Hüseyin ÇAKIR
“Yaşlılar geçmişi, gençler geleceği konuşur”
“ Onlar, onlar, onlar...” diye söze başlandığı andan itibaren, “Benim Türkiye’m” sözü, aynı zihniyetin devamı olarak doğrudur! Mesele Gezi Parkı’nı aştı, modern, kentli orta sınıfların öfke patlamasına dönüştü. ’90 kuşağı örneği olarak görülen yeni kuşak, bu kentli modern orta sınıfın çocukları.
Daha ilk günden, siyasi olarak kontrol edilebilecek, “barış süreci”nin ruhuna uygun, diyalogla çözülebilecek mesele; herhalde, devletin güvenlik konseptini yönetenler tarafından, polis müdahalesiyle, “kontrollü biçimde” bastırılmak istendi, siyasileri de buna inandırdılar. Ya da tersi, iktidardaki siyasiler, polis müdahalesiyle, bu “kalkışmayı”bastıralım, susturalım dediler.
Polisin insaf sınırını aşan müdahalesi, “şiddeti” ideolojik ve politik olarak benimseyen, sol sosyalist gurupların, içinde biriktirdikleri öfke, “devrime” gidiyoruz romantizmiyle de birleşti. Bu eylemin şehirli, laik orta sınıfın eylemi olduğu konusunda hemen herkes hemfikir oldu. Eylemin içinde, bireylerin yanında, sol, sosyalist, ulusalcı, Ergenekoncu... da barındırdı.
Protestoya katılanlar bildikleri yöntemlerle direnişe geçtiler. Şiddet, karşı şiddeti körükledi. Bir kere şiddet başladığı zaman, şiddet vahameti üstünden durumu anlamak ortadan kalkıyor. Şiddet asıl konu oluyor.
O hâlde, mesele buraya nasıl geldi? Siyasi iktidar ve devlet bu krizi iyi yönetemedi!
Öngörüsüzlük, “darbe geliyor” vehmi, devlet şiddetinin ortalığa salınmasını getirdi.
İlk üç dört gün ne devlet ne siyasi iktidar adına ortalıkta kimse vardı. Başbakan, Kuzey Afrika gezisindeydi. Giderken söyleyeceğini söylemiş, noktayı koymuştu.
Nihayet Başbakan’ın koyduğu noktayı virgüle çevirerek; Cumhurbaşkanı, Başbakan Vekili, İstanbul Belediye Başkanı, İstanbul Valisi tarafından barışçı, diyalogdan yana mesajlar verildi, iki ve çoklu görüşmeler yapıldı. Ortam, “Demokrasi şöleni”, katılımcı demokrasiye geçiyoruz havasındaydı.
Sayın Erdoğan kusura bakmasın; “Başbakan yorgunluğu” içinde, ipin ucunu kaçırmış durumda, bir gün öyle, bir gün böyle, gidip geldi. Bundan dolayı güvenirliğini yitirdi.
Kuzey Afrika dönüşü ilk günü “Kenan Evren” modeli Erdoğan ortaya çıktı. “İç, dış düşman, komplolar, terörist, hatta hızını alamadı, Mustafa Kemal ile terörist başı flamaları yan yana” dedi. Bizim kuşağın içinde yaşadığı, mağduru olduğu, isyan ettiğimiz Türkiye modeli ortaya çıktı. Haziran 2013’te 20 gündür iki Türkiye’de yaşar olduk.
Algı gerçeklerden daha önemli hâle geldi
Nilüfer Göle, “Film geri sarılıyor; AKP’nin dinle imtihanı” yazısında “Birbirine yabancı iki Türkiye’nin en yakınlaştığı, aradaki duvarların kalktığı, seküler ve dini sınırların törpülendiği bir dönemde laiklik ve İslamcılık karşıtlığı yeniden gündeme oturtuluyor. Birbirine karşı kuşku, derin güvensizlik bizi hızla bölünme, çatışma ortamına sürüklüyor. Eski Türkiye’nin refleksleri bumerang gibi gelip yüzümüze çarpıyor” değerlendirmesini yapıyor.
İki Türkiye kutuplaşması, askerî vesayeti ayakta tutuyordu. Bu kutuplaşma dolayısıyla, Kürt sorunu çözülemedi, Avrupa Birliği sürecinde zikzaklar yapıldı. Kıbrıs sorunu “ Besleme” tanımlaması yapılarak rafa kaldırıldı. Ne zaman ki, Türkiye gerçeklikleri kabul edildi, çoğulculuk sözleri her düzeyde söylenmeye başlandı - hiç kuşkusuz başta Kürt kimliğinin inkârından vazgeçilmesi-- özgürlük alanının genişlemesine, demokrasinin kalitesinin yükselmesine doğru yol alındı. Askerî vesayet geriletildi ve yeni anayasa ile bu süreç sınıf atlamaya doğru gidiyordu.
Askerî vesayet geriletilirken, laik, seküler, Kemalist orta sınıf: Askerlere ve darbecilere açılan davaları kendilerine açılmış saydılar. Bunu onur meselesi yaptılar. Kaybettikleri alanları, AKP iktidarı ve Erdoğan’ın İslami kesime aktardığını düşündüler. Erdoğan’ın sık sık tek parti döneminde mütedeyyin ve Müslümanlara yapılanları gündeme getirmesini,“biz”den “tarihî rövanş almak” istiyorlar, ”bizi yok edecekler” diye düşündüler. Buna da inandılar.
Başbakan’ın kutuplaştırıcı, ötekileştirici sözlerinden sonra, “76 milyonun başbakanıyım” sözü inandırıcı olmadı. Çünkü Esad, Şam’da kendisini destekleyenler mitingi yaptığında “Esed, kendi adamlarını meydana doldurmuş, kaç yazar” demişti. AKP’nin Ankara ve İstanbul mitingleri de böyle algılandı.
Kreş çocukları ve onların anne babaları
İsyan eden ’90 kuşağı geçler, kentli sınıfların, dünkü devletin elitlerinin ve orta sınıfların, bir anlamda burjuvaların eğitimli, dünya ile çok yönlü ilişki içinde olan gençleri. Kendi tabirleriyle “kreş” çocukları, bebekliklerinden başlayarak, ayrı odaları, kendilerine ait yaşam alanları olan gençler. Bu kuşak, özgürlüğü kendi yaşam alanına karışılmaması olarak anlıyor, anne- babanın her türlü müdahalesini, anne, baba olmanın verdiği otorite olarak görüp karşı çıkan bir kuşak. Bu kuşağın özgürlük ve antiotoriter olma talepleriyle, anneleri, babaları ve akrabalarının Susurluk’un aydınlatılması için “Sürekli aydınlık için bir dakika karanlık” eylemi pratiği birleştirildi. O zamanki gibi saat 21:00’de, ışıklar yanıp sönmeye başladı, tencere tavalara vuruldu. Hafıza geri geldi. Bu hafıza ruhunu Erdoğan çağırdı.
“Bu gençler politik değil” diyen dinozorlara: Evet; bilenen politika/ ideoloji kuramı ve teorilerine uymuyorlar. En son “Duran Adam” eylemi gibi eylemler “sol” politik hareket eylemlerine benzemiyor. Bu eylemlere, postmodern zamanın sosyal, politik eylem biçimleri diyebiliriz. Direniş boyunca, içinde arkaik sol eylem biçimleri (şiddet) olsa da,yeni olan, gelişmekte olan eğilime bakmak gerekiyor. Bu eğilim, “Kreş çocukları”nın katılımcı, çoksesli, yaratıcı muhalif hareketi olmuştur.
Yoksulların ve Kürtlerin olmadığı direniş
Direniş alanlarında, yoksul kesimin gençleri gözle görülmeyecek kadar azdı. Kürt gençleri“politik karar” disiplinine uydular. Kürt illerinde, Kürt mahallelerinde, ışıklar yanıp sönmedi, tencere tava çalınmadı. Büyük kentlerin geleneksel gecekondu mahallerinde,70’li yılların işçi hareketinin kaynağı semtlerde de ışıklar yanıp sönmedi, tence tava çalınmadı. Dün kaybedecek şeyleri olmayan veya kıymetsiz olanların bugün, istikrarsızlık durumunda, kaybedecekleri şeyleri vardı. Orta, uzun vadeli ev, araba, eşya vb borçlanmışlardı, işlerini kaybetme, küçük ve orta boy işletmelerin iflası gündeme gelebilirdi. İki Türkiye bölünmesinde bu kesimin çoğu ortada bir yerde durmayı tercih etti.
Gezi direnişi boyunca, iki Türkiye’nin siyaseti ve devleti, gidip gidip geldi. Aynı gün içinde iki devlet dili ve refleksini gördük. Başbakan Erdoğan’ın bir gün arayla, müzakereci, diyalogdan yana yüzü ile Türk-İslam sentezcisi, şoven, milliyetçi, Müslüman-Kemalist... yüzünü gördük. Aynı zamanda eski sol ile yeni sol da gidip geldi. Aynı günlerde, 15-16 haziranda Diyarbakır’da toplanan “Kuzey Kürdistan Birlik ve Çözüm Konferansı”nda, Kürt sorununun çözümü için silahlı mücadelenin yerine; “Kürdistan halklarının kendi kimliği ile örgütlenme özgürlüğü, anadilde eğitim ve Kürtçenin resmî dil olarak kabulü, anayasal güvence altına alınmalıdır” denerek, demokratik mücadele alanının genişletilmesi kararı alındı.
“Türkiye demokrasisi kötü bir görüntü veriyor. Bu görüntüyü iktidarın kendisi veriyor. Sağır ve zalim bir iktidar görüntüsü kalabalıkla, sandıkla, seçimle silinemez.” İktidar, çözüm sürecini gündeme taşıyıp, demokratikleşme yoluna girilmeli. Ana muhalefet CHP için değişim fırsatı doğdu. Bu direnişten kısa vadede yeni bir siyasal hareket çıkmaz; ancak CHP kendi doğal tabanı da olan bu çevreleri doğru anlayabilirse, (Binnaz Toprak,Burhan Şenatalar ve Sencer Ayata’ya... çok iş düşüyor demektir) değişim sürecine girebilir, sisteme güvenini yitiren geleneksel orta sınıfı sistemin içine çekerek, iki Türkiye görüntüsünün ortadan kaldırılmasında önemli rol oynayabilir.
İki Türkiye, otoriterliği, otoriter zihniyeti besliyor. Demokrasi ve özgürlük alanının genişlemesinin, “güvenlik” gerekçesiyle daraltılmasına gerekçe oluşturuyor.
Bekir Ağırdır’ın söylediği gibi, “Gezi direnişiyle, "değişim ve yeni", AKP’nin tekelinden çıktı”. Peki, kim olacak? Yanıtını hep birlikte göreceğiz.
Taraf
Yazarlar
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKimmiş bakalım devlete saldıran? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasPara vermeden diploma alanlarımız da bunlar 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBüyük eşik atlandı, sıra mayınlı alanda… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHayır, bu Türklük Sözleşmesi değil! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSistem çürümüş ki nasıl çürümüş 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.05.2018
13.05.2018
6.02.2018
29.04.2018
22.04.2018
8.02.2018
1.02.2018
25.03.2018
19.03.2018
11.03.2018