Celal BAŞLANGIÇ

KÜRTLERE 'SÜPÜRGE', GAZETECİLERE HÜCRE!
23.12.2015
2231

 CELAL BAŞLANGIÇ / DİYARBAKIR -Havanın kararmasıyla birlikte kentten el ayak hızla çekiliyor.

Eğer yedi saatlik "halkın kenti terketme molası"nı saymazsak; Diyarbakır'ın kalbi Sur İlçesi'nde, 21. gününe giren sokağa çıkma yasağı, suya atılan bir taş gibi, merkezden çevreye doğru halka halka yayılıyor.

Kepenkler iniyor, yollar boşalıyor, kaldırımlar ıssızlaşıyor.

Rekor süreye ulaşan sokağa çıkma yasağı, "bayrak yarışı" gibi bir kentten diğerine geçiyor...

Dokuz günle ilk kez Cizre'de kırılmıştı Cumhuriyet tarihinin en uzun sokağa çıkma yasağı rekoru. Bugün 21 günle Diyarbakır'ın merkez ilçesi Sur'a geçmiş durumda.

Kentin merkezinden gelen mermi sesleri, çatışmaların kesintisiz sürdüğünün belirtisi.

Diyarbakırlıların gözü, kulağı, yüreği, aklı Sur'da.

"Bu ne sesi?" diye soran çocuklarını "Havai fişeği yavrum" diye kandırmaya çalışıyor anneleri.

"Hayır" diyorlar, bilmiş bilmiş, "Top atıyorlar, top."

Özellikle 1990'lı yıllarda; köylerini basan askerlere, taranan, yakılan evlere, patlayan top mermilerine, hayvanlarına sıkılan kurşunlara, büyüklerinin katledilmesine tanık olmuştu kırsal kesimin çocukları. Son beş aydır Diyarbakır'dan Nusaybin'e, Silvan'dan Hani'ye, Lice'den Cizre'ye, Silopi'den Şırnak'a, Varto'dan Yüksekova'ya uzanan bir coğrafyada artık  kentlerde yaşayan çocukların da hafızalarına kazınıyor bu sesler, bu görüntüler.

Diyarbakır'da hele son aylarda; kırgınlığı, umutsuzluğu, karamsarlığı, acıyı, kızgınlığı, yalnız bırakılmışlığı  yaşayan insanlar artık bu duygu dünyasının çok ötesine geçip başka bir direngenliğin boyutuna varmışlar.

Bugüne dek PKK'nin uyguladığı politikaları eleştiren, "orta sınıf, meslek sahibi, ılımlı" insanlar bile son yaşanan süreçle birlikte "hendek bahaneymiş" noktasına gelmişler.

İçlerinden biri "Bu savaşta taraf olmaktan kaçınan bizleri bile zorla bu savaşın içine ittiler" diyor.

Yıllardır bölgede ayakta kalmayı başarmış az sayıda sosyaldemokrattan biri olan, saygın bir sivil toplum aktivistinin de görüşü de farklı değildi:

"Hendek kazıyor diye PKK'ye kızıyordum. Ama artık kızmıyorum. Bu günleri de arayacağız."

Görünen o ki, devleti yönetenlerin "Kürtleri salam gibi dilim dilim bölme" politikası ilk başlarda kısa bir süreliğine, görünürde sonuç verse bile, şu anda bu planı uygulayanların aleyhine dönmeye başlamış.

Hele iktidar sahiplerinin "hendekleri başlarına yıkacağız", "sokak sokak, ev ev süpüreceğiz" sözlerini giderek daha fazla üzerlerine almaya başlamışlar.

İktidarın Kürt Siyasi Hareketi'nden uzaklaştırmaya, hatta kendi yanına çekmeye çalıştığı orta ve üst gelir grubundaki Diyarbakırlıların çoğu artık daha net, daha kızgın dile getiriyor duygularını:

"Ana dilimizden mi vazgeçeceğiz, kendi kendimizi yönetmekten mi?"

"Kürtlerin taleplerinden geri düşmeleri, artık Kürt hareketini de aşan bir durum..."

Bölgede Kürtlerin saygın din adamlarından biri, Diyanet İşleri'nin ve bazı tarikatların adını da vererek ilginç bir saptama yapıyor:

"Kürtlerin sesini duymayan Türk-Sunni cephesidir."

Görünen o ki, dini motivasyonu yüksek bir iktidarın Kürtlere dönük "yeni politikaları", bölgedeki dindar kesimi de ciddi biçimde yaralamış. Konuşmalarından anlaşılan şu; son günlerde yaşananlar "Önce Müslümanım, sonra Kürdüm" diyenlerde iktidara karşı azımsanmayacak bir kırılmaya yol açmış.

Türkiye'nin batısında yaşayanların çoğu hala sorunun hendek ve barikat boyutuna takılıp kalmışken; Kürtler, hayatlarında oluşan, bir arada yaşama duygularını zedeleyen daha derin hendeklerin, barış umutlarının önüne dikilen aşılması güç barikatların yükünü taşıyorlar.

BERİTAN'IN KATILAMADIĞI RÖPORTAJ ATÖLYESİ

Türkiye'nin batısındakilerin büyük bölümü  ya yaşanılanların ne olduğunu tam bilememenin ya da yanlış bilmenin getirdiği büyük bir karamsarlık uçurumuna düşmüş durumda.

İktidarın oluşturduğu dev propaganda mekanizmasının çarkları, bölgede yaşanan gerçekleri gizleme, hatta tersyüz etme üzerine kurulmuş.

Yandaş merkez medya ve sindirilmiş merkez medya üzerinden, psikolojik savaşın resmi propaganda aygıtları bütün ülkeye "hendeklerin, barikatların arkasındaki teröristlerin"öldürdüğü yaşlıların, çocukların,hatta anne karnındaki bebeklerin haberini servis ediyor.

Türkiye'nin batısında yaşayanların büyük bölümü de beslendikleri bu kaynaklardan aldıkları haberlerle kızgınlığa, yılgınlığa, umutsuzluğa düşüyor.

Ancak başta "özgür basın" olmak üzere bölgede güçlü, ancak Türkiye geneline o kadar yaygın olmayan kanallardan beslenen insanlar ise yaşanılan durumun kendilerine sunulanın tam tersi olduğunu biliyorlar. Yani Türkiye'nin batısında yaşayanların bildiklerini sandıkları "gerçeklerle", bölgede yaşayanların bildikleri gerçekler arasına bile büyük hendekler kazılıyor, barikatlar dikiliyor.

Böyle bir tablo karşısında da gerçekleri yazan gazeteciler, dergiciler, ajans muhabirleri  kaçınılmaz olarak halkın gerçekleri bilmesinden rahatsız olan iktidarın hedefi haline geliyor.

 İşte bu iktidar anlayışının son "hedef"lerinden biri de  biri de JİNHA'nın genç Diyarbakır muhabiri Beritan Canözer'di.

Eğer  haber peşinde koşarken gözaltına alınıp tutuklanmasaydı İstanbul'daki Röportaj Atölyesi'nin çalışmalarına katılacaktı Beritan.

Gazetecilik Geliştirme Derneği tarafından düzenlenen ve Umut Vakfı ile Conrad Adenauer Stiftung Derneği'nin desteklediği genç gazetecilerle gazeteci adaylarına dönük atölye üçüncü buluşmasını gerçekleştiriyordu İstanbul'da. Aslında bu buluşmaların son durağı olarak Diyarbakır kenti seçilmişti.

Çanakkaleli, Antalyalı, Diyarbakırlı katılımcılar ilk buluşmalarını Çanakkale'de, ikincisini de Antalya'da gerçekleştirdiler. Ancak çatışmalı süreç nedeniyle üçüncü buluşma Diyarbakır yerine İstanbul'a alınmıştı. İlk iki atölye çalışmasına katılan Beritan'ın da uçak biletleri alınmış, oteldeki rezervasyonu yapılmıştı.

Ancak atölye çalışmalarına iki gün kala Diyarbakır'daki olayları izlerken, "makul şüpheli" olarak gözaltına alındı Beritan. Nedense, özel harekatçılar "heyacanlı" bulmuştu Beritan'ı. Nereden bilsinler gazeteciliğin mayasında heyecan olduğunu...

Bölgede pek çok muhalif gazeteciye yapıldığı gibi gözaltındayken sosyal medya hesaplarına girilmiş Beritan'ın. Sonunda, gözaltına alınma nedeni olan "heyacan"dan değil, hesaplarındaki paylaşımlarından dolayı "terör örgütü propagandası"ndan tutuklandı.

O yüzden Röportaj Atölyesi'nin katılımcıları çalışma alanı olarak seçilen Beyoğlu gezisine Beritan'sız çıktı. Gezinin mesleki açıdan önemli noktalarından biri de Namık Kemal'in İbret Gazetesi'ni yayınladığı, tutuklanıp sürgüne gönderildiği yer olan İstiklal'deki Hacopulo Pasajı'ydı.

Pasajın hemen karşısındaki Galatasaray Meydanı'nda Türkiye Gazeteciler Sendikası, cezaevindeki gazetecilerin serbest bırakılması talebiyle "Basın Öne Eğilmesin" eylemi düzenliyordu o saatlerde.

Can Dündar, Erdem Gül gibi, Hidayet Karaca, Mehmet Baransu gibi cezaevine "şimdilik" son düşen gazeteci Beritan'ın da tutuklanması protesto ediliyordu. Bu sırada eyleme katılanlar da cezaevindeki gazeteci sayısının 32 mi olduğunu, yoksa 34'e mi çıktığını tartışıyorlardı.

Anlaşılan günümüzde "başını öne eğmeyen" Kürtlerin payına; tanktan, toptan, mermiden, alevden  ve ölümden bir "süpürge"; "öne eğilmeyen basın"a da Silivri'den Van'a kadar uzanan bir coğrafyada, gazeteci başına üç metrekarelik  bir hücre düşmüştü!

CELAL BAŞLANGIÇ / HABERDAR

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar