Akın ÖZÇER

Akın ÖZÇER
Akın ÖZÇER
Tüm Yazıları
Girişim
3.07.2012
2498

 Bağımsız milletvekili Leyla Zana’nın Kürt sorununu Başbakan Erdoğan’ın çözebileceğine ilişkin inancını dile getirerek aldığı inisiyatif olumlu karşılık görmüş ve herkesin gözü kulağı cumartesi günkü Erdoğan-Zana görüşmesine kilitlenmişti. Zana’nın girişimi, stratejisini AK Parti’nin sorunu çözmek istemediği temeline dayandırarak gerilim politikasını yeğleyen BDP cephesinden olumlu karşılanmamasına karşın, kamuoyunun geniş bir kesiminden destek görmüştü. Bu arada girişimin ardında söz konusu stratejisinden ötürü BDP/PKK çizgisinden farklı aktörlerin olabileceğine ilişkin değerlendirmeler, hatta spekülasyonlar yapılmıştı. Bütün bunlar Kürt sorununun çözümünde yeni bir aşamaya girileceğine dair beklentileri arttırmıştı. Zira çözümü iki seçmenden birinin oyuna sahip olan iktidar partisiyle birlikte aramak hem gerçekçi bir nitelik taşıyor, hem de tam bu nedenle toplumu umutlandırıyordu.

Leyla Zana’nın Başbakan’la görüşmesine ilişkin olarak pazar günü Meclis’te düzenlediği basın toplantısında söyledikleri, girişimin amacının, beklendiği gibi, soruna bir an önce çözüm bulunması için somut adımlar atılması olduğunu ortaya koydu. Bu bağlamda Zana’nın şu sözleri dikkat çekti: “Yaşananların ve yaşanmakta olanların tüm çıplaklığıyla ortaya konmasına ve çözüm aranmasına ihtiyaç var. Kendisine de ilettiğim gibi, halklarımıza artık söylem ve söz yetmiyor. Bu aşama geride kaldı.” Bayan Zana yeni aşamada “sürdürülebilir bir barış ve diyalog” sağlanmasına gereksinim duyulduğunu vurgularken, bunun temel koşulunun “güven ortamı” sağlamak olduğunun altını çizdi.

Kabul etmek gerekir ki güven ortamını, AK Parti hükümetinin PKK’nın Silvan saldırısı ardından uygulamaya koyduğu ve demokratikleşme paketleri geciktirildiği için güvenlik önlemleriyle yargısal kıskaçtan ibaret kalan bugünkü terörle mücadele politikasıyla sağlamak mümkün değil. Politikanın “topal” olduğuna, ifade özgürlüğüyle ilgili olarak TCK ve TMK’da yapılması gereken değişikliklere bir yıla yakın bir süredir dikkat çekiyorum. Eskiye oranla değişen tek şey demokratikleşme söylemi ama uygulamada salt güvenlik politikaları hâkim oldukça bu neye yarar ki? Yenilenmiş söylemle eski politikaların yürütüldüğünü gördükçe insan ister istemez hükümetlere bunu dayatanların ne kadar güçlü olduklarını düşünmeden edemiyor doğrusu.   

Leyla Zana da açıklamasında “On yıllardır denenen güvenlikçi politikaların sonuç vermediğinin” altını çizdi. Ancak bununla yetinmeyip “silahları bırakın operasyonlar durur” söylemini (talebini) gerçekçi bulmadığını Başbakan Erdoğan’a söylediğini aktardı. Silah bırakmadan kasıt, IRA ya da ETA gibi (kesin) silah bırakmaksa haklı, ama Başbakan Erdoğan bu sözcüğü “ateşkes” anlamında kullandıysa değil. Zana Türkiye’de tek denenmeyen yolun sürdürülebilir müzakereler olduğunu vurguluyor ve “Bu anlamda Oslo müzakerelerinin milât olduğunu ve bu görüşmelerin yeniden başlaması gerektiğini (Başbakan’a) ifade ettim” diyor. Bu vesileyle müzakerelerin başlamasının asgari koşulunun eylemsizlik anlamında silahların bırakılması olduğunun altını çizmekte yarar var.

Bayan Zana’nın Başbakan’la görüşmesinde dile getirdiği Öcalan’a ev hapsi, Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın bir süre önce yaptığı açıklamaya itibar edecek olursak hükümetin ancak PKK’nın silah bırakması halinde düşünülebileceği bir konu. Aslında Başbakan bunun Arınç’ın şahsi fikri olduğunu söylemişti ama sorunun çözümünde atılacak somut adımlar çerçevesinde nasıl ele alınır bu aşamada bir şey söylemek mümkün değil. Ama Oslo görüşmeleri ya da sürdürülebilir müzakere süreci yeniden başlayacaksa, konunun PKK’nın yönetici ve militanlarının topluma kazandırılması çerçevesinde tartışılması gerekir.

Leyla Zana’nın dile getirdiği konulardan biri de yazılarımda sürekli topluca kullanılan bireysel bir hak olduğunu ve yeni anayasada sınırlanmadan yer verilmesi gerektiğini vurguladığım anadilde eğitim hakkıydı. Seçmeli dersler arasında Kürtçenin olmasını olumlu bir gelişme olarak niteleyen Bayan Zana, ancak bu uygulamanın “Kürtlerin ana dilde eğitim taleplerini karşılamadan uzak” olduğunu vurguladı. Zana, Başbakan’a ayrıca “Dünyada hiçbir halk kendi dilini para ödeyerek öğrenmez dedim ve ana dilde eğitim vurgusu yaptım” diye konuştu.

Kabul etmek gerekir ki anadilde eğitim başta olmak üzere, temel hak ve özgürlükler ve diğer siyasi konular Zana’nın yeniden başlamasını önerdiği müzakere sürecinde PKK ile değil, sadece seçilmiş Kürt siyasetçilerle konuşulacak konular. Yukarıda belirttiğim gibi, örgütün silah bırakması karşılığı müzakere edilecek tek konu üyelerinin topluma yeniden kazandırılmaları olmalı. Bunun için de hep söylediğim üzere silah bırakma karşılığı yasal siyaset seçeneğini ilke olarak benimseyen, mümkünse tüm partilerin, en azından AK Parti- CHP işbirliğiyle bir çerçeve yasası çıkarılmasında yarar var.

Yazımı kaleme aldığım sırada, çözümsüzlüğe neden olan eski politikaların savunucusu muhalefet partisi dışında Zana’nın girişimini olumsuz olarak niteleyen kimse olmadı. Sadece o partiden bir milletvekili Başbakan Erdoğan’ı “bölücü talepler karşısında sessiz ve nazik biçimde” dinlemede kalarak “bölücülüğü cesaretlendirmekle” suçladı. Belli ki terörle ayrılıkçılığı aynı kefeye koymak bir yana, demokratik hakları da bölücülük olarak niteliyor olmalı; zira Zana’nın söylediklerinde ayrılıkçı bir talep yer almıyor. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar