Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları

Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Nabi YAĞCI-Taraf Yazıları
Tüm Yazıları
Başarabilirler mi
5.05.2011
1559

Son üç yazımda 2000’li yılların başlarından itibaren katı merkezci devlet çekirdeğinin çevreden yükselen değişim enerjisiyle çözülmesi sonucu ortaya çıkan hegemonya krizi üstünde durdum.

Askerin darbe tehditleri, muhtıra hotzotlarıyla, Ergenekon çevresinin bayrak sallamaları, rejim tehlikede nakaratlarıyla devletin merkezî çekirdeğinin çözülüşü durdurulmak istendi. Bu amaç için devletin asli ve yedek bütün kurumları savaş alanına sürüldü. Fakat sonuç alıcı stratejik vuruşu başaramadılar. Öte yandan AKP’nin demokratik reformlarda yavaşlaması, özellikle Kürt açılımını sonlandırmasıyla birlikte AKP-BDP gerilimi had safhada yükseldi ve değişimci güçler de vesayetçi güçler üzerinde hegemonya tesis etme koşullarını böylece yitirdiler. Bu kararsız-denge durumundan yararlanarak siyaseti merkeze kaydırma planları olduğunu yazmıştım.


Siyasetin merkeze çekilmesi demek, iç/dış dinamikler sonucu ortaya çıkan köklü demokratik değişim enerjisinin merkez tarafından (devlet) bir kara delik gibi içe çekilerek massedilmesi demektir.

Seçim nutuklarının içi boş gürültüleri arasında benim görebildiğim manzara-i umumiye böyle.

Peki, bu strateji tutar mı, vesayetçiler siyaseti merkeze çekmede başarılı olabilirler mi? Bence sormamız gereken ikinci soru bu. Bu soruya yanıtım “hayır” olacak.


Hayır. Başaramazlar.

Ancak buradaki “hayır” yanıtım koşulludur. Eğer demokratik değişim yanlısı güçler büyük yanlışlar yaparlarsa statüko yanlıları bu operasyonda başarılı da olabilirler.

Dünya fokur fokur kaynıyorken, yanı başımızda Arap-İslam âlemi “altüst” olurken Türkiye’nin asude, sakin bir liman olabileceğini düşünmek gerçek dışıdır. Merkeze çekilmeye iç dinamikler de izin verici değildir, başta Kürt meselemiz ve yeni anayasa meselesi olmak üzere... Fakat buna rağmen yanlış yapılırsa, şu sıralar zaten aşağıya çekilmiş olan demokratik değişim ivmesi tümden dibe vurabilir. Zamanı yitirmek demek bu.

Bir önceki yazımda Ayşe Kadıoğlu’nun “Seçim siyasetinin ekseni” başlıklı makalesini önemli bulmuş ve işaret etmiştim. O makalede Kadıoğlu “Siyaseti AKP-Ergenekon gerilimine kilitlemek olsa olsa vesayeti güçlendirmeye yarar” haklı uyarısında bulunuyordu. Özellikle siyasetin merkeze çekilmeye çalışılması karşısında bu uyarı çok daha anlamlı. Bu kilitlenme AKP’nin demokratik reformlarda duraksamasını örttüğü gibi, AKP içindeki devletçi kanadı da güçlendiricidir. Seçimlerde AKP’nin sloganlarından biri olan “istikrar vaadi” bu anlama da yorumlanabilir. Yani “Devlet kurumları bu çatışmalarda yıprandı, yara aldı şimdi durup bu yaraları sarmak gerek” düşüncesi. Veya reformlarda frene basmanın sahte gerekçesi.

Gelecek Meclis’in bileşimi nasıl olursa olsun kesin olan şey hiç kimse reformları tümden rafa kaldırma gücüne sahip olamayacaktır; fakat önemli olan yapısal değişikliği getirecek stratejik reformların uyutulmasını önlemektir. Bunu nasıl başarabiliriz? Bu da üçüncü soru.


Çılgın demokrasi projesiyle.

Çılgın demokrasi projesinin merkezinde “sivil demokratik yeni anayasa” olmak zorunda. Tam bu noktada kaygılarım var. Abant Platformu’nun yeni anayasa konusunda yapılan toplantı sonrası açıklama bu kaygımı arttırdı. Hiç kuşkusuz açıklanan sonuç bildirgesinde çok önemli noktalar var ama anayasanın yapılış usulü ile ilgili olarak eleştirilerim olacak.

Öncesinde halk olacak, yani tartışmalar sonrasında bir taslak çıkacak, sonrasında da halk olacak yani hazırlanan anayasa taslağı referanduma sunulacak, buraya kadar tamam. Fakat daha henüz genel seçimler öncesinde anayasa taslağını hazırlama mekânı Meclis olarak işaretleniyor ki eleştirdiğim budur. Abant açıklamasında bu taslağın hazırlığına sivil toplum kuruluşlarının da katılması gereğine işaret ediliyor ama söyleyeceğim sakıncayı ortadan kaldırmıyor bu.


Sakınca, anayasa yapımının merkeze yani Meclis’se (siyasi partilere) hapsedilme tehlikesidir.

TBMM üstünde asker ve yüksek bürokrasinin vesayetine karşı çıkmak başka şey –buna her zaman karşı çıkacağız, demokrasimizin geleceğini barajla, seçim ve siyasi partiler yasalarıyla güdükleştirilmiş Meclis’e teslim etmek büsbütün başka bir şey. Sonunda buna mecbur da kalınabilir ama neden şimdiden, peşin peşin bu mecburiyet ilân ediliyor. Üstelik de kimin adına bu ilân? Halkın böyle bir tercihi mi ortaya çıktı?

Oysa tam da seçim arifesindeyiz ve halk siyasi tercihini daha göstermedi. Varsayalım ki bu seçimlere katılım oranı müthiş düşük oldu bu durumda halkın verdiği bu mesaj ne anlama gelir? Arife tarif gerekmez. Bu durumda yeni anayasa meşruiyetini böylesi zayıf bir temsilden alabilir mi?

Burada asıl vurgulamak istediğim, anayasa yapım sürecinin kendisinin demokratik katılım alanını genişletmek için bir enstrüman olarak görülmesi gereğidir. Sonunda önümüze uzlaşma noktası gelecek elbette ama daha mücadelenin başındayken, daha yumurta bile yemeden peşin olarak uzlaşma mekânını Meclis (merkez) olarak göstermek niye?


[email protected]

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar