Oya BAYDAR
Ben bu sözü 1950’lerin ortalarında, Demokrat Parti iktidarı döneminde annemden, çevremizdeki subay ailelerinden, aslında orta-alt gelir grubundan olup kendilerini ruhen Cumhuriyet seçkinlerinden sayan, halkı küçümseyen o kibirli, üsttenci insanların ağzından sık sık duyardım. O zamanlar 1. Levent’te otururduk. Yıllarca sokağımızdan “soğan var, patates var” diye bağırarak at arabasıyla geçen seyyar sebzeci, küçücük bir manav dükkânı açmıştı. Annem bir gün öfkeyle, neredeyse ağlayacak halde döndü alışverişten. “Ayaklar baş oldu, ayaklar baş oldu” diye söyleniyordu durmadan. Hiç unutmuyorum, mevsim bahardı: erik, çilek, kiraz turfanda; fiyatlar yüksek...
Dar gelirliydik, her istediğimizi her fiyata alacak halimiz yoktu. Annem pazarlık etmek istemiş, manav “Bekle biraz, fiyatlar düşünce alırsın, şimdi sana elma vereyim” demiş. Annem, daha düne kadar seyyar satıcılık yapan adamın manav açmasını bile hazmedemiyordu. Kaldı ki bir manav parçası nasıl olur da müteveffa emekli albay Cevat Bey’in karısına böyle bir söz söylemeye cesaret edebilirdi! Hep şu Demokrat Parti yüzünden, bunları Demokratlar şımartmış, küstahlaştırmıştı. Zaten yakında bu cahil köylüler gelip hepimizi keseceklerdi, bu halk adam olmazdı... Benim oyumla çobanın oyu bir olabilir mi, zihniyetinin 1950’ler versiyonuydu olup bitenler.
1950’lerde Türkiye’nin çok partili rejime geçtiği; pazara açılma ve kapitalistleşmenin toplumsal yapıda sarsıntı ve dönüşüme yol açtığı, DP’nin, “Yeter, söz milletindir!” sloganıyla iktidara geldiği yıllarda iktidarlarını, ayrıcalıklarını, statükolarını ve ekonomik durumlarını tehlikede gören eski rejimin dayanağı olan sınıf ve zümreler, “karşı devrim” olarak niteledikleri dönüşüme tepkilerini “Ayaklar baş oldu” diyerek dile getirirlerdi. Çünkü, kendilerini memleketin gerçek sahipleri, yönetmeye, baş olmaya yazgılı ve liyakatlı olarak görenlerin gözünde halk ayaktı, ayak takımıydı. Bir türlü kavrayıp açıklayamadıkları bir alt üstlük yaşanıyordu, ayaklar baş oluyordu.
Ayaklar baş olunca tarih tekerrür mü eder?
Şimdi, neredeyse 60 yıl sonra, ayaklar diye küçümsenenlerin, yani halkın, özellikle de Cumhuriyet rejiminin mağdur ettiği kitlelerin içinden çıkan bir başbakan, kendisine karşı gördüğü insanları kastederek “Ayaklar ne zaman baş oldu?” diye soruyor. Bu utanç verici, siyasal etikten yoksun ve bölücü “ayaklar” sözcüğünü Cumhuriyet elitlerinin zihniyet dünyasındaki aşağılayıcı anlamıyla değil; tarih, toplum, siyaset sahnesine çıkmalarına 80 yıl izin verilmemiş halk kitleleri olarak anlarsak, Başbakan’ın sorusunun cevabı, “Siz iktidara geldiğinizden beri...” den başkası olamaz. Evet, Türkiye’de bugün mağdur edilmiş ya da kendini mağdur hisseden geniş halk kesimleri nihayet tarih ve siyaset sahnesindeler. Ne iyi ki böyle! Ne iyi ki Türkiye toplumu böyle bir değişim geçiriyor, kabuğunu kırıyor, kitleler tarih sahnesinde rollerini ve yerlerini talep ediyorlar. Ama kafama takılan bir şey var: mağdurlar iktidar olunca tarih tekerrür mü ediyor? Şimdi baş olanlar, kendi karşılarında gördüklerini, ötekileri ayak mı sayıyor? Başkalarını bilmem ama Başbakan’ın öyle gördüğü apaçık.
Son üç haftadır susmak bilmeyen, ağzından da baldan başka her şey akan Tayyip Erdoğan; çöken, gerileyen, iktidarı yitiren eski muktedirlerin zihniyetini, dilini ve yöntemlerini aynen benimsemiş görünüyor. Meydan meydan dolanırken yaptığı konuşmalarda, “yok öyle 25’e simit” gibi, cümlelerinin sonundaki “yaav, yaav” lar gibi, siz sözcüğünü hiç öğrenmemiş “sen”li sataşmalar gibi kabadayı argosu bir yana (haklarını teslim edelim eski muktedirler bu dili pek kullanmazlardı) diliyle, söylemiyle, yöntemiyle, tehditleriyle ve de olayları değerlendirmesiyle darbeci-vesayetçi kesimleri hiç özlettirmiyor bizlere. Gezi olaylarını yorumlaması, can havliyle sarıldığı komplo teorileri, komplonun başında Sorosçuların, yerli-yabancı lobilerin, ülkemize kastetmiş Batılı ülkelerin, karanlık mihrakların bulunduğu, Gezi direnişlerini bunların tertip ve tahrik ettiği, eylemcilerin piyon olduğu teorileri o kadar tanıdık ki... Tarihin istihzası işte! Tayyip Bey ve partisi iktidara yürürken telaş içindeki asker-sivil muktedirler neredeyse aynı cümlelerle, aynı değerlendirmelerle, aynı komplo teorileriyle AKP’ye, sadece AKP’ye değil kendileri gibi düşünmeyen bütün kesimlere yüklenirlerdi.
Tarihin olmasa da üslubun ve karşısındakini ezme yönteminin aynen tekrarlanmakta olduğunun çok daha vahim göstergeleri var: Birincisi kitleleri yalanlarla, tertiplerle manipüle etmek. 28 Şubat öncesinde medyada, hacılar hocalar tarafından nasıl tasalluta uğradıklarını gözlerinde yaşlarla anlatan, sonunda da Aczimendi Şeyhi ile basılma sahnelerini canlı yayında izlediğimiz ne tesettürlüler, ne Fadimeler, ne Emineler gördük biz. Amaç dindarları, Müslümanları karalamaktı; kaçımız fark ettik? (Gururla söyleyebilirim, ilk andan bunlar düzmece, provokasyon kokuyor, amaç başka demiştim.) 28 Şubat öncesinden örnekler çok, o günlerde iğrenç bir psikolojik harekât yürütülmekteydi. Daha sonra, 2000’lerin başında Tayyip Erdoğan’ın ve AKP ileri gelenlerinin etrafında da aynı çirkin yalan ağı örüldü. Yazarı şimdi Silivri’de yargılanmakta olan Musa’nın Yıldızı, Musa’nın Gülü, vb. metinleriyle Cumhurbaşkanı Gül’e, eşine, Erdoğan’a, ailesine karşı kişilik yıpratması temelli iğrenç yayınlar yapıldı. Yalana sarılmak, kitleleri provokatif yalanlarla galayana getirmek, sığ ve kitleler karşısında aciz muktedirlerin kadim silahıdır. Şimdi bizzat Erdoğan’ın aynı silahı, çok daha saldırgan ve pervasızca kullandığına tanık oluyoruz.
Suç duyurum bâkidir
Bugün iktidarlarını büyük ölçüde yitirmiş görünen dünün darbeci vesayetçi muktedirlerinin en tehlikeli yöntemi cepheleştirme taktiğiydi. Birleştirici, uzlaşmacı, gerilimleri yumuşatıcı olmak yerine toplumu sürekli olarak cepheleştirmeye çalışırlardı. Bunu bazen tehditle, çoğunlukla da kitle psikolojisini manipüle ederek, medyayı da kullanarak yaparlardı. Özellikle Müslüman-laik karşıtlığı kaşınır, pekiştirilirdi. Cephe tahkimi askerlik stratejisidir. Yumuşama ve uzlaşma ile savaş kazanılmaz düşüncesinin ürünüdür. 2001-2008 arasındaki AKP’yi hedef alan bir dizi toplumsal gelişme, olay, eylem cepheleştirme stratejisinin parçalarıydı. Bayrak mitingleri en masumu olmak üzere...
Şimdi aynı militarist taktiği Erdoğan “milli irade” adını verdiği kendi kitlesini, toplumun diğer kesimlerine karşı düşmanlıkla bileyerek kullanıyor. Meydanlardaki yüzbinlere, ekran başındaki milyonlara karşı, ben kendi iktidarım için bu ülkeye, bu halka nasıl bir kötülük yapıyorum diye hiç sormadan, sorgulamadan, “BUNLAR, BUNLAR” diyerek ve “bunlar”ı şeytanlaştırarak kendisine biat etmeyen öteki yüzde 50’yi itibarsızlaştırıyor, kendi kitlesinin gözünde küçük düşürüyor, hedef haline getiriyor. Mitinglerde “Millet burada, bunlar Gezi’de” derken ve “bunlar”ı yuhalatırken, yarının tarlasına nasıl canavar tohumları ektiğinin farkında mı bilmem.
“Onlar milyonlarca tweet atsınlar, bizim bir besmelemiz yeter” derken tweet atanlar ve besmele çekenler ayrımının; “Bunlar ayyaşlar, Boğaza karşı viski içenler, vb.” derken yaşam tarzı ayrımının; “millî irade bu meydanlarda, onlar parklarda bahçelerde” derken, “duran adamlara karşı duran adamlar” yaratırken, Reyhanlı’da 57 Sünnî vatandaşımız öldü deme gafletinde bulunurken, körüklediği ayrımların ne derin ve onarılmaz sonuçlara gebe olduğunun farkında mı, onu da bilemem. Bildiğim tek şey, halkı kin ve adavete teşvikin, cepheleştirmenin yani bölücülüğün sadece ahlakî değil yasal-hukuksal suç olduğudur. Başbakanların bu suçtan muaf olduklarına dair bir madde olduğunu hiç sanmıyorum. Kendi çevresinden, Müslüman muhafazakâr kesimden aklıselim sahibi insanların da hiç hoş görmediklerini, aşırı rahatsız olduklarını bildiğim bu bölücü ve cepheleştirici söylem konusunda suç duyurumu yineliyorum.
“Bunlar, bunlar” söylemiyle 76 milyonun başbakanı olunmaz. Sadece size oy vermiş yüzde 50’yi milli irade olarak nitelerseniz, ben de “O zaman ben hangi iradeyim, millet olmak için partinize, mitinginize gelmem ve sizi alkışlamam mı gerekiyor diye sorarım. Yüzde 50 çoğunluğum var diyerek millî irade kavramını istismar ederseniz, geriye kalan ve aslında birbirinden aynı tencerede kaynayamayacak kadar farklı olan yüzde 50’nin karşınıza tek cephe olarak dikilmesine de şaşmamanız ve bunu iç ve dış çevrelerin komploları gibi budalaca nedenlere bağlamamanız gerekir. O cepheyi her konuşmanızla, her adımınızla siz tahkim ediyorsunuz Sayın Tayyip Erdoğan. Ve sizin adınıza korkarım ki, mitinglerinize -ve ne tuhaf şey- grup konuşmalarınıza doldurulan kalabalıklara rağmen her cepheleştirme saldırınızda cepheniz ağır ağır daralıyor. Tıpkı eski rejimin darbeci-vesayetçilerinin ülkeyi bölmek, cepheleştirmek için attıkları her adımda güçten düşüp sonunda yenilmeleri gibi...
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
24.05.2024
14.05.2024
3.05.2024
3.05.2024
22.04.2024
16.04.2024
3.04.2024
29.03.2024
22.03.2024
7.03.2024