Hüseyin ÇAKIR
Otoriter rejimler ve otoriter dil, Henri Lefebvre’nin tanımladığı gibi “Total, bütüncül insanlar” üretiyor ve bütüncül insanları kutuplaştırmak ve onlar üstünden kavga konusu yaratmak çok oluyor. Tasavvuf “biz” olabilmek için “Bir/Tikel/Biricik” olmak gerekir diyor. “Bircik” olan birey kendini “biz” yerine ikame ettiği zaman bütün “biriciklerin” toplamı olarak kendini görür ki, anayasa değişikliği metnini hazırlayan danışmanlar bunu “milli idare tecellisi ve cisimleşmesi” olarak tanımlıyorlar. “Tikel” olan birisini millet idaresi olarak bütüncülleştiriyorlar. Kişiyi tanrılaştırma, putlaştırma da burada başlıyor. Buraya nokta koyalım ve olup bitenlerin “ötesi” nin perdesini aralayıp bakalım ilk bakışta ne/neler görülüyor.
ÖTEKİ YARATIP ONUN ÜSTÜNDEN KENDİNİ TANIMLAMA
Güncel olandan gidelim: Almanya, Hollanda, Almanlar, Hollandalılar ile kavga ettiğinizde, Türkiye’yi, Türkleri! O kavga üstünden tanımlıyorsunuz.
Tarihsel olarak, öteki yaratıp onun üstünden kendi kimliğini tanımlama “kültürü ve bilgisine” yeterince sahip olduğumuzu, Ermeni, Rum hatta Kürt denildiğinde nasıl bir zihniyet ve tanımlama ile doldurulmuş olunduğunu öğrenmek için bir kahvehaneye gidip bu üç kelimeyi olumlu kullanın, sonucu söylemeye bile gerek yok.
Hollanda polisi kötü: “Goril, haydut, atı, iti…” Denildiğinde asıl mesaj, Türkiye’ye veriliyor. Birincisi, onları aşağılayarak, kendini yüksek göstermek, ikincisi, “ bizim polisimiz iyi”, böylece Gezi’deki, 1 Mayıs’lardaki vs. Hollanda polisi tarzı şiddet görüntüleri zihinden silinmiş oluyor!
Bütün bunlar, üstünde çalışılmış politika yapma dili; öteki üstünden kendini tanımlama, mesela, “hayır diyenler terörist” söylemi ile evet diyenlere hem pozitif hem negatif mesaj iletiliyor, kutuplaşmayı keskinleştirecek propaganda malzemesi partizanlara veriliyor.
YENİ BİR ULUSAL KİMLİK VE “BİZ” İNŞASI
Cumhuriyet tarihi, modernleşmeci ve modern dışılık bağlamında bireyleri totalleştirerek, öyle kutuplaştırdı ve birbirine yabancılaştırdı ki: Mesela sınıf bilinci, sınıfsallık oluşamadı, onun yerine “et ve tırnak” metoforu, “sınıf yok millet var” retoriği üstünden Türk kimliğinde bütün bireyler bütüncülleştirilmeye çalışıldı, ama bu da başarılamadı.
O halde: Yanıt yazının ilerleyen bölümünde.
Hollanda, Almanya ile sözüm ona ideolojik kavgaya tutuşarak, onları Nazi, faşist olmakla suçladığınızda, kendinizin “demokrat” olduğunuzu ispatlamış mı oluyorsunuz? Ya da gizliyor musunuz?
Başkanlık/Cumhurbaşkanlığı sisteminin felsefesi, “birey” kimliğinde (Cumhurbaşkanı/başkan) bütüncülleşen, millet kavramı etrafında, devletin kontrol edebileceği yeni bir ulusal kimlik ve “BİZ” inşası amaçlanıyor. Sürekli tekrarlanan, “Türkler, Kürtler, Lazlar, Çerkezler, Arnavutlar, Romanlar, Aleviler, Suniler, vs. vs. milleti oluşturuyoruz.” bu “BİZ” söylem kulağa çok hoş geliyor. Mesela bu biz içinde Ermeniler, Rumlar yok, inanmayanlar da yok. Çünkü millet tanımının devamında “Tek devlet, tek bayrak, tek millet…” bütüncülleştirmesinde, adları sayılan kimlikler, inançlar, siyasal, grupsal hakları, “tek, tek, tek” adı altında, millet-ulus olarak bütünleştiriliyor, birey ve hakları da ortadan kaldırılıyor.
