Halil BERKTAY
8 Mart 2018] Geçenlerde biraz ilgisiz bir bağlamda sözünü ettiğim Türk Tarih Tezi, gitmiyor kafamdan (3 Mart, “İnsancıl koridor”). Gerçi çok yazdım geçmişte. Akademik kitap ve makalelerimde de değindim, daha popüler çerçevelerde de. 2011 yılında Atilla Oral (diye bir has Atatürkçü), Atatürk’ün Sansürlenen Mektubu diye bir kitap yayınladı. Türk Tarih Kurumu’nu, Atatürk’ün 16-17 Ağustos 1931 tarihli bir mektubunu kamuoyundan gizlemekle suçladı. Basının anlık ve hayli düşüncesiz reaksiyonları da hep aynı sansasyonalizm yönünde oldu: Vay... bulundu... sırlar açığa çıktı... (vesaire). Kitabı alıp okudum. Çifte felâketti. Atatürk’ün mektubu da felâketti, Atilla Oral’ın kitabı da. 80 yıl önceki bir diktatörlük tavrı, duruşu ve eylemine fetişist bir desteği ifade ediyordu.
O sırada Taraf hâlâ ilk ve eski Taraf’tı. AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki ipler kopmamış, savaş başlamamıştı. Gazete de, baş sorumlusunun sonradan yurt dışına kaçtığı (belki kaçmasına göz yumulduğu), bir diğer sorumlusunun ise halen hapiste ve mağdur olduğu için ismini zikretmeyeceğim bir operasyonla, asıl demokrat ekibi tümüyle kovalanmış ve tamamen Gülencilerin eline geçmiş (teslim edilmiş) değildi. Daha iki yıl varmış, henüz ufukta gözükmeyen bu felâkete. Okuma Notları köşemde özgürdüm (parasız ve özgürdüm demek daha doğru olabilir). Oturdum, 9 Temmuz 2011’den başlayıp yedi sekiz hafta süren bir dizi yazdım bu konuda. Sonlara doğru, bu yazılarda, demişim:
“Daha çok, Atatürk’ün bilim ve tarih anlayışını eleştirdim. Türk Tarih Tezi ve Güneş-Dil Teorisi’nin ne kadar uyduruk olduğunu bir kere daha hatırlatmaya çalıştım. Madalyonun bir yüzünde Türk ırkçılığının, diğer yüzünde Arap ve İslâm düşmanlığının yattığına değindim. Bu mektup aracılığıyla, Atatürk’ün mütehakkim kişiliği ve çevresiyle ilişkilerine de dikkat çektim. Devlet ve lider direktifiyle, ‘böyle buyurdular’la bilim yapılamayacağını; yapıldı sanılanın da zaman içinde çatır çatır çökeceğini vurguladım.
“Yani bir anlamda, Atilla Oral’ın tam tersini yaptım. Yazar, Atatürk’ün 16-17 Ağustos 1931 mektubunu göklere çıkarmış, başka her şeyi ve herkesi ise yerin dibine batırmış. Ben ise mektubu, bir ‘Tek Parti, Tek Adam’ rejiminin röntgenini almak için kullandım.” (Sansür ve oto-sansür, 1 Eylül 2011)
* * *
Bu ve buna benzer daha bir yığın çıkışıma rağmen, içimde bir türlü bitiremiyorum Türk Tarih Tezi’yle hesaplaşmayı. Biliyorum neden. Çünkü siyasetin bilime tecavüzüyle, ya da bilimin siyasete kâh boyun eğmesi, kâh fırsat bilip siyasetin peşine takılmasıyla hesaplaşmayı bitiremiyorum. Türk Tarih Tezi tek ve “münferit” bir olay değil; katman katman; bir yığın mesele içiçe. Uydurma ve sahte-bilim olması bunlardan en basiti. Onun üzerinde, Kemalist “Kültür Devrimi” denemesinin bir parçası olması yer alıyor (Güneş-Dil Teorisi, alfabe değişikliği, öztürkçecilik, ezanın Türkçe okunması, radyoda alaturka yasağı).
Ama onun da üzerinde, akademinin tümüyle ifsâd edilmesi var, iktidar ve siyaset tarafından. Tepede öyle kudretli bir lider ve etrafında öyle bir “kişiye tapma kültü” (personality cult) var ki, her dediği tartışmasız doğru kabul ediliyor çevresi tarafından. Otoritesi itiraz kabul etmediği gibi, yönetim ve politika alanıyla da sınırlı kalmıyor; tarihe, kültüre, sanata, her yere sıçrıyor. Her şey o ânın politik icaplarına ve Ulu Önderin dokunulmazlığına feda ediliyor. Dolayısıyla bilim insanlarının kendi tartışmalarını mutad bilimsel ölçü ve usullerle sürdürmeleri, şu veya bu iddianın ciddî temelleri olup olmadığını inceden inceye tartmaları imkânsız hale geliyor. “Kötü para iyi parayı kovar” (Gresham Yasası). Burada da aynı şey oluyor. Bilim için gerekli sükûnet ve ağırbaşlılığın yerini çığırtkanlık; gerçek düşünür ve araştırmacıların yerini şarlatanlar alıyor.
* * *
İşte bu yüzden, sadece spesifik, Türkiye’ye ve 1930’lara özgü değil, aynı zamanda çok daha genel ve evrensel bir boyutu da var, bu Kemalist “Kültür Devrimi” ve Türk Tarih Tezi hikâyesinin. Faşizm ve Nazizmde de oluyor benzer şeyler. Irkçılık başlı başına bir “bilim dalı”na dönüşüyor. Führerprinzip yüzünden Alman üniversitelerinin (ve müziğin ve orkestraların ve mimarlığın ve bütün sanat dallarının) iç dokusu, liyakata dayalı olması gereken insan ilişkileri öylesine yırtılıyor ki, çok uzun süre düzelemiyor. Sovyetler Birliği’nde Stalin’in Tiflis ve Leningrad konferanslarına müdahelesi, tarihçiliği “her yerde aynı beş üretim tarzı” çizgiselliğine hapsediyor. Lysenko diye bir sahtekâr çıkıp (mealen) “çevre her şey, genetik hiçbir şey” diyor; Stalin’i ikna ettiği için mevcut bütün bilim hiyerarşisini atlayarak tırmanıyor ve Sovyetlerde biyoloji iflâh olmuyor çok uzun süre. Mao 1950’lerde (mealen) “doğum kontrolü Malthus’çuluktur, burjuva gericiliğidir” dediği için, Çin’in o sırada henüz 600 milyon dolayında olan nüfusu başını alıp gidiyor ve ancak 1980’lerde 990 milyonu geçtikten sonra frenlenmeye başlayabiliyor.
Ve maalesef, Türkiye’nin kendi içinde de bitmiş, çözülmüş değil bu sorun. Siyasetteki değişimler bilim ve üniversite alanına kuvvetle yansımaya devam ediyor. Her yeni ideoloji ve iktidar konfigürasyonu, eteklerine yapışarak tırmanmaya çalışan kendi oportünistleriyle çıkageliyor. Marksizm ve/ya Kemalizmin serüveninden, günümüzde İslâmiyet ve İslâmcılık için dersler çıkarmaya çalışıyorum yer yer. İşte şimdi bu paralellik de çok önemli -- ve tehlikeli. 1930’larda modernist Türk milliyetçiliğinin İttihatçılık sonrası varyantı olarak Atatürkçülük, “biz”i Türklük olarak tanımlamış ve “biz Türkler”in (a) ezelî ve ebedî üstünlüğümüzü; (b) Orta Asya’da (İÖ 7000’den de öncelere giden) en eski “medeniyet”i kurmuşluğumuzu; (c) oradan da Anadolu’ya herkesten (tabii bilhassa Yunanlılardan) önce gelmişliğimizi, Türk Tarih Tezi yoluyla ispatlamaya girişmişti. Bu fantezinin etrafında, cehaletlerinin verdiği cüretle hemen bir yığın amatör dalkavuk toplanmıştı tabii. Direnen veya hattâ katılmayıp susmakla yetinen bütün oturaklı tarihçiler derece derece ezildi, Zeki Velidi Togan Almanya’ya sürgüne kaçtı, Fuat Köprülü aşağılandı ve özür mahiyetinde Atatürk’e özel övgüler düzmeye zorlandır. “Sofra” veya “çevre”dekiler ise “Apollon = Alp Oğlan” ya da “Anadolu = Ana Dolu” gibi dâhiyane etimolojiler türetti; Âfet İnan ve Şevket Aziz Kansu’lar kafatası ölçümlerine yoğunlaştı (bkz Nazan Maksudyan, Türklüğü Ölçmek); devlet emriyle yazdırılan yeni ders kitaplarında ve Rüürk Tarih Kongrelerine sunulan bildirilerde, hakikî Türk ırkının [tıpkı Ömer Seyfettin’in Kaç Yerinden? hikâyesindeki İttihatçı yüzbaşısı Ferhat Ali Bey gibi] sarı saçlı ve mavi gözlü (yani Nordik-Aryan) olduğu ve Ankara dolaylarında yaşadığı keşfedildi. İlkokul ders kitaplarında, Çin’e “Konfüçyüs adındaki bilge bir Türk”ün dirlik ve düzen getirdiği, ya da Hindistan’a “Buddha adında bilge bir Türk”ün dirlik ve düzen getirdiği gibi açıklamalar yer aldı. Bu zihniyetin belki son savaşçısı diyebileceğimiz Muazzez İlmiye Çığ, “her şeyi biz yaptık”çılığı, bundan birkaç yıl önce (mealen) “Noel ve Noel ağacı da Orta Asya’dan ve Türklerden Kuzey Kutbuna gitti” demeye kadar getirdi.
Bu tecrübe üzerinde dikkatle ve özenle durmalıyız, çünkü şimdiki iktidar konfigürasyonunun da kendi ucuz fırsatçıları var, bu cereyanın sırtından yükselmeye çalışan. “Biz”in tanımı değişti tabii; Türklük (ya da saf Türklük) değil Müslümanlık veya Türk-Müslümanlık veya Osmanlılık oldu. Ama gene bir “medeniyet” sorunu var, kimlik ve büyüklük arayışı ve iddialarının merkezinde. Şimdi bu yeni anlamda “bizim medeniyetimiz” adına gene çok iri lâflar edilebiliyor. Bir gün bakıyorsunuz, (mealen) “Amerika’yı aslında biz keşfetmiştik” diye kitaplar yazılıyor örneğin (tek bir tarih, isim, gemi tipi, rota, çıkış ve varış noktası... ya da bunların biri, birkaçı veya hepsine dair herhangi bir yazılı kanıt zikretmeden). Ertesi gün Yavuz Örnek diye biri çıkıp, gene “medeniyetimiz”in üstünlüğü adına, Nuh’un gemisinin çelik saç kaplı olduğu ve nükleer enerjiyle çalıştığını; gene Nuh’un gemiye binmeyi reddeden oğluyla cep telefonuyla konuştuğunu ve sular çekilirken karayı bulmak için güvercin değil İHA (drone) uçurduğunu telâffuz ediyor. II. Abdülhamit ve dönemi hakkında yeni bir kongre düzenleniyor. İyi, düzenlensin; zaten el atılması ve gözden geçirilmesi gereken bir konu. Fakat derken başka bir öğretim üyesi (Ebubekir Sofuoğlu) çıkıp, Abdülhamid’in bilinen fotoğraf merakı ve koleksiyonculuğunu (mealen) “google’ı aslında Abdülhamid’in icat ettiği”ne dönüştürebiliyor.
* * *
Şunu söylemeye çalışıyorum: Bir, bunlar konjonktürel oportünizmler. Belirli bir hava ve ortamda neyin “satacağı”na ilişkin uydurma veya aforizmatik slogan denemeleri. İki, karşısında ortak bir ahlâk ve ciddiyet gerekli.
Üç, ateş cürmünden çok daha geniş bir yeri yakıyor aslında. Berbat bir popülizm ve sansasyonalizm var, sırf hâkim ideolojik cereyan ve iktidar konfigürasyonuyla da açıklanamayacak. Örneğin Celâl Şengör de bu diğer kategoriye giriyor, onu tahrik eden ve sonra savunan, canım şakaydı diye mazur göstermeye çalışan Fatih Altaylı da. Hayır, hiç öyle hafisenip geçiştirilebilecek gibi değil. Çünkü sorun Kanuni’ye salak demesi değil Şengör’ün. Sorun, (Piri Reis’in haritasını Fatih görse) Osmanlıların Atlantik ötesi bir sömürge imparatorluğu kurmuş olabileceğinin iddia edilmesi. Tarih bilmemek ve tarihi “olabilirlik koşulları” içinde düşünememek, bu noktada düğümleniyor. Bütün kamuoyunun böyle safsatalara maruz bırakılması (ve kimsenin çıkıp işin bu yönüne itiraz etmemesi), benim açımdan bir Osmanlı sultanına “hakaret”ten çok daha ağır ve vahim. Gelecek sefer bu meseleye değineceğim.
Yazarlar
-
Nevzat CİNGİRTBürokrasi, tarımın gerisinde kaldı 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİİmamoğlu'na casusluk tutuklamasının akla getirdikleri 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“İnsanın ümüğüne bu kadar çökülmez…” 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFaizi MB’mi yoksa Adliye mi belirliyor? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselMerkez Bankası zor bir viraja girdi 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFed mi, TCMB mi? Çetrefilli bir soru, ironik bir cevap 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞHamdi Ulukaya (Çobani) en zengin Türkiyeli seçilmesi üstüne... 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUTrafik, yargı ve casusular 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇözümün kolaylaşması isteniyorsa… 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZPKK’nın son açıklaması: Süreç devam ediyor, ama nasıl ? 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Süreç’te yeni safha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRBatı’nın krizi, küresel düzenin çözülüşü: Türkiye için dönüm noktası üzerine senaryolar ne? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞALTINA, DÖVİZE BAK GÖR HALİNİ… 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanBöyle giderse bu tren bu tünelden çıkmaz 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURPKK neden Schrödinger'in kedisine benzedi? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNPKK’nin çekilme hamlesi ne anlama geliyor? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarışın Halklaşması ve Demokratik Toplum Sürecine Çağrı... 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçYoğurtsuz, tereyağsız ve tavuk etiyle iskender kebap olur mu? Olur ama… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’de milliyetçiliğin reformu meselesi 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANNereye doğru gidiyoruz? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÇete savaşı mı? 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçayİstikrarsızlık üreten istikrar programı 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünAsker göndermek ya da göndermemek… 26.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKronik siyaset bunalımı… 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (2) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkan‘Büyük iddialar, büyük kanıtlar gerektirir’ 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBir toplum geleceğe nasıl hazırlanır? 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTürkiye’nin dilleri, İslam’ın lehçeleri, Allah’ın ayetleri 20.10.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezKültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler? 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERFransa’yı krizden kurtaran emeklilik hakları 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRMilyonlarca dolarlık LPG filosu ve otel zinciriyle Paramount operasyonunun en dikkat çekeni: Şaban K 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuHukuksuz Türkiye inadı ve af… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl Bora“Çetin Ceviz Çıkan Ankara Ahalisi” 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞTrump’ın meşruiyeti var mı ki! 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIREkonominin düzelmesi Cumhurbaşkanı Erdoğan’a bağlı… 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAMilli takım ışık saçtı: Maçın kahramanını açıkladı 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENSadece DEM mi, ya CHP'nin ettikleri? 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRDEMOKRATİK TOPLUM VE "YILIŞIK" FOTOĞRAF 4.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBİR ÖĞRETMEN YETİŞTİRME HİKAYESİ 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMAcaba Kürt sorununun önündeki engel “Atatürk miti” mi? 14.07.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞDemirtaş’a Kobane mahkumiyeti: Gerekçedeki “10 kusurlu hareket” 28.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.03.2025
8.03.2025
8.03.2025
6.03.2025
10.02.2025
29.01.2025
25.01.2025
16.01.2025
24.12.2024
20.11.2024