Sezin ÖNEY
Son zamanlarda, ne zaman uluslararası bir toplantıya katılsam, dünyanın ne denli muhafazakârlaştığına şaşıyorum.
Çok klasik bir örnek var hep verdiğim; Romanlara yönelik ayrımcılık konusu, Avrupa’nın bir numaralı insan hakları meselesi.
Avrupa genelinde, devletlerarası işbirliği ve temas bağlamında ortaya çıkan en “ileri” yapı,“Romanların Katılımı için Avrupa Platformu” (European Platform for Roma Inclusion).
2008’de Brüksel’de gerçekleşen “Birinci Avrupa Roman Zirvesi” sonrası oluşturulmasına karar verilen bu yapı, Komisyon’dan, Konsey’den Parlamento’ya, tüm kilit AB kurumlarını, sivil toplum örgütlerini, konuyla ilgili uzmanları, Romanların kendilerini, bir araya getiriyor.
27 AB ülkesinin, sessiz sedasız hep beraberce, her kesimin temsiliyle, “geleceğin” politikasını üretmeye çalıştığı başka bir alan da yok aslında.
Ancak, AB genelinde yapılan toplantılarda, Romanların “entegrasyonuna” yönelik tartışmalar dönüp dolaşıp, hep Romanların “dışlanmasının” “yarattığı yükün” büyüklüğüne bağlanıyor.
Dünya Bankası’ndan ekonomist Joost de Laat’ın yazdığı bir rapor var; “Romanların Dışlanmasının Maliyeti” diye... Bulgaristan, Çek Cumhuriyeti, Romanya ve Sırbistan’da, Romanların “iş gücüne katılamaması, toplumsal dışlanmalarının”, bu ülkelerin sırtına yüklediği mali bedel, 5,7 milyar avro hesaplanıyor.
İnsan hakları savunucuları, dertlerini anlatmak ve hükümetlerin, ayrımcılığa karşı “ciddi” politikalar benimsemesini sağlamak için bu rapora sık sık atıf yapıyorlar.
“Muhafazakârlaşan” dünyada, konu “din” falan asla değil; “haklar ve özgürlükler” alanının yaşadığı müthiş baskı, maruz kaldığı müthiş “aşağılama”, küçümseme.
Bush döneminin mirası, böyle ağır oldu işte; o dönemin yarattığı paradigmaya hapis durumdayız.
Sağ ve sol, hangi çizgide olursa olsun, muhafazakâr iktidarlara ve bu iktidarlarla güçlenen “elitlere” cevap yetiştirmeye çalışırken, ortada dolaşan argümanlara yanıt verenler de “muhafazakârlaşıyor” ister istemez. Savunabileceğinizin çok altında bir seviyede görüşler ileri sürebiliyorsunuz ancak.
Romanlar örneğini ele alınca da, bir de bakmışsınız ki, konu bir “insan hakkı” meselesi olmaktan çıkmış; “topluma yük oluyorlar, bari entegre edelim” noktasına gelmiş.
2. Dünya Savaşı’ndan bu yana, azınlık hakları alanında epey bir “ilerleme kaydedilmesi” demek bu; “topluma yük oluyorlar, yok edelim”den bugünlere...
AB’nin, geçen haziran benimsediği çok önemli bir belge var. Konsey, “İnsan Hakları ve Demokrasi Alanında Eylem Planı ile beraber Stratejik Çerçeve” belgesi ile, insan haklarının özellikle “dış ilişkilerde” en üst düzey önem atfedilen mesele olduğunu ortaya koyuyor.
Yani, AB kendi içinde ağırlıklı olarak ekonomiyi tartışırken, “dışarıya” yönelik tavrında, insan hakları ilkelerini, uluslararası hukuki çerçeveyi esas alacak; ve tabii, kendi oluşturduğu içtihadı.
Elbette, Stratejik Çerçeve’de, AB içinde “insan haklarının tüm politikalarda ön plana çıkarılması” gibi konular yer alıyor. Ama belge, esas olarak, AB’nin “bizim kendi içimizde, kendi vatandaşlarımıza yönelik olarak, demokrasi ve insan hakları meselelerini aştık, standartlarımız zaten yüksek” mesajını veriyor.
Bu bakış açısıyla, AB vatandaşı olmayan ve sınır dışında yaşayan“zavallılara” acımaktan başka çare kalmıyor.
Bu kutuplaşma hattında, AB’nin Türkiye’yi gelecekte de, “düşük insan standartları” bakımından eleştirdikçe eleştireceğini, AKP’nin de, bu eleştirilerinin içeriğini “algılamaktan” bile uzak, artan dozda reaksiyoner tavırlar sergileyeceğini öngörmek mümkün.
AB dışındaki “cehennemde”, idamın yeniden konuşuluyor olmasıysa, Türkiye-AB zıtlaşmasının tam da orta yerine düşen bir bomba gibi.
Türkiye kamuoyunda, Başbakan Erdoğan’ın idam cezasının geri getirilmesini gündeme taşımasına, bu konuda bir parça olsun mantık varmış gibi yanıt verilmesi bile, “idam” kavramını meşrulaştırıyor; bilmem farkında mısınız?
Müthiş bir tuzak bu aslında, “muhafazakâr otoriter” yönetim anlayışı bakımından.
Kanada’da, 1984’te “İlerici Muhafazakârlar” (Progressive Conservatives) idam cezasının geri getirilmesini talep etmişti. 1987’de de bu konu, Avam Kamarası’nda ciddi ciddi tartışılmıştı. Şimdi de, hala “idam” meselesi, Kanada gündemine girip çıkıyor.
Kanada’da idamın gölgesinin kaldırılması süreci üstelik de öyle çok kolay olmadı; 1967’de, ölüm cezası kaldırıldı ama Ceza Yasası’nın idama ilişkin maddelerden arındırılması ancak 1976’da olabildi.
Kanada’nın tüm hukuki düzenlenmelerinden idama yönelik referansların kalkmasıysa, 1998’i buldu.
Sean Penn ve Susan Sarandon’un başrollerini oynadığı, Oscar ödüllü Dead Men Walking (Ölüm Yolunda) filmini duymuşsunuzdur; bu filmin ilham kaynağı olan aynı adlı kitabın yazarı bir Katolik rahibe, Helen Prejean.
ABD’nin güneyinden, idam cezasının hararetle savunulduğu Louisiana’dan olan Prejean, ölüm cezasını bekleyen mahkûmlarla diyalogu sonucu, beride idama karşı savaşan bir aktivist.
Prejean, geçtiğimiz aylarda Toronto’da yaptığı konuşmada, Kanada’da Muhafazakâr Parti’nin yükselişiyle beraber, idamın “dönüşüne” yönelik tartışmaların hararetlendiğinden dert yanıyordu.
Derin bir “oh” çekip, meğer idam tartışmaları Kanada gibi “ileri demokrasilerin” de sorunuymuş demeyin.
Kanada’nın, kendisini insan haklarına karşı bu “Haçlı” seferine karşı koruyacak güçlü bir sivil toplumu, medya ve kamuoyu hassasiyeti var; yani Türkiye’ye nazaran...
Yazarlar
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA“Masada Milyonlar Var” 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazKılıçdaroğlu, Erdoğan’a hizmet etmeye hazır 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYZindanın kapıları açıldı ve muhalif lider serbest bırakıldı 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERÖzgür Özel CHP’de neyi değiştirdi? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Sahur Pilavı… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBu çağda harita böyle değişiyor 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasTrump niçin İran’ı vurdu? 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSiyasi belirsizlik rüzgarıyla, ‘erken’ seçime doğru… 26.06.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
3.02.2025
29.01.2025
17.01.2025
7.11.2024
6.11.2024
24.10.2024
27.06.2024
7.06.2024
26.05.2024
20.05.2024