Aydın Selcen
Ülkemizin geleceğine dair aldığı kadar şeamet tellallığı içeren aşağıdaki yazının çatısını, Cumartesi sabahı uykum kaçanda henüz kargalar kahvaltılarını etmeden çatır idim. Sonra geri yatıb, daha kalkanda baktım her yeri koyu bir sis basıb. O ara Boğaziçi Dayanışması’nın Cumhurbaşkanına Açık Mektubunu okudum. Sonra döndüm bir daha okudum. Mektubu ana akım muhalefet liderleri, İstanbul ve Ankara belediye başkanları ve hepsinin siyasal iletişim danışmanlarının da okumuş olmalarını dilerim. En dar açıdan bakışla, oyu istenecek 2000’li seçmen kimmiş, bilvesile müşerref olmuş olurlar.
Peşrev bitti, sadede gelelim inceden. Hem öğleden sonra güneş de açtı. Erdoğan bu ülkenin, bizim ülkemizin parlak geleceğini mi temsil ediyor? Yahut, doğrudan soralım, ülkemizin geleceği parlak mı? Herhalde önceden yazılmış, ne olursa olsun kaçınılmaz biçimde, düşüp kalkarak da olsa, inişlerden çıkışlardan da geçilse, mutlaka ulaşacağımız bir gelecek yok. Zamanında Çetin Altan’ın yazılarında anımsattığı gibi, ülkemizde ancak dedemizin adını bilecek kadar geçmiş bilincine ve torunumuzu görecek kadar ömre sahibiz, ortalama.
Diğer deyişle yaşımıza (ve sağlığımıza, talihimize vs.) göre kişi olarak geleceğimiz aşağı yukarı belli. Normal hava ve yol koşullarında benim için “gelecek” kabaca bir çeyrek yüzyıl daha demek. Bir dairenin formülü olduğuna göre, 75 yılda bir gördüğümüz Halley kuyrukluyıldızının da yörüngesini kesinlikle biliyoruz. Yaptığımız, baktığımız dar açıdan kestirme. Yine birey olarak Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarıyız. Buralıyız ve buradayız. Yurttaşlar topluluğu olarak cumhuriyetimiz için bir yaldızlı alınyazısı (“manifest destiny”) varlığından söz edebilir miyiz?
Varsayımım doğruysa Erdoğan ülkemizin geleceğini simgelemiyor. Pekiyi, Meral Akşener ve Kemal Kılıçdaroğlu ne denli geleceğimizi temsil ediyor? Buna karşılık Boğaziçi Üniversitesi öğrencileri bizim geleceğimiz. Benim 2008 doğumlu kızımın yüzüne baktığım zaman Boğaziçili öğrencileri unutmam, onlar için kaygılanmamam olası değil. Her fırsatta siyasetten kendi için bir beklentisi olmadığını vurgulayagelen Kılıçdaroğlu 1948, Akşener 1956 ve Osman Kavala 1957 doğumlu. Sizce, aralarından hangisi buradan, içinde bulunduğumuz şimdiden geleceğe kurulacak ortak bir köprünün yapıtaşlarını koymak için daha çok ve etkin emek harcamış?
Kavala, üç yıldan fazla süredir siyasal rehine. Ülkemizin, önceki dönemden Ortadoğu uzmanı yazarı Cengiz Çandar’ı tam bilgelik döneminde zorunlu sürgüne göndermeyi becerdik. Yetmedi, ardından gelen dönemden yine aynı alanın seçkin uzmanı Fehim Taştekin’i de sürdük. Tüm bunları tam da Ortadoğu konusunda bilgiye ve yoruma en fazla gereksinim duyduğumuz dönemde yaptık. Bitmedi, şimdi sevgili Fehim’i sürgünde kendi için değil çocuklarının geleceği için içi titrer duruma soktuk. İftihar etmeliyiz başarımızla.
Hangi birine yanalım? Kendimize mi yanalım yoksa? Erdoğan’ın derme-çatma, gecekondu diyeceğim “sultanizm” düzeni onun ardından devam edecek; diyelim yerine Soylu, “I. Süleyman” olarak taç giyecek öyle mi? Gırtlağımıza çökmüş haramiler, din diyecek, millet diyecek, çoğunluk da “hüloğ” diyecek, bu karadüzen de ilelebet sürüp gidecek öyle mi? Sahi mi? Neden? Çünkü toplumun ortalaması buymuş, çünkü çoğunluğun dayatması buymuş. Öyle mi acaba? “Vasatın tasallutu” diyoruz da yirmi yıllık iktidarın icraatına bakıp, dönüp sürekli o aynı ortaya top şişiren ve ileri gittiğini sanan muhalefete bakınca da vasata amadelikten, vasata medyunluktan öncülük, kılavuzluk, vizyon mu umuyoruz?
Milenyum “çocukları”, yani 2000’li yıllarda doğanlar artık oy kullanıyor. Bu genç seçmen, dönüp uydurulmuş bir şanlı mazi anlatısına bakacak, sonra dönüp kapkaranlık, beklentilerinin hiçbirinin karşılanmasına olanak bulunmayan bir ati görecek önünde. Sonra, tam da tepemizdekilerin istedikleri gibi “başını eğip” önüne konan oy pusulasına bakacak ve Erdoğan, Kılıçdaroğlu, Akşener gibi isimlerin arasından o geleceği aydınlatacak bir yol göstericiye mührü basacak. Aklınız alıyor mu? Benim almıyor. Doğrusu, ben o gençlerin “sen de sıktın be vır vır…” diyerek kendi kıçıma da basacakları güçlü tekmeyi bekliyorum umutla.
Neden olmayacağını yirmi yıllık memuriyetimden de biliyorum. Şu ünlü Sezen Aksu şarkısındaki gibi: “Senin için harcanan zamana yazık/Sen en güzel duyguların katilisin”. Yirmili yaşlarındasınızdır. Işıltınız dişlilerin arasında henüz matlaşmamıştır. Ne deseniz, ne etseniz o karşınızda kendince güngörmüş, beşuş çehreyi görürsünüz. Keramet ararsınız amirde, öğrenmek, gelişmek istersiniz. Sonuçta eğilirsiniz, bükülürsünüz, örselenirsiniz kırılmamak için. Erdem addedilir bu. Çürürsünüz, kurursunuz içten içe nihayet.
İşte ana akım muhalefet o gerçek demokrasi potansiyelini böyle heder eder. Devlet der, dönüşüm demez. “İcat çıkarma” der, “şimdi fazla şey etme” der, “o işleri bırak da” der. Sık kullandığımız bu “potansiyel” sözcüğü henüz etkin olmayan güç demek. Yani mermiyi fırlatan barut. Barutun ateşlenmesi, merminin de namluya sürülmesi gerekiyor bu gücün açığa çıkması için. Yoksa bir çuval barutun var ambarda, ne gam. Hani potansiyel vaat eden oyuncu gibi. Düşünün Zlatan İbrahimoviç 1981, Batuhan Karadeniz 1991 doğumlu. İkisi de halen aktif oyuncu. Açığa çıkmayan potansiyel, cumhuriyetin tarihi.
II. İnönü Zaferi’nin ardından Atatürk İnönü’ye hani şu metni çok iyi bilinen telgrafı çekiyor: “Siz orada (…) milletin makûs (uğursuz) talihini de yendiniz.” Devam ediyor: “Üstünde durduğunuz tepenin (…) milletimiz (…) için yükseliş parıltılarıyla dolu bir geleceğin ufkuna da baktığını (…) söylemek isterim.” Belki gerçekten böyle düşünüyordu. Belki cepheden cepheye biriktirdiği savaş deneyimine dayanarak emrindeki komutanın direncini yükseltmek istiyordu. Kim bilir. Zira o sırada “Bozüyük yanıyor”, şaka değil, düşünün durum ne denli ciddi.
Sonra? Sonra ne olmuş, hikâyenin devamını hepimiz biliyoruz Atatürk siroz olup, ölmüş. Önünde duran, gördüğü gerçek beklentilerine, tasarımına uymadığı için onulmaz bir yeise kapıldığından ötürü mü acaba? Belki. Yaş meselesine dönersek Atatürk öldüğünde 57 yaşında. Daha önce de yazmıştım, günahı sevabıyla eleştirilebilir ve eleştirilmelidir de kuşkusuz ama bir vizyon, bir tasarım, bir düşünce olduğu yadsınamaz Atatürk’te. Genç mi o anlamda genç yani. Ama ortalama mı? Herhalde değil. Ortalama kaygısıyla mı davranmış? O da, herhalde değil.
O yüz yıldır açığa çıkamayan “potansiyel”, “barut” analojisini sürdürürsek, ambarda ıslanıp öylece durup duracak mı? Başka türlü düşünelim Tito, Atatürk’ten ancak on yaş genç, 1892 doğumlu ama 1980’de öldüğünde 88 yaşında. Yugoslavya’nın “potansiyeli” neydi, açığa çıktı mı, nasıl çıktı? Tanrı korusun. Ya İstanbul gibi “emperyal başkent” görünümündeki haşmetli Viyana? Caddelerinde, parklarında yürürken dönüp Avusturya’ya bakınca “bu kocaman, taçlı başın gövdesi nerede?” duygusu yaratır insanda. Şaşalı bir geçmiş, görünmeyen bir potansiyel ile aynı şey değil sanırım.
Yeniden bugüne geri gelelim. Ruşen Çakır ve Kemal Can çok güzel anlattılar, iktidarın lideri, bakanları, sözcüleri eliyle demokrasi, vesayet, faşizm gibi kavramları nasıl çarpıttığını. İçi boşaltılmış, iğdiş edilmiş söyleme Batı dillerinde “travestileştirilmiş” deniyor. Tam da bunun için irili ufaklı muhalefetin, hemen, henüz “istikşafi görüşmeler” tezgâhı kurulmadan “yeni anayasaya değil, bu ortamda yeni anayasa yapmaya hayır” demesi zorunlu. Der mi? Sicile bakınca, bilemezsin ki.
Bugünden devam. Cumhurbaşkanı ve AKP Genel Başkanı Erdoğan üniversitenin karşısında. Pekiyi Kılıçdaroğlu, Akşener, diğer ana akım muhalefet liderleri neyin yanında? O da belli değil. Üniversite demek gelecek demek. Üniversite demek işte o muhteşem potansiyeli açığa çıkaracak aracı kurum demek. Üniversite demek özgür düşüncenin de, ifade özgürlüğünün de fideliği demek. Üniversite aile değil. Üniversite, “talim terbiye” hiç değil. Meslek okulu da değil. “Eğitim bölüğü” de değil. Medrese de.
Her neyse söylenecek ne varsa söylendi, söyledik durduk. Son sözüyse Boğaziçili öğrenciler söyledi: Hepinize, hepimize, iktidar ve muhalefet el ele, haydin “güle güle” dediler. Ama şöyle yürekten, şöyle kocaman, şöyle ağız dolusu bir GÜLE GÜLE! Uğurlar ola Erdoğan, uğurlar ola Meral, Kemal ve diğerleri. Maiyette iletişim müdürü Fahrettin de istediği kadar gözlerini belertsin, nafile. Sizden geriye kala kala bir enkaz yığını kalıyor. Kaldırması zahmetli olacak, boşa zaman, emek harcanacak ama olsun. Çok şey yıktınız, umudumuzu tükettiniz, hayatlarımızı da kararttınız ama yeni gelenler neyse ki ikinci ligde oynamamaya kararlı çıktı. Vakittir, toparlanın hep beraber kalkıyoruz.
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları




















































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
6.04.2025
23.02.2025
27.01.2025
9.12.2024
19.11.2024
11.11.2024
2.11.2024
1.08.2024
14.06.2024
14.04.2024