Mensur Akgün
Krallara, prenslere, soylulara tavsiyelerde bulunmuş, kitapları 16. yüzyıla kadar okunmuş. Sonra unutulmuş, daha sonra feminist yazarlarca geçtiğimiz yüzyılın başında, yani benim yaş grubumun yüzyılında yeniden keşfedilmiş, “Kadınlar Şehri Kitabı” kadın erkek eşitliği mücadelesinin ilk eserlerinden biri olarak görülmüş.
Kitapta yazara üç alegorik kimlik; akıl, dürüstlük ve adalet yol gösteriyor. Yazar da kurmaya çalıştığı metaforik şehri zamanın önyargılarını kıran, kadınların aslında erkeklerden hemen hiçbir şekilde farklı olmadığını gösteren tarihten, mitolojiden, İncil’den toparladığı kadınlarla dolduruyor. Amacı kadının mükemmel olduğunu değil tıpkı erkekler gibi olduğunu ispatlamak. Onların arasından da iyilerin ve kötülerin, güçlülerin ve zayıfların çıkabileceğini göstermek.
H H H
Kitabın zamanında çok okunmasına rağmen siyasi mesajının başarıya ulaştığını söylemek zor. 1404’de ilk baskısı yapılan kitabın üstünden 600 küsur yıl geçmiş olmasına rağmen kadınlar hala pek çok ülkede ve alanda eşitlik, hatta Suudi Arabistan gibi ülkelerde kendi başına sokağa çıkabilme, araba kullanabilme için mücadele veriyor. Eşit işe eşit ücretten siyaset yapmakta eşitliğe kadar talepleri var.
Evet, Ingmar Bergman’ın 1957 tarihli unutulmaz Yedinci Mühür filminde birkaç gün önce hayata gözlerini yuman İsveç kökenli aktör Max von Sydow’un canlandırdığı karakterin siyahlar giymiş ölüm meleğiyle hayatına satranç oynarken ortaya çıkan gözlerinde şeytan aranan, veba salgınından sorumlu tutulması yüzünden yakılarak öldürülen kadınlar kalmadı dünyada.
Dünya Pizan’nın Fransa’sından, Bergman’ın Haçlı Sefer’inden ülkesine döndürdüğü Sydow’un İsveç’inden farklı bir dünya. Kadınların yaşamlarını, vücut bütünlüklerini ve aslında kazanılmış tüm haklarını koruyan yasalar, uluslararası sözleşmeler var. Ama kadınlar hala kadın olmalarından kaynaklanan nedenlerle öldürülüyor, işkence görüyor, tacize uğruyor, işe alınırken ayrımcılığa uğruyor.
Yasaların, kuralların değişmesi, BM çatısı altında imzalanan CEDAW gibi sözleşmelerin, Avrupa Konseyi çatısı altında imzalanan İstanbul Sözleşmesi gibi belgelerin daha etkin bir şekilde kullanılması kadınların her alanda eşitliğinin sağlanması için önemli ve gerekli. Ancak yeterli değil. Bize asıl gereken anlayışımızın değişmesi kadınların da tıpkı erkekler gibi olduğunu içselleştirmemiz.
Bu da kolay değil. Kökeni bin yıllara dayanan patriarkal bir sistem içinde yaşıyoruz. Üretim biçimleri, devletlerin yönetim şekilleri değişse de erkek merkezli dünyanın yarattığı temel değerler değişmiyor. Kadınlara sayısal eşitlik tanınırken bile onları farklı biçimlerde sömürmeyi, içimize işlemiş eşitsizliği -belki bilmeyerek, farkında olmaksızın, idrakine varmaksızın- sözlerimizle, eylemlerimizle sürdürüyoruz.
8 Mart gibi günler de ne yazık ki eşitsizliğin idrakinden çok günün siyasi gündeminin ve tercihlerinin hizmetine sokuluyor. Ortaya çıkışındaki ilk anlam kayboluyor. 1917’den sonra Sovyet Devrimi’nin kutsanmasına hizmet ederken, 1970’li yıllarda evrenselleşmesiyle anneler günü, doğum günü gibi bir hal alıyor. Pek çok ülkede PR şirketlerinin sosyal sorumluluk alanları olarak pazarladıkları görece hijyenik ve reklam getirisi olan biçime bürünüyor. Bazen de toplumsal çatışmanın aracı haline dönüşüyor.
Yine de haksızlık etmek istemem Türkiye’de de dünyada da 8 Mart’a hakkını veren pek çok etkinlik yapıldı. Sosyal medya üstünden kadınlar farklı iş kollarında yaşadıkları sorunları paylaştı. Sığınmacı kadınlar konuşuldu. Kadın cinayetleri, kadına yönelik her türlü şiddet tartışıldı. Üniversiteler toplantılar düzenledi, dergiler özel sayılar yayınladı. Siyasiler, ünlü isimler cinsiyet eşitliğini vurgulayan açıklamalar yaptı. Hiç birinin önemi, bu uzun soluklu mücadeleye katkısı yadsınamaz.
***
Fakat bizlerin, yani erkeklerin ve sanırım ataerkil geleneğin taşıyıcısı olan kadınların da değişmesi için eşitsizliğin idraki içinde olanların daha çok çaba harcaması gerekiyor. Bizler de belki biraz empati yapabiliriz. Aramızdaki farkın sadece biyolojik olduğunu anlamaya çalışabiliriz. Doğal zannettiğimiz bazı davranış kalıplarının öğrenilmiş olduğunu görebiliriz. Diğer haklarımızın tescilini, mükemmel bir ülkede ve dünyada yaşamayı beklemeden cinsiyetçi dilimizden, laf aralarına sıkıştırdığımız ve masum sandığımız ayrımcı sözlerden başlayabiliriz.
İsteyen tabii ki öğretiyle de başlayabilir. Mesela Simone de Beauvoir’ın İkinci Cinsiyet kitabını okuyabilir. Kitapçılarda tercüme ve telif zaten çok eser var. Arama motorlarına doğru kelimeleri yerleştirirseniz karşınıza bilgilendirici yazılar da çıkıyor. Kadın sorunlarına eğilen kadın köşe yazarlarımızın sayısı da hiç az sayılmaz. Hem keyifli, hem de öğretici olsun derseniz roman okuyun derim. Woolf, Lessing, Erbil, Soysal, Barbarosoğlu ve daha niceleri raflarda bekliyor. Benim hafta sonu için hedefim Fatma Aliye ve Emine Semiye hanımları okumak, onları, dönemlerini ve taleplerini anlamaya çalışmak…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
4.06.2025
11.05.2025
12.02.2025
29.01.2025
8.01.2025
25.12.2024
15.12.2024
27.11.2024
6.11.2024
20.10.2024