Nadi ÖZTÜFEKÇİ
Bu yazıyı tekrar yayınlamayı öteden beri düşünüyordum. Yayınlandıktan sonra anlattıklarımla ilgili bazı ek bilgiler geldi. Onları da ilave edip tekrar yayınlamak gerçeğe karşı asgari sorumluluk gereği idi. 12 Eylül tarihin bu sorumluluğu yerine getirmek için en uygun tarih olduğunu düşünüyorum.
…
6 Mart 2011
Gözaltılar, işkenceler, işkence mağdurları, işkenceciler, ihbarcılar…
İşkencede direnmek, çözülmek, ihbarcılık…
Bir zamanlar bizi en fazla meşgul eden kavramlardı bunlar…
12 Eylül Türkiye’nin en büyük karabasanıydı, etkisi hala geçmedi. Hala ensemizde soluğunu hissediyoruz bu büyük belanın.
Aslında, emir komuta zincirinde yapılmış ülke çapındaki en geniş utanç mutabakatıydı. Ülkenin şu an yaşadığı tüm belaların anası oldu.
Mutsuzluğumuzun, umutsuzluğumuzun, çözümsüzlüğümüzün, şaşkınlığımızın ve şaşırmışlığımızın da kaynağı…
Eğer yapmak istediklerimizin ne denli doğru ve önemli, bizim ise ne kadar aciz ve cahil olduğumuzun, ne kadar kof bir kendini beğenmişlik içerisinde olduğumuzun bir aynası olabilseydi bizim için, “her şer de bir hayır var” sözü doğru olacaktı.
Ama olmadı ya da biz bu aynaya bakmadık, bakmak istemedik zamanında.
Şimdi gecikmeli olarak bakıyoruz bu aynaya, belleğimiz aşınmış, zihnimiz bulanık, gerçekçiliğimiz de tutuklu olarak.
İşte 12 Eylül darbesinin hala süre gelen en büyük göz altısı bu bence. Bedenlerimizi salıverdi belki ama gerçeklik algımız hala gözaltında. Popüler olanın doğru, güçlü olanın haklı olduğunu sanıyoruz bunca yaşanmışlığa rağmen. Aynadaki görüntümüze bu yanılgı ile bakıyoruz onca gecikmişliğimizin üstüne. Aslında çok önceleri baksaydık yakın geçmişimize; Henüz izler belirgin, hafızalar diri ve görüntüler netken, bu belirginlik belki de gerçeklik algılarımızın üzerindeki tutukluluk halini kaldırabilirdi. Ama öyle olmadı ne yazık ki. Alzheimer hastaları gibi uzak geçmişimizle avunduk. Kahramanlarının ve tanıklarının artık olmadığı ya da çok azaldığı, sorumluluğunu üstlenmemizin gerekmediği uzak geçmişimizde gezinmek, masumiyet duygumuzu tatmin ediyordu belki de.
Bu durumdan en fazla yararlanan 12 Eylül oldu. Yeteri kadar irdelenmedi. Yargılanmadı, teşhir edilemedi.
Özellikle 24 Ocak Kararları ile olan göbek bağı üzerine gidilmedi. NATO’cu, Amerikancı yanı hep gölgede kaldı. Bu yüzden 24 Ocak Kararlarının sözcüsü ve taşeronu olan, 12 Eylül Darbesinin hazırlayıcılarından Turgut Özal, sözde sivilleşmenin simgesi olarak birçoğumuzdan prim gördü. (12 Eylül Darbesinden bir iki ay önce yeni seçilen kuvvet komutanları ve Genel Kurmay Başkanıyla yapığı toplantıda 24 Ocak Kararlarını anlatmıştı Turgut Özal. Özelleştirmenin ne kadar önemli olduğunu, KİT’lerin ekonomimize ne kadar büyük yük olduğunu, gümrük duvarlarımızın bizim dünya ile entegrasyonumuzu nasıl engellediğini bir, bir anlattı. Keza bu çalışma yasaları, sendikalar kanunu ve bu anayasa ile ekonomimizi nasıl düzeltebiliriz diye sordu. Turgut Özal’ı dinleyen, zaten birer ekonomi dehası(!) olan komutanlarımız şıpın işi anlamışlardı olayı. Toplantıdan sonra Özal da notunu esirgemedi, “hepsi de cin gibi” idi.)
Aynı tutuklu gerçekçiliğimiz 28 Şubat toplumsal büzükdaşlığının bir ürünü olan AKP’ye de şaşı bakıyor. % 47‘nin içinde az katkımız yok…
Bir şaşkınlık da Fethullah Gülen cemaati ile ilgili. Kendini nasıl tanımladığı belli olmayan bu yapılanmayı eleştirmek ayıplanır oldu. Devlet kadrolarında, eğitim, yazılı ve görsel medya, siyaset ve ticaret alanlarında yaygın ve olağanüstü etkin olarak varlığını sürdürmesi önemsenmiyor. Sanki bir sivil toplum örgütüymüş gibi algılanıyor. Gizli olmaması, yasadışı da olmadığı şeklinde kabul ediliyor. Ülkenin en büyük ve en tehlikeli Amerikancı gladyosu olduğu görmezlikten geliniyor.
Bu üç yanılsama da elbet birer paragrafla anlatılabilecek şeyler değil. Ancak bu yazının asıl konusu bunlar değil. Belki ilerde bu konuları tartışırım.
Ama bir yanlış algılama var ki, gözaltılar işkence çözülme ve ihbarcılık hakkında… İşte onu şimdi tartışmak istiyorum...
Bir toplumda işkencenin var olması, bırakın var olmasını, şüphesinin bile var olması o toplumda oluşabilecek her türlü toplumsal yargıyı etkiler. Yani bir toplumda işkence varsa ve bir şekilde bu sürüyorsa o toplumun ortak oluşturduğu hiç bir yargı sağlıklı olamaz.
Toplumda bir kişi bile işkence gördüyse o toplumun hepsi görmüş sayılır.
Ne seçtiği hükümet, ne oluşturduğu anayasa, nede ürettiği değer yargıları, ne etiği, ne dinsel yargıları, nede sanatı işkencenin etkisinden kurtulamaz. Bunların hepsi işkence altında alınmış ifade gibidir geçerli sayamazsın.
Bir toplumun en kötü durumlarından biridir. Ama daha kötüsü var. O da işkencenin kanıksanması, dahası dolaylı da olsa onaylanması.
Eğer bir insanı işkence altında yaptığı veya söylediği şeylerden dolayı yargılarsan işkenceyi onaylıyorsun demektir.
Ayrıca bir insanın işkence tehdidi altıda kalması hatta işkence yapılan ortamda bulundurulması bile işkencedir. Dolayısı bu durumda alınmış bir ifade bile işkence altında alınmış sayılır.
Kendine insanım diyen herkesin sorgusuz sualsiz işkence görenin yanında olması gerekir. Yargılayıp cezalandırmaya kalkmaksa tümüyle saçma bir tavır olur. Bu konunun “ama”sı falan yoktur.
Bu konuda en duyarlı olması gereken insanlar kuşkusuz komünistlerdir.
Bazen verilen bir ifade bizler veya yakınlarımız için çok kötü sonuçlar doğurabilir. Bu bile işkence göreni yargılama hakkımızı doğurmaz.
Bir zamanlar gruba ulaşan yazılarda; yukarıda özetlediğim çerçevede düşüncelere sahip bir kişi olarak beni rahatsız eden ifadeler kullanılmıştı.
Bir arkadaşımızın (Mustafa Dağcı) yaklaşık iki sene önce Tustav grubuna düşen, tümüyle onayladığım aşağıdaki öz savunmayı yapmak zorunda hissetmesi bile oldukça düşündürücüdür.
“Polisin, askerin kısacası devletin yasadışı, vahşi yaklaşımları eleştirileceğine yoldaşların eleştirilmesini içime sindiremiyorum. Yani ölmemiz mi isteniyor?.. 3 aylık gözaltı süresi var,3 ayda uzatabiliyorlar. ..Bu süre içinde en vahşi,insanlık dışı işkencelerini uyguluyorlar. Kendi adıma söylüyorum; çözülmemek mümkün değil. Bu süreçten geçmemiş hiç kimsenin bu sürece ilişkin söz söylemeye hakkı yoktur. Mesele partiye bilerek, isteyerek zarar verip vermemektir. Kimse patiye bağlılığımızı polis işkenceleriyle ölçmeye kalkışmamalı. Bu işkencelere sonuna kadar dayanabilmiş (ne bizden, ne başka görüşten) bir kişi anımsıyorum. İşkencelerde öldürülmüş arkadaşların anısı önünde saygıyla eğilirken, şunu belirtmek isterim: Bu arkadaşlarımız işkence sırasında can alıcı yerlerine darbe aldıkları için hayatlarını kaybetmişlerdir. Yoksa çözülmedikleri için değil. En iyi yoldaş ölen yoldaş mantığını kabul edemem.”
Benzer söylemler Mustafa Balbay için Aksiyon dergisinde çıktı. Ve bu röportaj hala facebook’ta belli aralıklarla ve alaycı yorumlarla paylaşılmakta. Ergenekonculuk eleştirilirken, dolaylı da olsa 12 Eylül işkenceleri onaylanmakta.
Ayrıca, işkence ve gözaltılar konusunda değişik zamanlar da direkt ya da dolaylı olarak karşılaştığım bazı söylemler ve tavırlar var ki… Bunları böylesi bir ortamda artık ele almak gerekiyor. Şimdi yapmak istediğim de bu.
İşkence tezgâhları “delikanlılık test merkezleri” değildi:
Güya “12 Eylül’de ağır işkenceler ve uzun gözaltlılarla süren soruşturmalar sonucun da poliste çözülmeyenleri mahkemeler salıvermiş veya beraat ettirmiş, çözülenleri de mahkûm ettirtmiş” gibi saçma ve art niyetli söylemlerdi bunlar. Belki önemsiz saçmalamalar, dikkate bile alınmaması gereken zırvalar olarak düşünülse de kayda değer şekilde tekrarına şahit olduğumdan burada dile getirmek gereğini duydum.
Belki söylemeye bile gerek yok ama aslında durum hiçte böyle değildi tabii ki. Kendi durumumdan biliyorum. Benim mahkûmiyet kararımın gerekçeli metninde “Kovuşturmanın hiçbir aşamasında kolluk kuvvetlerine yardımcı olmadı” yazmakta. Ne polisteki sorguda nede savcılık ve mahkemede ne kendimin ne de bir başkasının parti üyeliğini kabul etmemiştim. Dolayısı ile buna bağlı her suçlamanın da önünü kesmiştim. Ama buna rağmen yasa dışı parti üyeliği suçundan mahkûm olmuştum.
O dönem de işkencelere rağmen partili kimliğini kabul etmeyen birçok arkadaşımız olmuştu. Kabul edenlerde olmuştu. Görüldü ki mahkûmiyet kararları bunlara göre sonuçlanmadı. Yine kendimden örnek verirsem, kendi parti kimliğini kabul edip, beni de parti kanalından tanıdığını söyleyen iki kişinin polisteki ifadeleri, benim mahkûmiyet kararımda kanıt olarak kabul edildiği halde kendileri mahkûm olmamışlardı.
Kısacası bu söylem, 12 Eylül dönemin de ceza alan herkesi, bir kere daha cezalandırmak demektir. Bu söylem aynı zamanda işkence ve işkencecilerle omuzdaş olmaktır. Sanki 12 Eylül’ün işkence tezgâhları, dünyanın en aşağılık suçunun işlendiği, Türkiye insanlarının onurunu ayaklar altına alarak yıldırmayı amaçlayan bir unsur değildi. Daha çok bir “delikanlılık test merkezi” idi. Mahkemeler de bu “test merkezlerinden” geçenleri “helal olsun delikanlı çocukmuşsun” deyip beraat ettiren, ya da “Yazık sana iki sopaya dayanamadın, yat şimdi 2 yıl içeride de, aklın başına gelsin” diye mahkûm eden “racon” heyeti idi.
Polisten sonra, örgüt ve yoldaş işkencesi:
Yukarıdaki tanım biraz sert oldu diye düşünülebilir.
Ama o dönem de yaşadığım ve tanık olduğum birçok olay ve davranışlar var ki, en azından psikolojik anlamda bu tanımı hak ediyor.
Önce yılardır içimi acıtan gerçek bir öyküyü anlatmak istiyorum kısaca.
Arcan Yağız* isimli bir arkadaşımız vardı. Ege Tıp Fakültesinde okuyordu. Çoğumuz gibi sosyalizme ve TKP’ye inanmış, onları yaşamının mihenk taşına koymuştu. 12 Eylül’ ün ayak seslerinin duyulduğu günlerdi. İzmir’de Sıkı Yönetim ilan edilmişti. Manisa da böyle bir durum yoktu. O yüzden mitingler Manisa’da yapılıyordu. Yine böyle bir mitingde polisler mitinge saldırmış birçok kişiyi gözaltına almıştı. Tam hatırlamıyorum ama ya o günün akşamı ya da ertesi gün salıverdiler. Trenle İzmir’e dönüyorduk. Vagonların birinde mitinge saldırıyı protesto eden bir konuşma olmuş. İzmir Polisi de istasyonda bekleyip bir ya da birkaç kişiyi gözaltına almışlar. Aralarında Arcan da varmış. Ben Menemen de indiğim için sonradan duymuştum. Arcan’ın üzerinde bir şeyler çıktığından mı, yoksa konuşmada geçen sözlerden dolayımı bilmiyorum, sorgulama o zamana kadar hiç alışık olmadığımız şekilde TKP üzerine yoğunlaşmış ve oldukça şiddetli bir işkence görmüş. Sonuç ta Partili –ya da örgütsel- kimliğini kabul etmiş. Bildiğim kadarı ile hiç kimseyi ele vermemişti. Böyle bir fırsatı bekleyen o zamanki gençlik yöneticileri Arcan’ı “ibret olması” bakımından partiden –ya da örgütten- attılar. Ve nedense bütün yapılanmaya da bildirdiler.
O günlerde her karşılaşmamız da sevgili Arcan’ın o mahcup yüz ifadesini unutamam.
Epeyi bir “ibret olmuştu” doğrusu. Bir süre sonrada 12 Eylül darbesi geldi. Arkasından tutuklamalar işkence ve soruşturmalar… Arcan’a rahmet okutacak cinsten çözülmeler yaşandı. Belki de Arcan’ı Partiden atan kişilerdi bazıları.
Arcan şanssız bir arkadaşımızdı; atıldığı parti için zamanın da yaptıkları, atıldıktan sonra bile başına bela olmaya devam ediyordu. Bir soruşturma sonucu hapse girdi ve Tıp Fakültesinden de atıldı. Hala “ibret olmaya” devam ediyordu.
Yıllar sonra Dikili Festivalinde karşılaştık, ayakkabı satıyordu. Pazarcılık yapıyormuş. Festivalde sergi açmıştı. Zor geçiniyordu, ama hiçbir kırgınlığı yoktu.
Sonraları zaman zaman karşılaştık. Son karşılaşmamız da E.Ü. Tıp Fakültesinde oldu. Aftan yararlanıp öğrenciliğe geri dönmüştü. Çok sevinçliydi elbet, ama bir yandan da üzülüyordu eşine yük olduğu için. Tıp Fakültesi devam zorunluluğu olan bir okuldu ve daha epey senesi vardı.
İleriki zamanlarda belli aralıklarla haberler aldım kendisinden. Sonuçta mezun olduğunu duydum. Göreve başlayacakmış eşi de hamileymiş. Oldukça mutlu olduğunu söylediler.
Bir sonraki haber yakın bir süre sonra geldi.
Arcan bir trafik kazasında ölmüştü.
Dedim ya, Arcan şanssız bir arkadaşımızdı.
Şimdi tam “ibret olmuştu.”
Duyduğuma göre arkadaşlarımız para toplayıp eşine vermek istemişler.
Eşi kabul etmemiş. **
…
Acaba bu öyküyü grup ta anlatmak yerine Aksiyona’ mı yazsaydım diye düşünüyorum. Geleneksel ağlama duvarımız olma yolunda epey ilerlerdi sanırım. Yayınlarlar mıydı acaba?
Bu anlattıklarım yılların yıpranmışlığını taşıyan hafızam da kalanlar. Yanıldığım yerler var mutlaka ama öz olarak doğru.
Aynı tip davranışlar daha sonra da tekrarlandı. Yaşadığım bir başka olaya, daha yakından tanık olmuştum.
12 Eylül’ün en karanlık zamanları idi. Yine de diriliğimizi koruyorduk. Tam anlamı ile konspirasyon uygulanıyordu.
Bir arkadaşımız uzun bir sorgulamadan sonra Buca Cezaevi’ne alınmıştı. Oradan bize sorgulama anında yaşadıklarını, yapılan işkence uygulamalarını anlatan bir mektup göndermişti. Aşağıdan gelen bu mektubu doğal olarak yukarıya göndermiştim. Aynı zaman da bu mektubun çeşitli pasajlarından derlemeler yapıp, uygun bir metinle alt yapılanmaya (direnmeye örnek olması açısından) gönderilmesi önerisinde bulunmuştum. Yukarıdan gelen direktif ise bambaşka idi. Bu arkadaşımızın poliste çözüldüğü için partiden atıldığı, bunu da tüm yapılanmaya duyurulması yönünde idi. Gereksiz, saçma sapan ve provokatif bir direktifti. Bu tanımları şimdi tümü ile ikircimsiz olarak yapıyorum. Ama o zaman için sadece “yanlış“ diye düşünmüştüm. Ve hayatımda ilk defa örgütsel bir direktife uymadım, bu bilgiyi aşağıya göndermedim. Buna rağmen bu bilgi başka kanallardan (o zamanlar kanal açmak bir alışkanlıktı) aşağıya ulaştı. Hem de özellikle bu konuda –o zaman için- en hassas olabilecek kesime ulaştı.
Ve korktuğum başıma geldi. O kesim, hareketimizin en zor da olduğu dönem de ayaklandı. O zor dönemler de bunlarla uğraşmak zorunda kalmıştık. Buradaki ayrıntılar sonraki bir yazının konusu olabilir. Bence başka bir hesaplaşmanın yansıması idi bu davranış… Hemen belirteyim ‘başka bir hesap” meselesi, benim sadece duyumumdu. Belki de asıl nedenle, gerekçe aynı idi Ama kötü olan, hatta iğrenç olan gerekçenin kendisi idi. “İşkence de çözüldü…’ 12 Eylül darbecilerinin en iğrenç uygulamasının sonuçları bu uygulamaya maruz kalan kişiye karşı kullanılıyordu. 12 Eylül işkencecileri ile işbirliği idi bir anlamda. Son zamanlarda sıkça dile getirilen “12 Eylül Cuntası’nı onaylamak” işte tam da buydu.
Bugün düşündüğümde bu tutumu, hala anlayamadığımı görüyorum. Ne akla hizmetti, ne amaçlanıyordu? Sonuçta yanlıştı.
Belki de 12 Eylül’ün tüm ülkeye çöken akıl tutukluğunun yansıması idi. Bu akıl tutukluğunun belirtileri –özelikle işkenceler konusunda- birçok yoldaşımızda da ortaya çıkmıştı ne yazık ki.
İşkence olayları o dönemlerde o kadar fazlaydı ki adeta kanıksanmıştı. Bir kaç yılda çoğu arkadaşımız gözaltına alınmış, hemen hepsi de işkence görmüştü. Birçok kişi tutuklanmış, ya da mahkemesi devam eder durum da salıverilmişti. Ben salıverilenler arasındaydım, mahkemem dışarıdan devam ediyordu. Zaman zaman tutuklu arkadaşlarımızın salıverildikleri de oluyordu. Ya da mahkemenin ya da soruşturmaların seyrine göre yeni tutuklamalar, gözaltılar oluyordu.
Ülke büyük bir tutukevine dönüşmüştü. (Çok klasik bir cümle ama o yıllarda, en azından benim yaşadığım çevre açısından gerçekten öyleydi.) İçeriye giren çıkan, arananlar yakalananlar, polis ifadeleri, mahkeme tutanakları, fezlekeler… Bu durum bir yandan haber almayı da kolaylaştırıyordu. Hemen herkes, diğerinin poliste, savcılıkta verdiği ifadelerden haberdardı.
Özellikle poliste verilen ifadeler ne yazık ki kendiliğinden, haksız, anlamsız bir hiyerarşi oluşturmuştu. Sözünü ettiğim akıl tutukluğu işte buydu. Poliste partili kimliğini kabul eden ya da arkadaşlarıyla ilgili bilgileri vermek zorunda kalan insanların horlanması… İşkencenin en kötüsü beyinlerde uygulanıyordu. Yazının başında belirttiğim gibi. Bu akıl tutukluğundan daha çok “akıl tutukluluğu” idi. Ta bugüne kadar gelen, ama o zamanlar daha şiddetli hissedilen tutukluluk hali…
Poliste partili kimliğini vermeyen bazı arkadaşlarımız, poliste çözülen (!) arkadaşlarımıza karşı tavır aldılar. Hatta – o zaman ki deyimle- duygusal arkadaşlıklar bozuldu. Bekli de o arkadaşlıklar gerçek anlamda duygusal değildi. Bu tavırların birisi vardı ki beni çok şaşırtmış ve üzmüştü. Bir arkadaşımız, aslında işkence de direnç göstermiş birçok bilgiyi saklamış, sadece partili kimliğini, izlediği direniş stratejisi olarak çok da önemi kalmadığını düşündüğü için kabullenmişti. Bu durum, diğer arkadaşımız için onunla aslında parti telkini ile bir anlamda kerhen yürüttüğü duygusal(!) arkadaşlığı bozmak için gerekçe oldu. Bu olayın bir yönü başka bir tartışmanın konusu, burada ki vurgusu gerekçesi… Gerekçe aynı idi: “poliste çözüldü…”
Yine, abisi gibi sevip saydığı kişiye küsen, dıştalayan arkadaşlarımız oldu. Hatta aynı davranışı göstermediğim için bana da tavır geliştirenler oldu.
Sorgulama sırasında –bizim ki bir ay sürdü- bazı arkadaşlarımız ağızlarından bir şeyler kaçırdıklarında polis o noktanın üzerine gider o arkadaşımız için sorgulama daha da uzar ve zorlaşırdı. Sonra bu arkadaşlar, sorgulanan diğer arkadaşların sorgularına da alınır ifadelerini tekrarlamalarını istenirdi. Amaç o sırada sorguda olan arkadaşın direncini kırmaktı. Yine böyle bir arkadaş için sarf edilen “hücresi ile sorgulama odası arasında suyolu yaptı” gibi aşağılayıcı deyimler kullanılıyordu.
İşte, yukarıda kısaca değindiğim, B. Tokuçoğlu’nun Aksiyon Dergisi’ne Mustafa Balbay ile ilgili verdiği röportaj ve sonrası yapılan değerlendirmeler de bu tavrın devamıydı. Sanki Mustafa Balbay o zamanlar tutuklu olarak değil de müfettiş olarak gitmişti emniyete. Bir işkence mağduru için hayıflanılırken bir başka işkence ve baskı mağduruna saldırılıyordu. Balbay’ın o sorgulama da fiziki işkence görüp görmemesi -bunu çok da net olarak bilemeyiz- işkence mağduru olmasını engellemiyor. Daha önce de söylediğim gibi işkence yapılan bir yerde bulunmak, işkence tehdidi altında olmak bile işkencedir. Orada yaşananları, arşivlerdeki ifade tutanaklarından ve tarafların hafızasında kalanların bir bütünüyle değerlendirmesiyle, daha gerçeğe yakın olarak algılamak mümkün. Ancak yinelemek de yarar var, önemli olan ifadelerin ne olduğundan daha çok hangi koşullarda alındığıdır. O koşulların tek kelimelik tanımı var, işkence…
Benim sorguma da yüzleştirmek üzere, öyle bir arkadaşı getirmişlerdi. Benim dâhil olduğum gözaltı furyasından önceki operasyonda alınan bir arkadaşımızdı. Ne isterlerse, söyleme noktasındaydı. Oldukça bitkin ve yılgındı. Aslın da fiziki işkence görmüyordu. Görünüşte, iyi de davranıyorlardı. Ama emindim ki durumu benden kötüydü. Uygulanan manevi işkencenin ağırlığı benimkinden fazlaydı. Bunu somut olarak hissetmiştim. Benim direnmemde ki dayanak noktalarını çürütmek üzere kendisine soru soruyorlardı. O istediklerinden fazlasını söylüyor, hatta kendince benim de hafızamı canlandırmaya çalışıyor gereksiz ayrıntıları anlatıyordu. O ana kadar yeterince şiddetli olan işkence ve kötü muamele, tahmin edilebileceği gibi daha da arttı. Ve sonraki mahkeme de aleyhime kanaat oluşmasında oldukça etkili oldu.
İşte bunca yazdıklarımı belki de gereksizleştirecek anlatmak istediklerimi bir iki cümleyle özetleyecek olan odur ki; şu an o arkadaşımıza kızmıyorum. Aynı şekilde, gıyabımda aleyhime verilen ifadeler de vardı ve o ifadelerin sahiplerine de kızmıyorum. B. Tokuçoğlu, Balbay’ın mahkûm olması için dua etmiş. Ya da Aksiyon Dergisi bu şekilde yansıttı. Bilemiyorum… Ama ben o kadar katı olamıyorum. Çünkü bende işkence mağduruydum o da… Tıpkı Tokuçoğlu’nun da, Balbay’ın da işkence mağduru olduğu gibi…
Ben işkencecilere kızıyorum
12 Eylül’ ün o karanlık dönemlerinden bu yana geçen zaman da uygulanan işkencelerle ilgili birçok yazı okudum, gerek cezaevinde gerekse çıktıktan sonra birçok da anı dinledim. Gördüm ki; benim maruz kaldığım işkencenin ve kötü muamelenin kat be katını görenler vardı. Aslında yapılan her düzeyde ki işkencenin, maruz kalanlar açısından şiddeti olağan üstüdür. Bu açıdan, söylerken ikircimliyim ama yaşanan birçok işkence ve kötü muamelenin yanında benim gördüklerim hafif bile kalır. Ama buna rağmen birçok defa direnme gücümün sonuna geldiğimi hissettiğim anlar oldu. İşkenceye her ara verdiklerinde, “bir saniye daha devam etselerdi her şeyi kabul edecektim” diye düşündüm. Belki de gerçekten öyle olacaktı. Bu durum bence herkes için geçerli idi.
Benim düşünceme göre 12 Eylül’de işkence tezgâhların da bulunanların hiçbirinin diğerine göre bir üstünlüğü veya eksikliği yoktur. Böyle bir hiyerarşi asla kabul edilemez.
Türkiye bu utancıyla yüzleşmedi. O dönemlerde Menemen’de bizler gibi gözaltına alınmış, işkence görmüş insanlara toplumun yaklaşım tarzını hatırlıyorum; hafif alaycı biraz da inanmaz bakıyorlardı. Özellikle işkencenin şiddeti konusunda bir fikirleri de olmadıkları için, biraz da “ oh olsun, hak ettiler” tarzında düşüncelerini anlayabiliyorduk. Ancak büyük silahsızlandırma operasyonları başlayıp ta, bir tür mobil işkence tezgâhı olan “Mavi Tren” denilen minibüsler köyleri dolaşmaya başlayınca bu alaycı yüz ifadeleri değişmeye başlamıştı. Türkiye işkence ve tecavüz suçlarına karşı hep sınıfta kaldı.
Yine Hanefi Avcı, Mersin’de onca işkence ve kötü muamelenin sorumlusu iken cemaatin ve emniyet teşkilatının göz bebeği olarak taltif edilmesi Türkiye’nin bir utancıdır. Bütün bunların ne yazık ki cemaatle çelişince ortaya çıkması bu utancı katmerleyen bir başka durumdur.
12 Eylül işkencecileri ile yüzleşmekte gecikildi. Bunda, toplumun algılamasındaki sakatlık halinin, bizlerin akıl tutukluluğumuzun yanı sıra umursamazlığımızın rolü büyük. Bunca zamandır 12 Eylül işkencecileri ile hesaplaşmak için yasa beklemenin anlamı yoktu.
Türkiye’nin böylesi utançlardan kurtulmasının yolu, geçmişin de işkenceye karışmış kim varsa, şu anda bulunduğu konum ne olursa olsun hesap sorulabilmesinden geçmektedir. Eğer öldüyse bile gıyabında toplumun vicdanında mahkum olmalıdır.
12 Eylül Cuntası’na karşı açılan davalar simgesel anlamda önemli. Ancak referandum öncesi AKP’nin yaptığı “12 Eylül’le hesaplaşmak” şeklinde ki propagandanın yalnızca görsel tamamlayıcısı olarak kalmaktan kurtulmanın, bu söylemin hayata geçirmesini zorlamanın yolu var. Onlardan biri de somut olayın somut takipçisi olmak. İşkence mağdurlarının kendi işkencelerinin takipçisi olmaları… Bu belki de 12 Eylül’le top yekûn hesaplaşmanın gerçek başlangıcı olabilir. İşkence mağdurları kendi aralarında bellek, belge, moral imeceleri oluşturabilirler. Buna TUSTAV‘da ön ayak olabilir.
Kendi somutumdan örnek vermek istiyorum. İşkencecilerimin birinin adı Erol Partal’dı. Bir diğeri de Muhlis Sincabi idi. Ya da ben öyle sanıyorum. Ama yıllar geçtikçe bazı tarihler, olaylar ve bunların oluş sıraları belleğimden siliniyor. Eminim ki benimle o sırada birinci şubede olan diğer arkadaşların da (hatırladıklarımdan bir kaçını Tustav ve butarihtesendevarsın bloglarına gönderdiğim yazıda belirttim ) hatırlayacağı birçok şey ve ellerindeki belge birleşince somut verilere dönüşebilir.
Ve buradan hareketle bekli de Erol Partal’ların izi sürülebilir. Polis fezlekelerinde bir takım memurların isimleri vardı. İmza atıyorlardı. Onlar soruşturulabilir.
Kim bilir o zamanlar sıradan bir polis memuru olan bir kişi. İşkence konusundaki üstün(!) başarılarından dolayı mesleğinde ilerlemiş vali veya il emniyet müdürü olmuş olabilir. Hala görevde ya da liyakat(!) dolu uzun görev yıllarından sonra şerefiyle”(!) emekliye ayrılmış, günümüz de olup bitenlere bir türlü akıl erdiremeyip “bunlar benim zamanın da olacaktı ki” diye homurdanan bir zat-ı muhterem olabilir. Görevde ise Referandum öncesi “darbelere dur demek ve 12 Eylül Cuntası’ndan hesap sormak için evet” kampanyasında emre amade bir demokrasi amiri olarak görev almış, yeni oluşturulan dikensiz demokrasi bahçesinde ikbal dolu görevlere hazır biri olabilir.
Belki de mesleğinde gelecek vadeden bir üsteğmen olarak görev yaptığı 12 Eylül zindanların da vatan millet aşkına, uzun işkencelerden sonra bitkin bir şekilde cezaevine gelen, vatan haini komünistlere karşı dipçik dipçik verdiği savaştan dolayı komutanlarının gözüne girip, gökyüzü ile yarışacak kadar çok yıldızı omuzlamış çok generallerden biri olabilir. Ya da yaptıklarının ahrette hesabı sorulur korkusuyla, ikinci haccından sonra, ibadete bodoslama dalmış bir yobaza dönüşmüş olabilir.
Kim olursa olsun bu tarihimizin en utanç verici döneminin o aşağılık aktörleri hesap vermelidir. Bu da kimseye sipariş etmekle olmaz. Burada cezalandırmaktan söz etmiyorum. Bunu yargı yapacak elbet. Ancak bu mücadele toptancı istemlerle olmaz. Somut araştırma ve somut verilerle olur. Eğer bakış açımızda ki gereksiz kırınımları, tutarsızlıkları giderebilirsek, hedefe işkenceyi ve işkencecileri koyabilirsek güçlü bir imece oluşturabilir.
Bu yazıda yaşanmışlıklarımdan yola çıkarak işkence ve kötü muameleye karşı toplumun ve komünistlerin bakış açılarını değerlendirmeye çalıştım. Derdim işkence deneyimlerini aktarmak falan değil. İşkence mağdurlarının, sonra ki yaşamlarında karşılaştıkları, benim anlatmak istediğim şey… Toplumun ve bizim arkadaşlarımızın bakış açısı. Dilim döndüğümce, kendime göre… Yine bilinmeli ki bu birileriyle hesaplaşma yazısı değildir. Tutum ve davranışlarla hesaplaşmaktadır. O tutum ve davranışların sahipleriyle değil… Yazı içersinde belirttiğim gibi, bellek yanılsamaları olmuş olabilir. Kasıt ve çarpıtma niyeti yoktur. Olası hatalar için şimdiden özür dilerim
Sevgi ve saygılarımla,
Nadi ÖZTÜFEKÇİ
12.09.2013
*Arcan Yağız ismi gerçek değildir. Yakınlarından izin almadığım için gerçek ismiyle bahsetmenin yanlış olduğunu düşündüğüm için ismini değiştirmeyi uygun gördüm.
** Bu anlattıklarıma yazı yayınlandıktan epey sonra eski bir yoldaştan itiraz geldi. Ona göre Arcan işkencede verdiği ifadeden dolayı, kendisini bu örgüte layık görmediği için kendi isteği ile örgütten ayrılmış. Hatta ayrılmaması için ikna edilmeye çalışılmış. Doğru olabilir çünkü kendisiyle yakın ilişki içerisindeydi. Bu bilgiyi gerçeğe karşı sorumluluğum ve Komünist dürüstlük gereği burada belirtiyorum.
Ancak benim anlattıklarım da örgütsel bilgi olarak yukarıdan gelmişti. O yüzden yazıyı değiştirmedim. Belki de her iki bilgi de doğru olabilir. Örgütten atılma bilgisi sadece Arcan’a birkaç kademe yukarıdan verilmiş olabilir. Arcan arkadaşımız zorunlu olarak kendi isteği ile ayrılmış gibi yapmış olabilir diye düşünüyorum.
Aslında her iki durumda da ana fikir değişmiyor. Sonuçta işkence gören ve ağır koşullarda bazı, -o zaman için verilmemesi gereken -bilgileri vermek zorunda kalan yoldaşlarımız üzerindeki baskı Arcan arkadaşımızı zorlamıştır. Her iki durumda da ana etmen o lanet olası itham edici bir anlamda gördüğü işkenceyi sürdüren yanlış tutumdur.
Son Güncelleme Tarihi: 14 Eylül 2013 13:57
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
Atilla AytemurBingöl Erdumlu Kitabı: Film gibi hayat* 24.01.2024 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİ“Gazze’deki Uzun Savaş” 10.01.2024 Tüm Yazıları
-
Şahin ALPAY"Ergun Abi"ye veda 10.11.2023 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANYüzyıllık cumhuriyet başarılı mı başarısız mı? 29.10.2023 Tüm Yazıları
-
Levent GültekinDin, insanları kardeş yapar mı? 26.09.2023 Tüm Yazıları
-
Ayhan AKTARŞair Roni Margulies’in ardından… 7.08.2023 Tüm Yazıları
-
Ceyda KaranBiden ve iki cephede birden yenilgi 30.06.2023 Tüm Yazıları
-
Orhan Kemal CENGİZMuhalefetin sınavı asıl şimdi başlıyor 1.06.2023 Tüm Yazıları
-
Roni MARGULIESMutlu bitmiş bir göç öyküsü 20.05.2023 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERYeni Bir Çözüm Süreci Ne Kadar Mümkün? 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Burhanettin DURANTarihi Yol Ayrımındaki Kritik Seçim 6.05.2023 Tüm Yazıları
-
Celal BAŞLANGIÇKendini kurtarmak için Erdoğan, Erdoğan’ı reddedecek! 14.04.2023 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİNSANLIĞIN ÖLÜMÜ 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Ergun AŞÇIErsagun Hanım 5.03.2023 Tüm Yazıları
-
Uğur Gürses‘Dolambaçlı katlı kur’ yolunda 23.01.2023 Tüm Yazıları
-
Besim F. DellaloğluMesafenin Sosyolojisi 16.12.2022 Tüm Yazıları
-
Hidayet Şefkatli TUKSALKur’an kurslarında yatılı eğitim ve çocukların korunması 15.12.2022 Tüm Yazıları
-
Nergis DemirkayaAltılı Masa ortak yönetim planı: Her partiye bir yardımcı bir bakan 17.11.2022 Tüm Yazıları
-
Nabi YAĞCIŞaşıyorum gerçekten… 24.10.2022 Tüm Yazıları
-
Berin UYARONLAR İÇİN... 12.09.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim UsluSeçmen yolsuzluğu önemsiyor mu? 9.09.2022 Tüm Yazıları
-
Hasan GÜRKAN“SEVMEK YİNE DE BİR SARRAF İŞİDİR, YERYÜZÜ KİTAPLIĞINDA” 18.08.2022 Tüm Yazıları
-
Oktay Cansın EMİRALSAVAŞ VE ZAMAN 7.08.2022 Tüm Yazıları
-
Özgül Üstüner COŞKUNİnceden 5.07.2022 Tüm Yazıları
-
Barış SoydanGıda Komitesi’nin ve enflasyonla mücadelede başarısızlığın acıklı öyküsü 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Namık ÇINARBir toplumun geri kalma inadı 21.06.2022 Tüm Yazıları
-
Mehmet BARLASAnkara’yı sel aldı 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
Melih ALTINOKAna muhalefet lideri Akşener mi olacak? 14.06.2022 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZİKİ MEZAR, İKİ İNSAN ve IRKÇILIK 12.06.2022 Tüm Yazıları
-
Atilla YAYLAKanunlar ve fiyatlar 10.06.2022 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaKılıçdaroğlu’nun adaylığı 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Fatma Bostan ÜNSALBu kez Günah Keçisi SADAT mı? 23.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanBurhan Sönmez’in İstanbul İstanbul’unda Yerin Altı ve Üstünde Ne Yaşanıyor? 15.05.2022 Tüm Yazıları
-
Kübra ParSessiz İstila belgeseli ve sığınmacı meselesi 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Yavuz BAYDARİmamoğlu olayı ardından: ’Altılı Masa’ bir ortak aday çıkarabilecek mi? 9.05.2022 Tüm Yazıları
-
Ergun BABAHANTürkiye’nin patlamaya hazır yeni kırılma hattı: Suriyeliler 22.04.2022 Tüm Yazıları
-
Kemal BURKAYİSVEÇ DEMOKRASİSİ VE KURAN YAKMA OLAYI… 17.04.2022 Tüm Yazıları
-
Tarık Ziya EkinciGAZETECİ AYDIN ENGİN VEFAT ETTİ 24.03.2022 Tüm Yazıları
-
Cengiz AKTARSavaş notları 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
İbrahim KaragülBu bir Avrupa savaşı ve çok uzun sürecek. -Batı, Türk-Rus savaşı istiyor! 1.03.2022 Tüm Yazıları
-
Aydın ENGİNBir MHP’nin 2. Başbuğ’undan, bir benden 7.02.2022 Tüm Yazıları
-
Nezih DUYGUMete Toksöyle (30 Mart 1954 - 02 Şubat 2022) 3.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet KARDAM28/29 Ocak Karadeniz Katliamı'nın 101. Yılı 1.02.2022 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKAN“Ya herro ya merro” mu dedi?.. 7.01.2022 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇAL2022 yılı karamsarlıklarımızı tersine çevirebilir mi? 4.01.2022 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrtadoğu’nun ‘Yeni Dönemi’ 9.12.2021 Tüm Yazıları
-
Muharrem SarıkayaOylardaki yükselişin ağırlığı 7.11.2021 Tüm Yazıları
-
Şevki ÇELİKCİKEMAL ARABACI 17.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin GürcanFırat batısı, Suriye, riskler, tespitler: Ufukta bir operasyon mu var? 13.10.2021 Tüm Yazıları
-
Metin MünirErkeğin kadını ezmesi 22.09.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AcetSon anketler ne diyor? 9.09.2021 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZKONYA KATLİAMI VE GAZETECİLİK MESLEĞİ ÜZERİNE 2.08.2021 Tüm Yazıları
-
Yasin AKTAYTaliban’ın inancıyla ters olma arzusu 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Süleyman Seyfi Öğün2023’e doğru Türkiye 26.07.2021 Tüm Yazıları
-
Yusuf KaplanFetih ruhu ve rüyası 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Cem SANCARHanımefendi diyeceksiniz 28.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ali AYDINİşsiz Kalan Antikorlar, Lanetli Pay ve Siyaset 17.06.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer F. GergerlioğluMuhafazakârlar çürümeye niye sessiz? 8.06.2021 Tüm Yazıları
-
Mustafa ÖztürkNiyet ve akıbet 29.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ayşe BöhürlerTarih büyük harflerle yazılmaz 28.05.2021 Tüm Yazıları
-
Gazi BAŞYURTBir zamanlar sayılamazdık parmak ile, şimdi eksiliyoruz birer birer… 25.05.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENİsrail’in sonu gelmez işgalciliği 15.05.2021 Tüm Yazıları
-
Ömer Ahmet ÖZERENBİR 1 MAYIS Anekdotu… 10.05.2021 Tüm Yazıları
-
Osman CAN24 Nisan 1915: Kardeşimin Cenazesini Kaldıramadım Hala! 29.04.2021 Tüm Yazıları
-
Verda ÖZERBırak artık eski normali 28.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYAN24 Nisan’ı anmak 24.04.2021 Tüm Yazıları
-
Kurtuluş TAYİZPandemide Erdoğan'ı devirme planı çöktü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali Saydam23 Nisan ‘Çocuklara Hürmet’ Günü 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Vedat BilginSistem değişti de ne oldu! 22.04.2021 Tüm Yazıları
-
Ali TarakçıZEVZEK'in asıl amacı Montrö değilmiş! 17.04.2021 Tüm Yazıları
-
Burak Bilgehan ÖzpekVesayet Nedir, Nasıl Kurulur, Niçin Çöker? 16.04.2021 Tüm Yazıları
-
Firuz TÜRKERDARBE GİRİŞİMİNE HAZIR OLMAK 4.04.2021 Tüm Yazıları
-
Yıldız RamazanoğluYeni metin ne söyleyecek? 25.03.2021 Tüm Yazıları
-
RAGIP DURAN'Bir tek kişinin otoritesi suçtur!' 22.03.2021 Tüm Yazıları
-
Sevilay YALMANMesele Gergerlioğlu meselesi değil! 19.03.2021 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKBACAKİZMİT KÖRFEZİ YAKIN, DENİZ BİZE ÇOK UZAK! 17.03.2021 Tüm Yazıları
-
Ural ATEŞERANADİL... 21.02.2021 Tüm Yazıları
-
Demir Küçükaydınİki Devrimci – Türeci ve Şahin 4.01.2021 Tüm Yazıları
-
Perihan MAĞDENHayaller: ETHOS, Gerçekler: BİR BAŞKADIR BENİM MEMLEKETİM 18.11.2020 Tüm Yazıları
-
Talat ULUSOY9 Eylül 1922, İzmir’in “KURTULUŞ” Günü’nde… 9.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mahmut ÖVÜRAK Parti mi “İhvan’cı” siz mi operasyon çekiyorsunuz? 8.09.2020 Tüm Yazıları
-
Mustafa Yurtsever2010 YILI REFERANDUMU’NUN BİTMEYEN HİKAYESİ 29.08.2020 Tüm Yazıları
-
Hilâl KAPLANİstanbul Sözleşmesi yaşatır mı? 7.08.2020 Tüm Yazıları
-
Eşref ÇAKARKonca Yazışmaları... 5.08.2020 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunOsmanlı Kudüs’ü 4.06.2020 Tüm Yazıları
-
Ahmet ALTANÜmitliyim, çünkü… 26.05.2020 Tüm Yazıları
-
Kadri GÜRSELTürkiye’de darbe mi olacak gerçekten? 16.05.2020 Tüm Yazıları
-
Sinan ÇİFTYÜREKTürbülanstan mayın tarlasına dalış yapan AKP! 13.05.2020 Tüm Yazıları
-
Yaşar YAKIŞTürkiye’nin iktidar partisi yardımlaşmayı da tekeline almak istiyor 25.04.2020 Tüm Yazıları
-
Orhan PamukEski salgınlar ve bugün biz 24.04.2020 Tüm Yazıları
-
Bejan MATURÖlüm hangi boşluğu doldurur? 12.04.2020 Tüm Yazıları
-
Umut ÖZKIRIMLIKorona ve milliyetçilik 8.04.2020 Tüm Yazıları
-
Raffi Hermon Araks‘ARTSAX (Dağlık Karabağ) MESELESİ, NEDİR VE NE DEĞİLDİR? 1.04.2020 Tüm Yazıları
-
Serdar KAYAİslam, Bilim, Virüs, Kumaş 24.03.2020 Tüm Yazıları
-
Markar ESAYANKarantina günlerinde yalnızlık... 20.03.2020 Tüm Yazıları
-
Eyüphan KAYACorona Virüs bir musibettir 19.03.2020 Tüm Yazıları
-
Merve Şebnem OruçSürreel bir devrim: Gezi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Metehan DemirMoskovanın samimiyet testi 23.02.2020 Tüm Yazıları
-
Tayfun AtayGoebbels korosu söylüyor: "Her şey mükemmel efendim!" 18.02.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın AKDOĞANBirilerini suçlama yarışı 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Hüseyin GÜLERCECHP, şimdi de İlker Başbuğu alet ediyor 8.02.2020 Tüm Yazıları
-
Ufuk COŞKUNCemevleri için Cumhurbaşkanı’na Çağrı! 20.01.2020 Tüm Yazıları
-
Yalçın ERGÜNDOĞANGökdelen hançeri tam İzmir’in kalbine saplanıyordu ki… 16.12.2019 Tüm Yazıları
-
Nihat Ali ÖzcanOrtadoğu’nun karmakarışık halleri 22.10.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TenekeciDün ve bugün 11.09.2019 Tüm Yazıları
-
Haşmet BABAOĞLUİçerisini iyi anlamak için dışarıya bak! 9.09.2019 Tüm Yazıları
-
Esat KORKMAZYOLDAŞIM YAVUZ ÇANAK 29.08.2019 Tüm Yazıları
-
Ali KİREMİTCİDÜNYADA VE TÜRKİYE’DE SİYASET YENİDEN ŞEKİLLENİYOR 13.07.2019 Tüm Yazıları
-
Tayfun TURANAYILANA GAZOZ, BAYILANA LİMON. 11.07.2019 Tüm Yazıları
-
Mustafa DAĞCIÖTEKİLEŞTİRMENİN ÖTESİ= DÜŞMANLAŞTIRMAK 3.07.2019 Tüm Yazıları
-
Gürkan-Zengin23 Haziran seçimleri: Bir vak’ayi hayriyye 25.06.2019 Tüm Yazıları
-
Serdar ESEN"Herşey Çok Güzel Olacak" mı? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Celal DENİZIRKÇILIĞIN TEDAVİSİ VAR MIDIR? 9.06.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet AY14 Mayıs güzellemelerinin anlamı 15.05.2019 Tüm Yazıları
-
Salih TunaZincir sesleri 23.04.2019 Tüm Yazıları
-
Beril DEDEOĞLUİflas eden tüccar, eski defterleri karıştırırmış 27.02.2019 Tüm Yazıları
-
İbrahim TığlıBu ne iki yüzlülük!... 26.02.2019 Tüm Yazıları
-
Nermin ALPAYİNSAN VE EKONOMİK DEĞERİ 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKSUUDİLER UNUTMAK İSTİYOR AMA OLMUYOR 8.02.2019 Tüm Yazıları
-
Ümit FıratBir mahalli seçim hatırası 15.01.2019 Tüm Yazıları
-
Murat AKSOYUnutmayalım yerel seçime gidiyoruz 11.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ekin GÜNBİR… İKİ… İZMİR MARŞIYLA KOŞ! 4.01.2019 Tüm Yazıları
-
Ahmet SeverTürkiye bu kadar tehdit ve hakaret eden bir Cumhurbaşkanı görmedi 18.12.2018 Tüm Yazıları
-
İbrahim SEDİYANİKirletme 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
Nadi ÖZTÜFEKÇİUlusal mı Ulusalcılık mı? 15.12.2018 Tüm Yazıları
-
M.Şükrü HANİOĞLUDünya “biz”i parçalamak için mi savaştı? 26.11.2018 Tüm Yazıları
-
Cemil ERTEMEkonominin geleceğini simgeler anlatır! 31.10.2018 Tüm Yazıları
-
Amberin ZAMANCemal Kaşıkçı ve Türkiye’nin itibarı 10.10.2018 Tüm Yazıları
-
Mete YararCastle International 28.09.2018 Tüm Yazıları
-
Mehmet CANFilistin ulusal sorunu-II 25.09.2018 Tüm Yazıları
-
Leyla İPEKCİAile içi eğitimin maneviyatı (1) 18.09.2018 Tüm Yazıları
-
Ümit KurtTarihçi Kieser: Modern Türkiye'nin eş kurucusu Talat Paşa 17.09.2018 Tüm Yazıları
-
Güngör UrasABD’DE BORÇ KRİZİ 10.08.2018 Tüm Yazıları
-
Serpil Çevikcan24 Haziran sonrasındaki şema 30.05.2018 Tüm Yazıları
-
Hüseyin ÇAKIRVaatlerinizi sözleşme olarak imzalayın… 27.05.2018 Tüm Yazıları
-
Kürşat BUMİNLGS Türkçe: Çocuklarla dalga mı geçiyorsunuz? 7.02.2018 Tüm Yazıları
-
Yusuf Ziya DÖGERTürkiye Seçimlerinin Kilidi Kürdler 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Aslı AydıntaşbaşYaklaşan facia 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Özgür MumcuTutuklu yargı 6.02.2018 Tüm Yazıları
-
Arife KÖSEHawaii’den sonra nükleer savaş tehdidini yeniden düşünmek 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Güldalı COŞKUNSeçim kritiği desem de…. 1.02.2018 Tüm Yazıları
-
Ergün Diler23 gizli toplantı. 8.01.2018 Tüm Yazıları
-
Ceren KENARMusul sonrası DEAŞ 14.07.2017 Tüm Yazıları
-
Okay GÖNENSİNSertleşme mi normalleşme mi? 11.07.2017 Tüm Yazıları
-
İhsan ELİAÇIKDini çoğulculuk gereği kadından imam olabilir 23.06.2017 Tüm Yazıları
-
Adil GÜRHay Allah yine çenemi tutamadım! 16.04.2017 Tüm Yazıları
-
Hüseyin SARIBAŞHAYIR, YETER ARTIK! 18.02.2017 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
27.05.2018
18.04.2018
7.02.2018
9.02.2017
15.02.2017
27.01.2017
22.01.2017
4.02.2016
11.03.2016
20.11.2015