Yeni “milli birlik ve bütünlük” altındaki “biz” de farklılıkların adı var kendileri yok. Çünkü Kürtlerin ne yapacağı belli olmaz, Ermeniler soykırım diyorlar, Rumlar 6-7 Eylül’den hesap soruyorlar, hem Ermenler, hem Rumlar, varlıklarının gasp edildiğini söylemeye başladılar, hak talep etmeye doğru gidiyorlar. Yani bu özgürlük ve haklar devletin başına bela olamaya başladı. Tarihsel bir yüzleşme ve hesaplaşma istiyorlar.
O halde azınlıklar, Kürtler, Türkleşmiş olan diğer kimliklerin varlıklarının yok olmasının sürekliliği ancak otoriter bir rejimle, tek bir kişide bütüncülleşen millet idaresi adı altında çoğunluğun diktası; bu çoğunluk elbette ki Türk ve Sünni mezhebi (Türk-İslam sentezi) olduğuna göre, azınlık olan diğerleri, çoğunluğun hoşgörüsü altında yaşayacak diyorlar, böyle olması planlanıyor.
Bu yazı bağlamında olup bitenin arkasına, esas amacın bir iki boyunun bize gösterdiği, bir kere daha tekrar, tekrar da olsa 1982 Anayasasının ruhuna yeni bir ruh üfleniyor. Cumhurbaşkanlığı/başkanlık yönetim sisteminin amacı “…Türk Vatanı ve Milletinin ebedî varlığını ve Yüce Türk Devletinin bölünmez bütünlüğünü belirleyen bu Anayasa, Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu, ölümsüz önder ve eşsiz kahraman Atatürk’ün belirlediği milliyetçilik anlayışı…” dışında düşünülemez. Tayyip Erdoğan kimliğinde, Türk-Sünni İslam senteziyle, popüler deyimle kendini güncelliyor diyebiliriz.
Anayasa’nın Başlangıç’ından devam edelim. “…Hiçbir faaliyetin Türk millî menfaatlerinin, Türk varlığının, Devleti ve ülkesiyle bölünmezliği esasının, Türklüğün tarihî ve manevî değerlerinin, Atatürk milliyetçiliği, ilke ve inkılâpları ve medeniyetçiliğinin karşısında korunma göremeyeceği…” Birincisi vesayet buna dayanarak kuruluyor, kimin nasıl kurduğunun çok fazla önemi yok, önemli olan burada yazılı olana bağlılık ve gereklerini yerine getirmek. Dolayısıyla HDP’nin tarihten silinmesinde “milli mutabakat” sağlanması da paragrafa dayanıyor. Geçmişte bu paragrafa dayanarak, sosyalistler, komünistler ve de İslamcılar koruma göremiyor, dünya onlara zindan ediliyordu. Rejimle uzlaşanlar ise her zaman korundu, bugün de olduğu gibi.
İkincisi, bu paragraf duruyorken, çoğulcu, çok partili siyasal sistem nasıl kurulabilir? Ve “Atatürk milliyetçiliği” dışında (karşı bile değil) düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü nasıl müsamaha görebilir? Demokrasinin varlığı nasıl tanımlanabilir? Her halde “koruma” görme nailine erişenler bunu demokrasi sanıyor olmalılar.
Evet diyen mütedeyyin insanlara bir de işin bu yanına bakın diyorum. Bazı Müslüman akademisyenlerin, aydınların, entelektüellerin… Hayatlarının zindan edilmesinin arkasında “koruma görmeyen” düşünceleri savunmaları olmasın!
Anayasanın Başlangıç’ına devam rejim ve devlet şöyle tanımlanıyor. “…Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı…” Bugünlerde çokça konuşulan, faşizm, Nazizm ve bütün dikta ve totaliter, otoriter rejim ve devlet tanımlarında aşağı yukarı benzer cümleler bulmak mümkün.
Başta söylediğim gibi, bu anayasa değişikliği, yukarıdaki anayasa felsefesine uygun, bunun gereklerini yerine getiriliyor. 12 Eylülcülerin dünyanın o günkü konjonktüründen çekinerek yapamadıklarını, bugün dünya konjonktürü bu tür rejimlere daha uygun olduğu için sistemin otoriter olarak yeniden yapılandırılması için ilk adım atılıyor. Bunun ardından siyasi partiler, seçim sistemi, yargı, bağımsız kurumlar, dernekler vs kanunlarında yapılacak değişiklikler “Türk millî menfaatleri”ne göre yapılacaktır. Devlet Bahçeli’nin Erdoğan’a desteğinin esas amacı, devletin fabrika ayarlarına dönmesini sağlamak için, Batı ile kanlı bıçaklı hale gelinmesi, batı değerleri denilen şeyleri, Nazizm, faşizmle suçlarken Türkiye için “aşırıya kaçan özgürlüklerin, devletin bekasını tehlikeye sokması”ndan kurtulmanın yolu olarak görülüyor. Batı değersizleştirilerek, yeni “biz” kimliğinde “ Türk- Sünni ulus devlet”in, sosyal, siyasal ve askeri olarak kurulacağı düşünülüyor.
Özetle yapılmak istenen anayasa değişikliği devletin siyasal olarak yeniden yapılanmasının da başlangıcıdır.
Bu değişikliğin ideolojik temeli İttihat – Terakkiye dayanan ve cumhuriyetle devam eden rejimin temel esasları korunarak yeni “biz” adı altında, totalleştirerek, bütüncülleştirici devlet politikası olduğunun altı çizerek üstünde düşünülmelidir. Peki, devletin bütünün mutabakatıyla mı bunlar yapılıyor? Daha önce yazdığımı tekrarlamış olayım, vesayetçi “devlet içindeki bir klik” AKP ile birlikte hegemonya oluşturdu, tarihte olduğu gibi bazı ittifaklar kuruldu ve sistemin değiştirilmesi mutabakatı sağlandı. Böylesi köklü değişiklik, toplumsal mutabakat gerçekleşmeden sürdürülür olabilir mi? Toplumsal çoğunluk olarak gösterilen AKP-MHP birlikteliği TBMM’deki matematik çoğunluktur.
Toplumsal çoğunluk, toplumu oluşturan bütün farklılıkların rızasının sağlandığı çoğunluktur. Bu sağlanmadan, istikrar denilen şey baskı, susturma olur.
Yazarlar
-
Fehmi KORUAnayasa engeli olduğu halde yeniden seçilmek isteyen başkan ne yapar? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTefessüh… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİKimmiş bakalım devlete saldıran? 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasPara vermeden diploma alanlarımız da bunlar 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBüyük eşik atlandı, sıra mayınlı alanda… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet Berkanİktidar ülkeyi yönetebiliyor mu ki? Tek kişi ne kadar yönetebilirse o kadar işte… 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBüyük Aldatmaca: Popülizmin (Halkçılığın) Yolsuzluk Ve Eşitsizlik Konusundaki Yalanları 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit Akçay2025’in kalanı nasıl geçecek? 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNESiyasî kimlikler panayırı kapandı 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHayır, bu Türklük Sözleşmesi değil! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluSistem çürümüş ki nasıl çürümüş 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın korktuğu başına geldi 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRKomisyon hayırlara vesile olsun inşallah… 2.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunSuyun akışı ya da meramı barış olmak 1.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
21.05.2018
13.05.2018
6.02.2018
29.04.2018
22.04.2018
8.02.2018
1.02.2018
25.03.2018
19.03.2018
11.03.2018