Halil BERKTAY
[23 Şubat 2014] Pazar sabah, zahirî bir sükûnet. Peynir, simit, çay. Sevdiğim, açık renkli ahşap masa. Geniş, temiz bir satıh. Ve beni bekleyen yığınla iş, aslında ne akşama, ne yarına, ne gelecek hafta sonuna, ne sonraki aya yetiştirme şansım olmayan. İçimden yükselen panik hissini bastırmaya çalışarak, usb’lerimi geometrik şekillerde diziyorum yanıma. Eluard’ın düş kurup rastgele böldüğü imgeleri varsa, benim de işte flash disc’lerim var (Je rêve et je devide au hasard mes images). Her biri ayrı bir ders, konu veya proje. Sanki her şey muntazam, her şey kontrol altındaymış gibi. Hayatımda olmayan bir düzen ve dakikliğin sahte simgesi. Renkli renkli, güzel duruyorlar.
Bir serginin ancak yarısı hazır kronolojisi ve bilgi panolarına; çok gecikmiş ve yarın mutlaka açılması gereken bir web sitesinin tamamlanmamış metinlerine; imzaya sunulması gereken anlaşmalara, hazırlanmamış derslere, yazılmamış e-maillere, kurulmamış bir jüriye — ve bunları yetiştirmezsem kopacak kıyametlere inat, vakit öğleye yaklaşırken bambaşka şeyler geçiyor kafamdan. Bölük pörçük, hepsi bir araya gelmeyen, toplaşmayan düşünceler. Daha doğrusu, toplayıp eklemlemek, birleştirmek istemediğim. Şimdilik.
IRA ve PKK, Michael Collins ve Abdullah Öcalan üzerine peş peşe dört yazı yazdım ya, hâlâ sonunu getiremediğim (önümüzdeki günlerde (5) ve (6)’yla bitirmeyi umuyorum). Konu hep bilinç altımda, başka ne yaparsam yapayım. Sürekli bundan konuşmak ihtiyacındayım. Geçen hafta bir 20. yüzyıl tarihi dersimde, tam da iki savaş arasından, 1918-1939 interwar years’den söz ederken esiverdi aklıma. Bir yan piste saptım; “bu dönemin başlarında,” dedim, “1919-22’de Avrupa’nın iki ucunda iki ayrı bağımsızlık savaşı var. Hangileri, söyleyin bakalım.”
Hiç olmazsa biri için, beş kişinin birden el kaldırdığını mı tahmin edersiniz? Hayır. Uzunca bir sessizlik oldu. Tekrarladım: “1919-22… Ne geliyor aklınıza?” Neden sonra en cesur öğrencim, çok tereddütlü bir havada, dura dura konuştu: “Yani… ilki Türkiye… galiba… yanılıyor muyum?” Eh, dedim, buna da şükür. Biraz daha geçti; bir diğeri, işlemediğimiz örneği, gayet normal, tabletinden internete bağlanarak buldu: “Diğeri de İrlanda olmalı.”
Neden böyle, anlıyor musunuz? “Bildikleri”nden zerrece şüphe etmediğim şeyi, azıcık, ama azıcık farklı sorduğumdan. Küçükten beri tekrarlıyorlar: Atatürk 19 Mayıs 1919’da Samsun’a ayak bastı; Erzurum ve Sivas kongrelerini topladı; 23 Nisan 1920’de BMM’yi açtı; derken Birinci-İkinci İnönü, Sakarya, Büyük Taarruz; 29 Ekim 1923 Cumhuriyetin kuruluşu. Dolayısıyla o sıraya uygun ve hep aynı prompt’ları, sufleleri, anahtar sözcükleri kullanarak sorsam, zınk diye cevaplayacaklar. Millî Mücadele(miz) ne zamandı? Ulu Önder neyi yönetti? Düşmanı nasıl kovdu, bizi bağımsızlığımıza nasıl kavuşturdu? Bu soruş tarzlarının hepsi, aşağı yukarı aynı “bilgi”leri, ezberlenip depolandıkları yerden eşit hızda geri çağırmayı başaracak. Basit, bire bir, çizgisel bir data retrieval veya information retrieval işlemi. Ama işte, biraz tersine çevirip 1919-22’de ne olduya dönüştürdünüz mü, bir de üstelik Avrupa’nın iki ucunda böyle iki olay dediniz mi, hemen karışıyor kafalar.
Nasıl karışmasın? Bizimkisi tikel, izole, “biz bize benzeriz”ci bir öykü. Komparatif tarih nosyonu yok; Avrupa nosyonu yok; Türkiye tarihinin Avrupa tarihinin bir parçası olduğu nosyonu yok. Başka halkların bağımsızlık mücadeleleri diye bir nosyon yok. 1917-18’de en az iki imparatorluğun daha çöküp dağıldığı, diğer bazılarının ise çatırdamaya başladığı nosyonu yok. Sevr’in (Sèvres) Paris’in beş banliyösünde imzalanan beş ayrı antlaşmadan sadece biri olduğu nosyonu yok. Revizyonist ve anti-revizyonist ülkeler ayırımı bilinmediği için, Türkiye’nin ilk revizyonist mücadeleyi verdiği ama 1923’te Lozan ve Cumhuriyet’le birlikte anti-revizyonist kesildiği nosyonu yok. O sırada bir dizi yeni cumhuriyetin kurulduğu ve hepsinin birbirinden anayasa alıp verdiği, dolayısıyla bu anayasalara hep az buçuk benzer şeylerin yazıldığı nosyonu yok. Dolayısıyla “egemenliğin milletten kaynaklanması” fikrinin o dönemde ne kadar evrenselleştiği nosyonu yok.
Ee hoca, sen de çok şey istiyorsun valla. Tutmuş, konuya olayın adından gireceğine adını vermeksizin tarihinden giriyor; Türkiye’den gireceğine Avrupa’dan giriyor; üstelik bir değil iki falan diyorsun. Hiç olacak şey mi bu? Bu gidişle, Michael Collins dediğin o ne idüğü belirsiz adamı, sırf Abdullah Öcalan değil, Atatürk’le filân da karşılaştırmaya kalkarsın. Maazallah.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları






































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024