Serdar KAYA
Emevi halifesi Abdülmelik bin Mervan, Kudüs’teki Hacerü’l-Muallak‘ın üzerine bir yapı inşa ettirmek ister. [1] 689 yılında çalışmalar başlar; 691 yılında eser tamamlanır. Hacerü’l-Muallak artık sekizgen bir yapının merkezindedir ve tam üzerinde bir kubbe vardır.
Kubbetü’s-Sahra adı verilen bu yapı, bilinen ilk İslami sanat eseridir. [2] Ancak, yaygın güncel kanının aksine, bir cami değildir. Bir ziyaretgâh olarak tasarlanmıştır. (İlgili mekân, kubbenin altındaki taşı çevreleyen daire şeklindeki bir seyir alanından ibarettir.) Bu noktada şu soru önemlidir: İslam dünyasının dokuz senedir bir iç savaşın içinde olduğu bir dönemde Emeviler neden böylesine estetik ve cazibedar bir ziyaretgâh tasarlamayı düşünmüş olabilirler?
Güneyde Mekke, kuzeyde Kudüs
İlgili dönemin siyasi çekişmelerine bakıldığında, Kubbetü’s-Sahra’nın dini olmaktan ziyade siyasi bir işlevi olduğunu görmek mümkün hale gelir. Şöyle ki, Emevilerin en büyük rakibi durumunda olan Abdullah bin Zübeyr, Mekke’dedir. Kâbe’de bulunmak ve haccın sorumluluğunu üstlenmek, ona ciddi bir meşruiyet kazandırır. Dahası, hac ya da umre nedeniyle İslam dünyasının farklı yerlerinden Mekke’ye gelen insanlar, onunla ve yakınlarıyla konuşmakta, onun perspektifine aşina olmakta ve neticede giderek daha fazla insan ona biat etmektedir. Şam’da bulunan Emevi payitahtı ise, bu gibi saygı gören ve meşruiyet sunan öğelerden yoksun olduğu gibi, coğrafi konumu itibariyle de İslam dünyasının geri kalanından bir parça izole olmuş durumdadır.
Hacerü’l-Muallak ekseninde yeni bir kutsal bir yapı ortaya çıkarmak, bu çerçevede daha farklı bir anlam kazanır. Zira, Kubbetü’s-Sahra, Emevi topraklarının da kutsallığını vurgulayarak (dinen) Kâbe’yi ve (siyaseten ise) Mekke’yi bir nebze dengeleyecektir. Bir ziyaretgâh olarak cazibe merkezi haline geldiği ölçüde de, daha fazla insanı Emevilerin etki alanına alma adına bir fırsat sunacaktır.
Hicri üçüncü yüzyıl tarihçilerinden El-Yakubi, Kubbetü’s-Sahra’nın yapılış amacından söz ederken, Mekke ve Kâbe’yi dengeleme konusunu bir adım daha ileri taşır. Abdülmelik bin Mervan’ın insanları hac için Mekke’ye gitmekten men ettiğini ve onları Kâbe yerine, (ziyarete layık üç mescitten biri kabul edilen) Kudüs’teki Mescid-i Aksa’yı ziyarete teşvik ettiğini yazar. Yine El-Yakubi’ye göre, Abdülmelik, (Mescid-i Aksa‘nın hemen yanıbaşında olan) Kubbetü’s-Sahra’yı Hacerü’l-Muallak’ın tavaf edilmesini sağlayacak şekilde tasarlatmıştır ve taşın etrafındaki dairesel seyir alanı bu amaca hizmet eder.
El-Yakubi her ne kadar önemli bir tarihçi olsa da, Emevilere karşı eleştirel bir tavrı olması nedeniyle bu sözleri ihtiyatla karşılanagelir. Ancak, ilgili ifadeler, (doğru olmadıklarını dâhi kabul etsek) 800′lü yıllarda muhaliflerinin Emevileri nasıl algıladıkları konusunda bir fikir veriyor olmaları itibariyle dikkate değerdir.
Fil Vakası
Kubbetü’s-Sahra’nın inşası, Fil Vakası ile benzerlikler taşır. Zira, Fil Vakası’nda da, Kâbe’ye alternatif bir yapı inşa eden bir siyasi lider vardır. Şöyle ki, Hıristiyan Habeşistan krallığına bağlı olan Yemen’in valisi Ebrehe El-Eslem, San’a şehrine Kâbe’ye alternatif bir cazibe merkezi olmasını istediği büyük bir kilise yaptırır. [3] Ancak, bu kilise, Ebrehe’nin umduğu ilgiyi görmez. Bunun üzerine, Ebrehe, Mekke’yi ele geçirmenin ve Kâbe’yi yıkmanın daha kesin bir çözüm olacağını düşünür. [4]
Ebrehe, bu amaç doğrultusunda, bir ordu teşkil eder ve Yemen’den Mekke’ye doğru yola çıkar. İbn-i İshak‘a göre, ordunun önünde Mahmud adlı bir fil de bulunur. [5] Ordu Mekke’ye yaklaştığında, Mahmud ilerlemeyi reddeder. Mekke dışındaki istikametlere yöneltildiğinde yürüse de, Mekke’ye döndürüldüğünde ısrarla durur. Kısa bir süre sonra da, gökyüzünde (pençelerinde siccilden taşlar taşıyan) ebabil kuşları belirir. [6] Fil Suresi, bu noktadan sonra yaşananları şöyle aktarır:
(1) Rabbinin, Fil Ashabı’na ne yaptığını görmedin mi?
(2) Onların tuzaklarını boşa çıkarmadı mı?
(3) Onların üzerine ebabil kuşları göndermedi mi?
(4) (Kuşlar) onların üzerlerine sert taşlar atıyorlardı.
(5) Böylece onları yenmiş ekin yaprağı haline getirdi.
Pek çok tarihçi, bu olayın (aynı zamanda Hz. Muhammed’in doğduğu sene olan) 570′te yaşandığı fikrindedir. İlgili seneyi 547′ye kadar geri çekenler de vardır. [7]
İki nokta
(1) Gerek Ebrehe’nin kilisesi, gerekse Abdülmelik’in Kubbetü’s-Sahrası, ancak inşa edildikleri dönemde varolan dini ve/veya siyasi çekişmeler ekseninde anlamlandırabilecek eserler. [8] Ancak özellikle Kubbetü’s-Sahra, günümüzde, varlığını sonuç veren bağlamdan büyük ölçüde bağımsız algılanıyor. Bugün itibariyle Kubbetü’s-Sahra pek çok Müslüman için artık Kudüs ya da İslami mimari merkezli konularda savunma psikolojisiyle sahip çıkılan bir eser durumunda.
(2) İnsanların Hacerü’l-Muallak’ı tavaf etmeleri (ya da en azından Abdülmelik’in onları böyle bir şeye zorlaması) ilk bakışta inanılmaz gelebilir. Ancak, böyle bir tavafın hiç gerçekleşmediğini bile varsaysak, insanların (ya da bir siyasi liderin) dini ya da kültürel nedenlerle bunu tasavvur edemeyeceğini iddia etmek zordur. Zira, “Bir taşın etrafında tavaf olur mu?” diye sormadan önce, (a) Kâbe’nin de dört taş duvardan oluştuğunu, (b) köşesinde bir taş bulunduğunu ve bu taşın tavafın her şavtında selamlandığını, (c) 630 yılına dek Arabistan Yarımadası’nın farklı yerlerinde bir köşesinde kutsal addedilen bir taş bulunan ve etrafı tavaf edilen küp şeklinde çeşitli mabedler bulunduğunu, (d) ibadet edilen kimi putların da taştan olduğunu (örneğin, Lat’ın küp şeklinde bir taş olduğunu ve tıpkı Kâbe gibi üzerinin örtüldüğünü), ve dolayısıyla (e) 600′lü yıllarda böyle bir ibadet şeklinin kültürel izlerinin gayet güçlü olduğunu hatırlamak gerekir. [9]
Mescid-i Aksa ekseninde bazı sorular
İsra suresinde bahsi geçen Mescid-i Aksa’nın, Kudüs’teki Mescid-i Aksa olduğundan neden bu kadar eminiz? Yukarıdakine benzer bir hikâyenin Mescid-i Aksa için de geçerli olabileceği ihtimalini hiç dikkate aldık mı? 621 senesinde Harem-i Şerif‘te bir mescid mi vardı? Ya da, bugün Mescid-i Aksa dediğimiz yapının ne kadarı 621 yılı itibariyle oradaydı? Filistin’deki güncel ihtilaf göz önüne alındığında bu gibi sorular müslümanlar için özellikle rahatsız edici olabiliyor. Zira, Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s-Sahra hakkındaki bazı gerçekler, sürmekte olan ihtilafta müslümanların elini zayıflatabilecek türden.
