçı çözüm' sloganıyla meydana atıldı. Bu değerlerden vazgeçmeye ve onları düşman ilân etmeye karar verdiği zaman da bütün gücüyle Kürtler'e saldırdı. Burada ayrıca bir ‘değişkenlik' kapasitesi var ki bu da ‘popülist ideolojiler'in‘belkemiksiz' izlenimi veren bir özelliklerinin yansıması.”

Burada, Suriyeli mültecilere kimin kucak açtığını hangi “popülist olmayan” parti ve kitlesinin, bu konudaki yaklaşımlarını yazmayı unutmuş olmalı.

Şimdi de Hollanda için bakalım ne demiş. Oradaki popülist harekete karşı koyacak bir yığın insan varmış ve yabancı düşmanlığı konusunda popülist sağ ile bu yığınlar savaşırmış. Tabii yine de konjonktür belirlermiş. Ancak, yabancıların kovulması Hollanda gibi bir ülke için fazla şiddetmiş. (Tabii yine de bilinmez şerhi düşerek)

Ve ekliyor: “Türkiye gibi bir ülke için fazla şiddetli sayılmaz. Burada hayat böyle bir şiddet ölçütüne göre kurulmuş zaten. Bugün Tayyip Erdoğan'ın arkasına takılmış kitle kendini “halk”ın, Erdoğan'ın tercih ettiği kelimeyle “millet”in tamamı olarak görüyor ve kendi gibi olmayanı sevmiyor, azınlıktan hoşlanmıyor. “Kürt”, en baştan şüpheli bir şey. Sünnî olmayan, “Müslüman'ım” dese de, makbul değil; hele bir de Alevi'yse. “Batılılaşmış” kişi hiç iyi değil. Kürt mü, Türk mü, Alevi mi, farketmez. “Yerli ve milli” değil. İdeolojik “azınlık” en beteri, en tehlikelisi. Durmadan, Sünnî-Türk Müslüman AKP tabanını iğfal ve ifsad etmeye çalışacak. Bütün bu adamlar Türkiye için “fazlalık”. Olmamaları, olmalarından çok daha hayırlı.”

İşte; sosyal bilimcilerimizin durdukları zemin bu. Ezberledikleri terimleri bırakıp, bir kerecik olsun yürekleriyle okuyabilseler; “başımızı örteceklermiş”diyen kadınla aynı düzeyde olmazlardı.

Maalesef; çok yabancılar bu ülkenin sosyolojisine!

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar