Alper GÖRMÜŞ
Taksim Dayanışması'nın, Taksim Yayalaştırma Projesi'nin 6 Haziran'da mahkeme kararıyla iptal edildiğini bu tarihten bir süre sonra öğrendiği halde bunu kamuoyundan “gizlediği” yönündeki iddiaları dile getirip Dayanışma'ya “çıplak sorular” sormam, ancak “infial”le tanımlayabileceğim dizginsiz bir tepkiye yol açtı.
Oysa iddia ciddiydi ve icra ettiği mesleğin en kritik özelliğinin “kuşku duymak” olduğunu bilen bir gazeteci olarak bu meseleyi deşmek, benim görevimdi.
Deştim ve ardından gelen tepkilerden anladım ki, bazıları, gazetecilik mesleğinin bu ilkesini“kuşku duymak ama bizim tarafın canını sıkmayacak tarzda kuşku duymak” olarak algılamaktadırlar.
Ben bu algıyı, mesela Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili olarak yazdığım “kuşku” belirten yazılardan sonra aldığım tepkilerden gayet iyi biliyorum.
Örnekleyeyim:
Mesela, Danıştay saldırganı Alparslan Arslan'ın babasının “şişen” banka hesabından yola çıkarak yazılan şişirilmiş “Ergenekon'un para trafiği” haberlerini eleştirdiğim “İddialarımızı zayıflatsa da, gerçek gerçektir” başlıklı yazımdan sonra yediğim küfürlerden biliyorum (http://www.taraf.com.tr/alper-gormus/makale-iddialarimizi-zayiflatsa-da-gercek-gercektir.htm).
Mesela, günlüklerini yayımladığım emekli deniz kuvvetleri komutanı Özden Örnek'in “gerçekte Balyoz darbe planına hiçbir şekilde bulaşmamış, dolayısıyla da haksız bir şekilde hüküm giymiş” olabileceğine dair kuşkularımı dile getirdiğim “Örnek, Balyoz’da olmayabilir mi?” başlıklı yazımdan sonra yediğim küfürlerden biliyorum (http://www.taraf.com.tr/alper-gormus/makale-ornek-balyoz-da-olmayabilir-mi.htm).
Gezi ile ilgili fikirlerim biliniyor, T24'teki yazılarım ortada... Fakat işte, bir gazetecinin görmek ve deşmekten imtina edemeyeceği bir iddia ile ilgili olarak sorular sorunca, bu defa da buradan küfürlere boğuldum...
Gerçek anlamda küfürlerden söz ediyorum, o kadar çoktular ki, yazım T24'te yayımlandıktan birkaç saat sonra Twitter'da “TT” oldum!
Bu insanlar, sormadığı, sorgulamadığı, gizlediği için medyaya isyan eden insanlar değil miydi?
Söyler misiniz, bu çelişkiyi nasıl gidereceğiz? Bazı durumlarda hakikat perdelemesini makul ve meşru mu sayacağız?
Kuşkulu durumlarda gazeteci dili...
Ortada kuşkulu bir durum varsa, gazetecinin görevi, “bizim taraf”ı mı yoksa “karşı taraf”ı mı rahatsız edeceğine bakmaksızın kuşkuyu dile getirmektir, meseleyi deşmektir.
“Biz-onlar” ekseninde üretilmiş bir hassasiyet ölçüsü, hakkaniyetli bir gazetecilikle bağdaşmaz.
Gazeteci bu tür haberlerde hassasiyetini, yazacağı metnin diline yönelik olarak göstermelidir... Yıllar önce, taa Medyakronik döneminde (2000-2002) kuşkulu durumlarda gazetecinin nasıl bir dil kullanması gerektiğine dair bir yazımda şöyle demiştim:
“Kuşkulu durumlar ve böyle durumların haberleştirilmesi, gazetecilerin karşısına çıkan en netameli sorunlardan biri... Birçok açıdan bıçak sırtı bir sorun...
“Öncelikle, hem kuşkuyu iletmek, hem de kamuoyunda yanlış algılamalara yol açmamak gerekir. Gazeteci, kuşku iletiyorum derken, 'kesin gerçek' etkisi yaratırsa (...) istemeden bir dezenformasyonun aleti haline gelebilir.
“İkincisi, kuşkunun temeli olmalıdır. Gazeteci, 'canım mesele yeterince açık zaten' deyip, kuşkuyu temellendirme gayretini göstermezse, okurda/izleyicide bir güven kaybının ortaya çıkması kaçınılmazdır.”
Ben isterdim ki yazım bu çerçevede eleştirilsin...
Suçlama dili mi kullanmışım, yoksa sadece soru mu sormuşum? Ortadaki iddiayı temellendirmek için ciddi ciddi uğraşmış mıyım, yoksa okura hükmü dayatıp kenara mı çekilmişim? Argümanlarım zayıf mı, zayıfsa neden zayıf?
Fakat heyhat! Gelen “eleştiri”lerin neredeyse tamamında hiçbir şey söylenmiyordu... Küfürlü ya da küfürsüz, suçlamadan başka bir şey yoktu.
Hele hele yazımın yayımlanmasının akşamında vuku bulan Taksim Dayanışması'na yönelik gözaltıları benim yazıma bağlayan, yazının “operasyon fişeği” olduğunu öne süren o akılsız ve ruhsuz suçlamalar... Onların sahiplerine diyecek hiçbir sözüm yok, sadece duymayanlara “bu da oldu” demek için hatırlatıyorum: Zırva bir bağlantı üzerinden Taksim Dayanışması'nı hedef gösterdiğimi söylerken beni hedefe koyan bir değil, beş değil, yüzlerce kişi...
Edepli bir eleştiri örneği
Örnek olsun diye az sayıdaki edepli eleştirilerden birini sizin de dikkatinize sunayım... Murat Ayaz adlı okur şöyle yazmıştı:
“Sayın Görmüş, Taraf'tan ayrıldığınızdan beri saçma sapan şeyler yazıp duruyorsunuz. Yine de son yazınıza kadar -Taraf günlerinin hatırına- size saygı beslemekteydim. Ancak bundan böyle bir tek yazınızı dahi okumayacağım. Taksim Dayanışması'ndan önce kendinize şu soruyu sorun: Ne oldu benim vicdanıma, aklıma?”
Okuruma cevaben şöyle yazdım:
“Merhaba Murat Ayaz,
“Yazıyı okudunuz mu? Okudunuzsa, neresine itiraz ettiğinizi belirtir misiniz?
“O bilginin 'meslek etiğine saygı' gerekçesiyle kamuoyuyla paylaşılmamasını makul buluyor musunuz gerçekten?
“Ortada ciddi bir soru varsa, bir gazetecinin bunu deşmesi mi sorunludur, deşmemesi mi?
"'Kol kırılır yen içinde' demiyorsanız, lütfen bu sorulara cevap verir misiniz?”
Galiba okurum bundan böyle hiçbir yazımı okumama kararını kendisine görderdiğim bu kısa metne de uygulamış: Kendisinden cevap alamadım.
Yazıdaki maddi hatam için düzeltme ve özür
Peki, yazımla ilgili eleştirilerde hiç mi somut nokta yok?
Var birkaç tane...
Bunlardan biri, yazımdaki bir maddi hataya ilişkin... Tanıdığım en titiz gazetecilerden biri olan bir arkadaşımın sözleriyle:
"'Bu açıklansa pek çok ölüm, göz çıkması önlenebilirdi diyorsun. Halbuki, komiser Mustafa Sarı bile 6 Haziran'dan önce hayatını kaybetti. Ethem Sarısülük 1 Haziran'da vuruldu. Abdullah Cömert ile Mehmet Ayvalıtaş ondan da önce öldüler. Ethem, zavallı, can çekiştiği için 11'inde mi 12'sinde mi ne öldü.
“Cumartesi sanırım bir kişinin daha başına geldi, emin değilim, bu hariç 11 kişinin gözü çıktı. Hepsi 6 haziran'dan önce.
“Elbette pek çok şey önlenebilirdi, doğru, ama ölümler-göz çıkarmalar... deyince doğru değil.”
Söylenecek söz yok. Dikkatsiz davranmışım ve bu hata için özür diliyorum.
Gelelim öbür somut itirazlara...
Gerekçeli kararın önemi
Bir maddi hata beyanı da avukat Can Atalay'dan geldi... Atalay, Mahkeme'nin 6 Haziran tarihli görüşme tutanağını 18 Haziran'dan sonra gördüğünü, ses kaydındaki “22-23 gün önce öğrendik” ifadesinin yoğunluktan kaynaklanan bir “maddi hata” olduğunu söyledi.
Ben buna inanıyorum, fakat bu sorduğum soruyu geçersizleştirmiyor. Soru şöyle: 6 Haziran sonrasındaki herhangi bir tarihte öğrenilmiş olan iptal kararı neden o tarihte kamuoyuyla paylaşılmadı.
Bu soruya birkaç avukattan şöyle bir cevap geldi: İdari davalarda bazen gerekçeli karar ile başlangıçtaki karar arasında ciddi farklar oluşur, o nedenle gerekçeli kararı görmeden görüşme tutanağındaki karara bakarak sonuca varmak yanıltıcı olabilir.
İzlemedim ama duydum: Can Atalay da Artı 1 TV'de Banu Güven'e bu argümanı öne çıkartan bir açıklama yapmış.
Benim anlamadığım şu: Neden benim yazımın geniş bir tartışma yaratmasından önce “gerekçeli karar” meselesi bu açıklıkla ortaya konmadı. Kararın bilinmesine rağmen açıklanmaması, neden sadece “etik olmaz”, “mahkemeye hürmet” gibi argümanlarla izah edilmeye çalışıldı?
Bu nokta bende, yazımı izleyen “gerekçeli karar” izahlarının abartılı olduğu izlenimini uyandırıyor... İşin bu yanını tartışmaya devam etmek gerekiyor.
Tam anlayamadığım bir nokta da şu: Can Atalay, Taksim Dayanışması'nı temsil eden bir grupla dün dolaştığı Gezi Parkı'nda aynen şöyle dedi:
“18 Haziran... Biz en erken o tarihte öğrenmiş olabiliriz. Ancak: Biz, bu hükümete güvenmiyoruz. Görüşme tutanağının değiştirilip değiştirilmeyeceğini bilemezdik. Kararın UYAP'a, bütün metnin karar olarak düştüğü tarih, 3 Temmuz... Taksim Dayanışması da 3 Temmuz'da saat 19:00'da basın açıklamasıyla kararı duyurmuştur.”
Anlamadığım şey şu: 6 Haziran tarihli görüşme tutanağı, Atalay'ın da kabul ettiği gibi “Taksim Yayalaştırma Projesi'nin iptaline” diyor... Bu durumda Taksim Dayanışması “hükümete güvenmiyoruz” derken iptal kararının hükümet baskısıyla değiştirilmesi ihtimaline mi gönderme yapıyor?
E, iyi ya. Böyle bir durumda görüşme tutanağını bir şekilde basına sızdırmak, “hükümet baskısı”nı azaltıcı bir rol oynamaz mıydı?
Görüyorsunuz, benim “Dayanışma'ya sorular”ımın ardından dile getirilen yeni argümanlar fazla kullanışlı görülmüyor ve geriye yine “etik kaygı” kalıyor.
Bu durumda ilk yazıda dile getirdiğim soru da geçerliliğini koruyor:
Hangi “etik” kaygı, açıklanması durumunda birçok şeyi önleyebilecek bir bilginin gizlenmesini haklı, anlamlı ve meşru kılar?
Hükümete ve mahkemeye de sormuştum
En önemli bölümü sona bıraktım... Yazımı eleştirenlerin önemli bir bölümü bana soruyorlardı:
“6 Haziran'daki kararı neden bizim bir ay sonra, 3 Temmuz'da öğrenebildiğimize dair soruları Dayanışma'dan önce hükümete ve mahkemeye sormanız gerekmez miydi?”
Bu soru, başka birçok işaretle birlikte yazımın okunmadan yorumlandığını gösteriyordu... Çünkü yazının sonunda tam da bu soruları soruyordum hükümete ve mahkemeye...
Bu okurlara -inşallah buraya kadar gelmişlerdir diyerek- yazımın son bölümünü bir kez daha hatırlatıyorum:
“Gerçekten, meseleyi hâkimler bakımından 'anlayabilmemiz' de imkânsız görünüyor. Onlara sorulması gereken soru da şöyle: 'Sayın hâkimler... 6 Haziran'da ülkedeki yangını söndürmede altın kıymetinde bir karar verdiniz... Ve fakat karara bir gerekçe yazıp imzalamak için tam bir ay beklediniz... Lütfen neden bu kadar beklediğinizi açıklar mısınız?... Taksim Dayanışması'nın açıklamasından, siz hâkimlerin, önünüze gelen uyuşmazlıklar ile ilgili kararınızı verdikten yaklaşık 1 ay sonra kararın gerekçelerini yazdığınızı öğrendik... Hatta Dayanışma temsilcileri bu nedenle sizi suçladı da... Hakikaten: Bu bir ay Allah'ın emri olmadığı halde neden bu kadar beklediniz?'
“Tabii bir de işin 'idare' tarafı var... Öyle ya, memleket yanarken, o esnada mahkemede neler olup bittiğini hükümetin, bakanlığın ve belediyenin de izliyor olması gerekmez miydi? Onlar da tıpkı Dayanışma gibi mahkemenin iptal kararını bildikleri halde 'yargıya hürmetlerinden' ötürü sustular mı, yoksa...
“Mimarlar Odası Başkanı Eyüp Muhçu, iddialara cevap vermek için yazdıkları açıklamayı basına sunarken işin bu yanına da dikkat çekmiş, şöyle demişti: 'Bizim karardan ilk günden haberdar olduğumuz söyleniyor, madem ben biliyordum, o zaman hükümet de biliyordur, Kültür ve Turizm Bakanlığı da biliyordur...' ('Kararı bilmiyorduk' başlıklı haber, Taraf, 5 Temmuz 2013).
“Elhak doğru... Fakat Taksim Dayanışması'nın mahkemeyi, hükümeti, bakanlığı suçlamadan önce kendisiyle ilgili ithamlara doyurucu bir cevap vermesi gerekmez mi?
“Mahkemeye ve idareye gelince: Gerçekten, onların da cevap vermesi gereken çok ciddi bir durumla karşı karşıyayız.
“Çünkü şu anda durum şöyle görünüyor: Meğer hükümetin de, yargının da, Dayanışma'nın da sokaktaki yangından bir şikâyeti yokmuş... Herkes ondan bir şeyler ummaktaymış ve o nedenle yangının başlarında bir lûtuf gibi ortaya çıkıveren yangın söndürme cihazını hep birlikte gizleyivermişler!
“Bu nasıl bir şey? Böyle bir şey olabilir mi?
“Eğer hükümetten ve yargıdan gelecek izahlar da ikna edicilikte Dayanışma'nınki kadar problemli olacaksa, evet bu yönde kuşku belirteceklere kimse 'sen deli misin kardeşim' diyemeyecektir!”
Hükümetin bilmemesi mümkün değil, ama...
Yazının tamamını okuyup, 6 Haziran'daki kararı bir ay sonra öğrenebilmemizde hükümetin sorumluluğuna da dikkat çektiğimi bilen ve kabul eden okurlardan biri, “iğneyi hükümete, çuvaldızı Dayanışma'ya batırdığım” eleştirisini yöneltmişti.
Bu algıyı anlayabiliyorum; sebebi, yazının Dayanışma üzerine kurulmuş olmasıydı... Fakat bu biraz da kaçınılmazdı, çünkü Dayanışma'nın 6 Haziran kararını sonraki bir tarihte öğrendiğini biliyorduk, fakat hükümet için şu anda dahi aynı şeyi söyleyemiyoruz.
Ben, bilmemesini neredeyse imkânsız görüyorum, fakat henüz oradan “biliyorduk, fakat açıklamadık” gibi bir açıklama gelmedi.
Yani Dayanışma'ya sorduğumuz “biliyordun da neden açıklamadın” sorusunu hükümete -şimdilik- soramıyoruz.
Fakat hükümete sorulacak sorular var...
Meslektaşlara çağrı: Hükümete ve mahkemeye sorun!
Görüyorum ki, yazımla ilgili hiçbir şey söylemeden, salt suçlama sıfatları eşliğinde “eleştiri”ye soyunanlar arasında gazeteci meslektaşlarım da var.
Son sözüm onlara...
Bana saydırmaya devam edin, fakat lütfen enerjinizin bir bölümünü de hükümeti ve mahkemeyi bu tuhaf durumu açıklamaya zorlayın.
Dediğim gibi, benim aklım, hükümetin 6 Haziran'daki karardan haberdar olmamasını almıyor.
Hatırlasanıza, hükümetin sokağı kontrollü biçimde hareketli tutmak, bu yolla Gezi'yle -esnaf üzerinden- halk arasındaki mesafeyi büyütmek, böylece tabanını konsolide ederek seçime gitmek gibi bir siyasi stratejisinin olabileceğinden söz ediliyordu.
Bu “siyasi strateji” geçerliyse şayet, 6 Haziran'daki kararın açığa çıkması (ve tansiyonun düşmesi) hükümetin işine gelmezdi.
Bir daha söylüyorum: Hüküm faslından konuşmuyorum, kuşku dile getiriyorum ve meslektaşlarımı da kuşkulu olmaya davet ediyorum.
Aynı şekilde, mahkemenin neden bir gecede yazabileceği bir gerekçe için bir ay beklemesini de hiçbir biçimde izah edemiyorum.
Meslektaşlarımızı orada da meraklı olmaya, kuşku duymaya ve soru sormaya davet ediyorum.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENÖcalan'ın ilk barış çağrısından 27 yıl sonra... 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezCumhur İttifakı'nın ‘muhalefeti dönüştürme görevi…’ 28.02.2025 Tüm Yazıları
-
Doğan AKINAhmet Sever: Eşsiz, kırgın, yalnız… 26.02.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNCHP’ye açılan soruşturmaların ortak hedefi Ekrem İmamoğlu 12.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞPınar Gültekin kararının anatomisi: Bu kararı ailenize izah edebilecek misiniz? 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMDEVLET VE KÜRTLER SORUN DEĞİL KONU! 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN“Mesele”yi hayatın içinden çözmek 26.01.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarKürt meselesinin toplumsal boyutu 16.01.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselEkonomik büyümede iyimser olunabilir mi? 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANErdoğan’ın planı tuttu 13.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Necati KURBÜYÜK TÖS BOYKOTU 15.12.2024 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakDevrim 10.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakHakikat’e savaş açan troller! 26.08.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları
-
Gürbüz ÖZALTINLICHP’nin normalleşme politikası Erdoğan’a mı yarar? 21.06.2024 Tüm Yazıları
-
Oya BAYDARBir yazamama yazısı 14.06.2024 Tüm Yazıları
-
Bayram ZİLANAK Parti’de değişim gecikiyor mu? 4.06.2024 Tüm Yazıları
-
Soli ÖzelBetül Tanbay'ın gözünden "Gezi"nin tarihi 30.05.2024 Tüm Yazıları
-
Reha RUHAVİOĞLUTürkiye’de Kürtçenin Durumu: Gidişat, İmkânlar ve Fırsatlar 18.05.2024 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANNeden Yeterli Halk Desteği Alamıyoruz! 8.04.2024 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞ31 Mart'ın merkez üssü: Pazarcık ve Elbistan 8.04.2024 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
19.06.2025
17.06.2025
8.06.2025
1.06.2025
11.05.2025
8.05.2025
4.05.2025
29.04.2025
25.04.2025
21.04.2025