Peki bu gerçekleri dikkate almak siyaseten işimize gelir mi? Ya da, şayet siyasi kaygılarımız bizi bazı gerçekleri örtmeye (ya da en azından göz ardı etmeye) yöneltebiliyorsa, bu tavrımıza bakarak Abdülmelik bin Mervan’ı daha iyi anlamaya başlayabilir miyiz?
––––––
[SONRAKİ YAZI: Emevilerin zaferi]
––––––
[1] Hacerü’l-Muallak, Musevilerin dua ederken yöneldikleri taştır. Musevi inancı, bu taşı doğrudan dünyanın yaratılışı ile ilişkilendirir. Çeşitli peygamberlere dair Tevrat’ta yer alan kıssalarda da bu taşın bahsi geçer. Örneğin, Museviler, Hz. İbrahim’in, oğlu İshak’ı Hacerü’l-Muallak’ın üzerinde kurban etmeye teşebbüs ettiğine inanırlar. (Hz. İbrahim’i Mekke ile ilişkilendiren anlatılar ise, Musevilere göre birer neolojizmdir.) Hacerü’l-Muallak, müslümanlar için ise, ilk kıble olması itibariyle önemlidir. Hz. Muhammed’in bu taş üzerinden miraca yükseldiği yönünde bir görüş de vardır.
[2] Arapçada sahr kelimesi, kaya anlamına gelir. Kubbetü’s-Sahra ifadesi ise, “Kayanın Kubbesi” şeklinde Türkçeye çevrilebilir. Bu noktada, Kubbetü’s-Sahre ifadesinin daha doğru bir telaffuz olduğunu iddia etmek de mümkün. Ancak sahra kelimesi (ilgisiz de olsa) Türkçe konuşanların kulağına daha tanıdık geldiğinden Kubbetü’s-Sahra şeklindeki kullanım yaygınlaşmış olabilir.
[3] Habeşistan krallığı, 615 senesinde bir grup Müslümanın hicret edeceği hıristiyan bir ülke olması itibariyle de hatırlanabilir. San’a ise, günümüzdeki Yemen’in başkentidir.
[4] San’a şehrindeki takriben 1400 yıllık Ulu Cami‘nin Ebrehe’nin yaptırdığı kiliseden dönüştürülmüş olduğu yönünde bir görüş de vardır.
[5] Ebrehe’nin ordusundaki tek filin Mahmud olup olmadığı konusu tartışmalıdır. Ordunun büyüklüğü için verilen 100.000 gibi rakamlar ise, epey abartılı olsa gerektir.
[6] Siccil kelimesinin ne manaya geldiği tartışmalıdır. Bu nedenle, Türkçe meallerde, “pişirilmiş balçıktan taşlar”, “sert tuğladan taşlar”, “pişkin tuğladan taşlar”, “kurumuş çamurdan taşlar” ve “sertleştirilmiş balçık taşları” gibi ifadeler yer alır. Bu görüşlerde ağırlıkla vurgulanan özellik sertlik olduğu için, ben (Edip Yüksel gibi) sadece “sert taşlar” demeyi tercih ettim.
[7] Fil Vakası bahsinde sıklıkla anlatılan bir yan öykü ise, Hz. Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib ile Ebrehe arasında geçtiği rivayet edilen diyalogdur. Şöyle ki, Ebrehe Mekke’ye yaklaşınca, ordusunu şehre sokmadan önce, Mekkelilere ait olan bir grup deveye el koyar. Ayrıca, adamlarından birini şehre göndererek, hiç kimseye bir zarar vermeyeceğini, sadece Kâbe’yi yıkmak istediğini bildirir. Bunun üzerine, o dönemde Kâbe’den sorumlu olan Abdülmuttalib, ordusuyla şehrin dışında beklemekte olan Ebrehe’nin yanına gider ve Ebrehe’nin el koyduğu develerden kendisine ait olanları talep eder. Ebrehe, Abdülmuttalib’in Kâbe hakkında herhangi bir talepte bulunmayıp sadece develerini istemesine şaşırır ve bu şaşkınlığını ifade eder. Bunun üzerine, Abdülmuttalib, kendisinin sadece develerinin sahibi olduğunu, Kâbe’nin de bir sahibi bulunduğunu ve onu koruyacağını söyler.
[8] Ebrehe’nin Kâbe üzerine yürümesini değerlendirirken, Mekke’nin ticari önemine değinerek konuya ekonomik bir boyut getirenler de vardır. Ancak, Mekke’nin ticari bir merkez olduğu iddiası (her ne kadar İslami yazında sıklıkla yer alsa da) doğru değildir. Mekke ve Yemen, önemli ticaret yolları üzerinde yer almaz. Dolayısıyla, en fazla yerel seviyede bir rekabetten söz edilebilir.
[9] Lat, Mekke’nin takriben 90 kilometre güneydoğusundaki Taif şehrindedir. Taifliler 630 yılında İslam’ı kabul edince, Hz. Muhammed’e Lat dışındaki putları kıracaklarını söyler, ancak Lat’ın bir süre daha durması için müsaade isterler. Hz. Muhammed ise, cevaben, İslam ile putların aynı anda varolamayacağını söyleyerek bu teklifi kabul etmez. Bunun üzerine, Taifliler, Lat’ı kendilerinden olmayan birinin kırması isterler. Hz. Muhammed, bu isteği kabul eder ve Mugire bin Şu’be ile Ebu Süfyan’a Taif’e giderek Lat’ı kırma görevi verir. Onlar da bir grup silahlı adamla birlikte ilgili bölgeye gidip (kazma gibi bir aletle) Lat’ıkırarlar. Taiflilerin bu olayı korku içinde izledikleri nakledilir. Hatta bazı kadınlar üzüntüden ağlarlar. (Bugün itibariyle öneminin büyüklüğünün anlaşılması bir parça zor olsa da, o dönemde ilgili bölgenin halkı ve özellikle de dindarları için bu olayın dehşet verici olduğu muhakkaktır.) Menat‘ın da benzeri bir öyküsü vardır. Menat, Medine’nin takriben 15 kilometre güneyindeki Müşellel adı bölgeye yakın olan bir sahilde bulunur. Ancak, Lat’ın aksine, bir taş değil, heykeldir. Daha çok Evs ve Hazrec kabilelerinin taptıkları bir put olsa da, civar bölgelerden de onu ziyarete gelenler vardır. Mekke’nin fethinin ardından, Menat’ı kırmakla görevlendirilen Sa’d bin Zeyd, yanına 20 atlı alarak yola çıkar ve bu görevi yerine getirir. Lat yeraltı, Menat ise kader tanrıçasıdır. Dahası, Lat ve Menat, Uzza‘nın iki kızıdır ve ikisine birlikte (“İki Uzza” manasında) Uzzateyn denir. Uzza, bereket tanrıçasıdır ve Taif yolu üzerindeki Nahle’dedir. Uzza, Mekke’nin fethinin hemen ardından, 630 yılının Ocak ayında, Halid bin Velid tarafından kırılır. (Bu noktada, enteresan olan bir diğer konu da, Arabistan Yarımadası’ndaki kimi pagan gelenekleri ile İslami hac vazifesi arasındaki bazı paralelliklerdir. Şöyle ki, İslam öncesi dönemde, yarımadanın farklı yerlerinden Lat’ı ziyarete gelen putperestler, hediyeler bırakır, kurbanlar keserler. Dini ziyaret ve kurban bir arada düşünüldüğünde, bu yapılanın bir tür hac ibadeti olduğu söylenebilir. Hacıların, ziyaretlerinin ardından, Menat’a uğrayıp saçlarını keserek haclarını bitirmeleri de, günümüzdeki hac ve umre ziyaretlerindeki saç kesme ritüeli ile aynı doğrultudadır.)
–––––-
Yazı arşivi: İslam’ın İlk Asrı konulu diğer yazılar
Yazarlar
-
Bekir AĞIRDIRVerilerle toplumsal sıkışma: Kredi limiti artık yaşamı belirliyor, halk borçlanarak hayatta kalıyor 17.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKRus cinleri imana nasıl hizmet etti? Tuhaf bir Soğuk Savaş hikâyesi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANMahkemeye düşmüş siyaset 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYenilikçi bir İslam düşünürü Gannuşi 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU3809 sayfa ve temel çelişki 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEAhtapotun kolları 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENBölgede Trump operasyonu sürüyor 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları










































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
9.06.2019
17.06.2018
6.04.2015
23.03.2015
16.03.2015
20.01.2015
15.01.2015
17.11.2014
1.10.2014
12.08.2014