Yıldıray OĞUR
Tiyatroda realizmin öncüsü Anton Çehov’un meşhur sözüdür: “İlk perdede duvarda asılı bir tüfek varsa, ikinci ya da üçüncü perdede o tüfek patlamalıdır” der.
Bahçeli’nin konuşmasındaki çözüm önerisi ile Çehov’un sözü arasındaki ilişkiyi en sona bırakalım.
Bahçeli kürsüye çıkana kadar kayyım kararıyla herkes çıktan sürecin bitişini ilan etmişti. (Hatta bazıları bunu kutluyordu)
Bahçeli’nin de bitirilmiş sürecin ardından kürsüye çıkıp esip gürlemesi, mesela DEM Parti liderinin Mardin’deki mitingde söylediği “Şeyh Saidli, Sakineli” konuşmasına verip veriştirmesi bekleniyordu.
Neredeyse hepsini görmezden geldi.
Kayyımların geçici olduğunu hatırlatmakla yetindi:
“Esenyurt, Halfeti, Batman ve Mardin belediyelerine atanan kayyımlar demokrasinin ve milli iradenin inkarıyla ilişkili değil, söz konusu belediye başkanlarının terör örgütüyle irtibat, iltisak ve illiyet bağlarından dolayıdır. Türkiye’de hukukun üstünlüğü havi ve hâkimdir. Yargı kararlarına riayet ve saygı şüphesiz mecburidir.Geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanları hukuki süreçlerin sonuçlanmasını sabırla beklemelidirler.”
Hatta daha önce hapisten çıkmasına vesile olduğu ve şimdi “terör örgütü üyeliği”nden aldığı cezayla yerine kayyım atanan Ahmet Türk’ün hukuken “teröristliğine” şu sözlerle itiraz etmiş oldu:
“Özellikle ciddi sağlık sorunları olan, yaşı kemale ermiş bulunan ve köklü bir aileye mensup, Kürt ağası Sayın Ahmet Türk’ün istismar edilmesi, İmralı’yla DEM Parti arasına çomak sokma sinsilikleri CHP’nin başını çektiği kara kampanyanın dış bağlantılı mahsulüdür.”
(Kürt ağası ibaresi konuşma metninde yok, onu Bahçeli irticalen eklemiş)
Bu sözlerden Bahçeli’nin kayyım kararlarından habersiz olduğu ya da kayyım kararlarından o kadar da memnun olmadığı sonucunu çıkaranlar haklı olabilir.
Son kayyımların en azından Bahçeli’nin açılımı ve sürecinin bir parçası olmadığı açık.
Bahçeli, iki hafta önce Öcalan’ı Meclis’e çağırdığı tarihi konuşmadan bir gün sonra PKK’nın TUSAŞ’a yaptığı sansasyonel saldırı sonrası bitirmediği süreci, kayyımlarla da bitirmedi.
Kendi fikri müktesebatı içinden barış ve birlik mesajlarıyla konuşmasına başladı:
“Osmanlı İmparatorluğu yerel kültürleri ve etnik toplulukları bünyesinde nasıl bir arada tutup barış ve sükûnet ortamını tesis etmişse, ecdadımızın ayak izlerini takip ederek Türk Barış devrinde aynısı yaşanabilecektir. Türk milleti tarihin hiçbir döneminde asimilasyoncu olmamıştır. Peki tarihin tekerrürüne hizmet etmek varken, milli beraberlik ve kardeşlik mirasını yağmalamak için kuyruğa girenlere göz yummak akıl karı mıdır?”
Sonra herkesin en merak ettiği yer geldi.
Öcalan’a yaptığı çağrıdan geri adım atacak mıydı?
Atmadı, hatta bir adım ileri gitti:
“Geçen hafta açıkladım, herkes konuştu, daha da konuşuyorlar…Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılan teröristbaşı, terörün bittiğini, PKK’nın lağvedildiğini, ihanet ve bölücülüğün çıkmaz sokak olduğunu söyleyecekse, haydi DEM grubuna gelsin, bunları teker teker söylesin, ak koyun kara koyun ortaya çıksın, umut hakkından da istifade etsin. Sözümün arkasındayım ve teklifimde ısrarlıyım.”
“Arkasındayım ve ısrarlıyım” dediği çağrısına önceki haftaki çağrısında olmayan bir bölüm daha eklemişti.
Konuşmasındaki en kritik yer aslında “çağrısının arkasında durdu” başlığının altında kalan bu paragraftı.
Şöyle dedi:
“Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe, insanlar birbirine dürüst davrandıkça, içlerinden geçeni özgürce söyledikçe, bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır.
Anlaşmazlıkların çözümü milli nitelikli kapsayıcı bir düşünce biçimi oluşturmaktan, sorunlara başka türlü bakmaktan, yapıcı, sahici, olgun ve ikna edici tavır almaktan geçmektedir.
Karmaşa çoğaldıkça, kıvrılıp içinden geçebileceğimiz çatlaklar da çoğalacaktır.
İnancım odur ki, çekilen kahırlardan nice lütuflar doğacaktır.”
“Tabular kalktıkça, ezberler bozuldukça, statüko delindikçe…”
Evet bu üç kavramı da Bahçeli kullandı.
Ama burada sadece söz sanatlarından söz etmiyoruz.
Hemen ardından gelen cümleler son derece şaşırtıcı ve ileri bir çözüm perspektifine işaret ediyordu:
“…bir anlaşma ve mutabakat noktasından diğerine küçük adımlarla ilerlemek daha kolaydır.”
Bu cümle Çatışma Çözümü pratiklerini bilen birinin elinden çıkmış gibi görünüyor.
Çatışma çözümlerinde sorun ve çözüm bölünür. Uzlaşılan noktalardan, daha zorlarına doğru ilerlenir.
Bahçeli, bu sözlerle Öcalan’ı silah bırakma çağrısını yapması için Meclis’e çağırdıktan sonra müzakerenin süreceğini söylemiş oluyor.
Yani birilerinin iddia ettiği gibi Öcalan’dan örgüte bir teslim ol çağrısı yapmasını istemiyor. Teslim ol çağrısının Meclis’ten yapılmasını beklemek zaten yeterince saçma.
Ayrıca böyle bir çağrıyı Öcalan neden yapsın ya da hadi diyelim 40 yıllık liderlik karizmasını, ömrünün son yıllarını havuzlu bir villada Netflix filmleri izleyerek geçirerek yakmayı kabul etti, peki başına silah dayatılmamış örgüt bunu neden kabul etsin?
Ama eğer silah bırakma kararının alınması bir müzakerenin başlangıç noktası ise bu teklifin derinliği ve anlamını tamamen değiştiriyor.
Peki, Öcalan ve PKK neden hiç bir şey almadan silah bıraksın?
Böyle bir konjonktür var mı?
PKK’nın bölgedeki kaosu 1991 Körfez Savaşı, 2003 Irak İşgali ve 2013 Suriye İç Savaşı gibi fırsat olarak gördüğü anlaşılıyor. Özellikle Suriye’de ve İran’da tam olarak ne olacağını görmek için ABD seçimlerinin sonucunu bekledikleri de anlaşılıyor.
İran’ın desteği İsrail ile savaşının boyutu, İran’ım Suriye’deki etkisinin artıp atmayacağı gibi PKK’nın kararını etkileyecek başka dış faktörler de var.
Bahçeli, şu cümlelerle fırsatları kollayan PKK’dan bahsediyor gibiydi:
“Gözünü kulağını yarın yapılacak ABD Başkanlık seçimine çevirenler, yeni başkanın kim olacağıyla ilgili toto oynayanlar, acaba nasıl çıkar devşiririz çetelesi tutanalar, alacakları emperyalist suflelerle, hibe edilecek zalim senaryolarla Türk milletinin ve Türk devletinin hakimiyet sınırlarını gevşetmek için pusuya yatanlar. Unutmasınlar ki, en büyük gücümüz çelik gibi sağlam milli birliğimizdir, bu birliği yıkıp geçmeyi amaçlayanların sonu da yalnızca mezarlıktır.”
Konuşmada Bahçeli’nin Erdoğan’ı da teşvik eden ve rahatlatan cümleler kurması dikkat çekiciydi:
“Diyorlar ki, yeni anayasa hazırlık süreci için tahkimat yapıyormuşuz.
Diyorlar ki, Sayın Cumhurbaşkanımızı bir kez daha seçtirmek için yol arıyormuşuz.
Bizim evvela hedefimiz yeni yüzyılda terör kamburundan kurtulmaktır.
Huzurlu ve mutlu bir millet varlığını temin etmektir.
Aklında hala soru işareti olanlar varsa, son tahlilde diyeceğim de şudur:
Eğer terör hayatımızdan sökülüp atılırsa,
Eğer enflasyon canavarına kesif bir darbe indirilirse,
Türkiye siyasi ve ekonomik istikrarın zirvesine çıkarsa,
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın bir kez daha seçilmesi doğal ve doğru bir tercih değil midir?
Ne yapacağız yani CHP’nin içinde 4 yıl varken adam mı arayacağız?
Bu kapsamda lazım gelen anayasal düzenlemeyi yapmak önümüzdeki görevler arasında olmayacak mıdır?
Devlette devamlılık, siyasette istikrar, Türkiye Yüzyılının inşası için Sayın Recep Tayyip Erdoğan güvencedir, milletin sevdalısıdır, tecrübesiyle ve birikimiyle bize göre tek seçenektir.”
Bu sözlerde “Aklında hala soru işareti olanlar varsa” diye seslenilenlerden biri Cumhurbaşkanı olabilir mi?
Cumhurbaşkanı, geçen haftaki grup toplantısında sadece Bahçeli’ye destek verdiği cümleleri öne çıktı, halbuki konuşmasındaki esas şu cümleleri çözüm sürecine dönüş anlamına geliyordu:
“Türk ile Kürt'ün kardeşliğini büyütmek için ne yapılması gerekiyorsa, nasıl yapılması gerekiyorsa hemen hepsini yaptık, denedik, tecrübe ettik. Fakat her seferinde karşımıza bir duvar, ihanet, bir alçaklık çıktı. Sorundan beslenenler, sorunun çözülmesine engel oldular. Terörden beslenenler, terörün bitmesini istemediler. Şiddetten nemalananlar, şiddetin sona ermesine rıza göstermediler. Kardeşliğin pekişmesiyle Türkiye'nin her alanında büyüyeceğini görenler, kardeşliğin önüne set çektiler, tuzaklar kurdular, gizli aparatlarını harekete geçirdiler. Çok bedel ödedik, çok hayal kırıklığı yaşadık, çok ihanet gördük, kelimenin tam anlamıyla sırtımızdan, birilerinin dediği gibi, maalesef hançerlendik. Ancak umudumuzu kaybetmedik, samimiyetimizi yitirmedik, hüsnüniyetten vazgeçmedik, kardeşlik hukukundan asla ayrılmadık. Önümüze bir kez daha bulunmaz bir imkan çıkmıştır. Allah'ın izniyle rabbim ömür ve fırsat verirse bu meseleyi ülkemizin gündeminden tamamen çıkartarak, millete hizmetle geçen 40 yıllık siyasi hayatımızı taçlandırmak niyetindeyiz."
Fakat ilginç bir şekilde Cumhurbaşkanı’nın hesabından konuşmasında bu güçlü bölümler değil, başka bölümleri tweetlendi.
Konuşma metni, tweetler arasındaki fark bile burada bir kafa karışıklığı olduğunu gösteriyor.
Erdoğan’ın, bu sürece Bahçeli kadar hararetle sahip çıkmadı açık.
AK Parti’nin Kürt meselesini çözümde MHP’nin gerisine düşmesinin sebebi, son 10 yılda AK Parti elitlerinin ve Cumhurbaşkanı’nın yakın çevresinin çözüm süreci gibi konularla oy kaybedeceklerini düşünmeleri ya da son 10 yılda milliyetçiliğin AK Parti çevrelerinde fikri olarak kök salmasının bir sonucu olabilir.
Bahçeli dünkü konuşmasında sanki Erdoğan’ı milliyetçi tepkiler konusunda da teskin edip, “onları dert etme, bana bırak” der gibiydi:
“Hiç kimse karnından konuşmasın, hamaset çukuruna saplanmasın, sahte efelenmelere sapmasın. Bunlar kurusıkı atmasın, palavra anlatmasın, ederinin ve ciğerinin kaç okka olduğunu çok iyi bildiklerimiz fason meydan okumalara hiç mi hiç heves etmesin. Beyler, siz giderken biz geliyorduk, hangi ara bu denli mankurtlaştınız? Bize milliyetçilik dersi vermeye cüret edenlerin, ganimet avında anısızın av olacaklarını, dimyata pirince giderken evdeki bulgurdan mahrum kalacaklarını hafıza kayıtlarından çıkarmamaları tavsiyemdir.”
Hatta milliyetçi çevrelere cevap verirken, kandan nemalananlardan, terörden geçinenlerden bahsetti ve çok şaşırtıcı bir savaş karşıtı diskur kullandı:
“Teröristbaşının tecridi kalkarsa, DEM Parti grubunda bölücü terör örgütünün eylemsel, pratiksel, amaçsal ve araçsal olarak bittiğini ve sonlandığını açıklamasından şimdiden rahatsızlık duyanlar, terörden geçinen, kandan nemalanan köksüzlerden başkası olmaz, olamaz. Ceset edebiyatı yapanlar, eğer kendilerine güveniyorlarsa, buyursunlar terörle mücadele maksadıyla Mehmetlerimizin yanına gitsinler, dağın başında nöbete girsinler, o zaman göreyim alayının ense tıraşını.”
Bahçeli, milliyetçilere milliyetçilik ayarı verirken çok ilginç şeyler de söyledi:
“Öcalan İmralı’da yatıyor, fakat DEM Grubu’nda 57 Öcalan gölgesinin ayakta olduğunu niye görmüyorsunuz? Neden itiraf edemiyorsunuz? Cesetlerinin çiğnenmesinden bahseden aslan parçaları, 1965 yılından bugüne kadar; devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne ters bakan 339 bölücü milletvekilinin Meclis çatısı altında görev aldığını size nasıl anlatalım? Bu sarih gerçeği daha nasıl açıklayalım?”
Bahçeli, bu sözleri Öcalan’ı Meclis’e çağırmasını eleştirenlere söylerken, şöyle de demiş oldu:
DEM Parti, PKK’nın siyasi kanadı, bunu hepimiz biliyoruz, o halde artık bu herkesin malumu olan ama bununla yaşanmayacak gerçeğe bir çözüm bulalım.
İşte tam konuşmanın bu kısmı Bahçeli’nin realist ve Çehovvari çözüm önerisini anlatıyor.
Bahçeli, ilk adım olarak tüfeğin duvardan indirilmesini öneriyor.
Çünkü o tüfek duvarda asılı olduğu sürece patlıyor ve patlayacak.
Bu patlamanın şarapnel parçaları kayyımlar olarak, Demirtaş ve siyasetçilere yönelik tutuklamalar olarak, parti kapatmalar olarak, yurtdışına operasyonlar olarak hasarlara neden oldu ve oluyor.
Hukuk sistemi, ifade özgürlüğü, demokrasi, seçimler silahın gölgesinde kalıyor ve o tüfekle yaralanıyor.
Kayyımı ya da Demirtaş’ın durumunu eleştirmek haklı ama bütün bunları yaratan silahtan bahsetmeden bunu yapmak bitmeyen bir mağduriyet sarmalı yaratmaktan başka bir işe yaramıyor.
O tüfeğin duvarda asılı durmasının Kürtlerin hayatlarına hiçbir olumlu katkısı yok. O tüfek Kürtleri korumuyor, tam aksine onların kazanımlarına, siyasetlerine, özgürlüklerine ve hukuklarına zarar veriyor.
Bir zamanlar PKK’nın sebep değil sonuç olduğunu söylemek ilerici, liberal bir argümandı.
Çünkü PKK, Kürt sorununun bir sonucuydu. Ama şimdi PKK ve PKK’nın işlevsiz silahı Kürtlerin yaşadığı pek çok sorunun sebebi haline geldi.
Artık 80’lerde, 90’larda, 2000’lerde değiliz. Kürt siyaseti, silahlı örgütten daha güçlü, daha belirleyici.
O halde ilk iş her şeyi zehirleyen o tüfeği duvardan indirmek olmalı.
Bahçeli tüfeğin duvardan indirilmesini herşeyin önüne koyuyor. Klasik önce haklar, özgürlükler, kazanımlar sonra silaha veda sırasını tersine çeviriyor.
Tabii ki bu dört tarafı sarılmış PKK’ya megafonla yapılan bir teslim ol çağrısı değil bu, bu Meclis’e yani konuşmaya bir davet. DEM’in PKK ile aynı şey olduğunu söylerken bunu bu kez ihbar etmiyor, çözüm bulunması gereken bir gerçeği hatırlatıyor, her şeyin adını koyuyor.
Öcalan’ı ve PKK’yı doğrudan muhatap alarak siyasete davet ediyor.
Türkeş’in 90’larda Ermenistan Cumhurbaşkanı Levon Ter Petrosyan ile barışma girişimlerini hatırlıyor insan.
Oradaki gibi abdestinden kimsenin şüphe etmeyeceği bir adresten, Meclis’in, kamuoyunun o kadar da önemli olmadığı, güçlü iki liderin he rşeye karar verebileceği bir dönemde, oy ve gelecek beklentisi olmayan olgun bir liderden geliyor bu teklif.
Böyle realist ve cesur bir teklif her zaman gelmez.
40 yıl sonra o tüfek artık duvardan indirilmeli.
Yazarlar
-
İsmet BerkanÇarpık duruma sevinmek, siyasetçiden hukuk dilenmek… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Türk – Türk ayrışması” 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUBahçeli Kürt meselesine, Kürt meselesi Türkiye’ye yön verirken… 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTrump büyük bir yenilgiye uğradı 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇEREnflasyonla mücadelede Milei ve Şimşek 6.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanDemirtaş kararı sonrasında iktidar ‘Terörsüz Türkiye’ sınavında… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünSırada Nijerya mı var? 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBahçeli haklı: Ok yaydan çıktı bir kere… 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolDemirtaş’a tahliye 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'nin doldurduğu öbür boşluk 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAAİHM Kararı Kesinleşti; Demirtaş’ın Özgürlüğü, Demokratik Cumhuriyetin Vicdanıdır... 5.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZHak, özgürlük mücadelesi – Devletin güvenliği siyaseti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜREmniyet’in yazısı ortaya çıktı! Bahis baronu nasıl kaçtı? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTYüzde altmış, üç yüz kişi mi? 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciFiyatı zengin siyaseti de fakir belirliyor 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENTam 16 yıldır beklenen samimiyet! 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUZombileşmiş bir toplum 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRYapay zekâya yatırım yapılıyor, ekonomiyi değiştiriyor ama insanlar neden daha yalnız hissediyor? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEGemi batarken… 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMünfesih terör örgütü 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞMUHALEFETTE “DEĞİŞİMCİ”, 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNSudan savaşı, Çinli Wing Loong’a karşı Bayraktar ve savaş ağaları 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞEnflasyonun maliyeti daima enflasyonla mücadele maliyetinden büyüktür 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKKürt siyasetinin eleştirisi: Pragmatizm ve “kutsal liderlik” arasında sıkışmak 1.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİAkademi hakikatin peşinde midir? 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuYa casus ya kayyım… 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraAmalı Fakatlı 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCumhuriyet 'ilan' ve 'inşa' edilen bir devlet şeklidir 30.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBu bir haber değildir: Türkiye, doğal alan kaybında birinci 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm süreci… Yüzlerde hâlâ niye kaygı ifadesi var? 27.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalProtestolar Amerika’yı sallıyor (mu?) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHukuk binasını yıkmayın efendiler 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTKürt siyasi temsili sorunu 19.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar dışarıda güvercin içeride şahin: Neden? 14.10.2025 Tüm Yazıları


















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025
8.10.2025
6.10.2025
4.10.2025