Etyen MAHÇUPYAN
Geçen haftalardaki ‘yargı krizi’, iktidarın hedefleri konusuna önemli ölçüde berraklık getirdi. Yargıtay’ın bir dairesinin Anayasa Mahkemesi’ni topluca ‘gayrı milli’ ilan etmesine ve ‘milli yargı’ kavramının bir bağımsızlık nişanesi olarak kullanılmasına tanık olduk.
İktidarın niteliğini ve serencamını 2016 darbe girişiminden bu yana izleyenler için ortada bir sürpriz yok. Batının küresel etkisinin azaldığı, modernlikle gelen özgürlük ve demokrasi tanımlarının işlevsiz kaldığı, bölgesel aktörlerin kendilerini yeniden bir tarihsel özne olarak tasavvur ettikleri bir dönemdeyiz. Dünya güç ekseninin çeperindeki bazı toplumlarda ‘bağımsızlık’ söyleminin yükseldiği, özgüvenin şiştiği, geçmişten gelen tatmin edilmemiş duyguların siyasete tahvil olduğu bir dönem…
Bu dalga Türkiye’yi de içine aldı. Toplum kendi ‘milli’ karakterinin görünür olması, saygı görmesi, dünyayı olabildiğince şekillendirmesine yüzyıllardır aç olduğunu keşfetti. Modernliğin (Batıcılığın) kalıcı ve üstün olduğu kabulüne dayanan tezler ve ideolojiler bu duyguya yanıt getirmiyordu. Dolayısıyla zaten 28 Şubat sürecinde siyaseten kadük hale gelen Kemalizm’in bugünün dünyasına ve duygusuna hitap etmeyeceği açıktı.
Dünya yeniden kuruluyordu ve Türkiye’nin önünde bu yeni dünyada daha üst ve etkili bir konuma oturma potansiyeli vardı… Devlet aktörleri bu potansiyeli gördü ve 2016 darbe girişimini bahane ederek Erdoğan üzerinden (ya da onunla birlikte) yeni bir rejime geçişi kotarma sürecini başlattı.
Halen bu sürecin içindeyiz. Bahçeli eliyle gelen cumhurbaşkanlığı sistemi, yine Bahçeli eliyle gelen yeni anayasa taslağının yakın dönemde son şeklini almasıyla tamamlanacak. Anayasa Mahkemesi’nin görev alanı ve işlevi, yürütmenin iradesini etkilemeyecek, ona set çekemeyecek bir düzeye indirilecek. Böylece ‘millilik’ şemsiyesine sığınılarak kuvvetler birliğine dayalı bir rejime geçilecek.
Bu rejimin ‘kurucu’ iktidarı, Devlet (aktörleri)-Bahçeli-Erdoğan-Millet (halk) olarak tasarlanan bir eksen. Diğer deyişle siyasi partiler bu eksenin parçaları değil. Onlar liderler tarafından yönetilip yönlendirilecek, iradeleri liderde cisimleşecek, dolayısıyla ayrıca ‘özne’ niteliği taşımayan meşrulaştırıcı unsurlar.
Yeni (İttihatçı) rejim Cumhuriyet’i ortadan kaldırmıyor. Ancak iç yapısını, işleyişini, ‘ruhunu’ radikal biçimde değiştiriyor. Devlet ile siyaset, siyaset ile liderlik, lider ile millet ayrı ayrı bütünleşiyor. Böylece devleti millete bağlayan kesintisiz bir tasavvur oluşuyor. Bu salt ‘ideolojik’ bir bağlantı değil. İçine siyaseti ve liderliği aldığı ölçüde, doğrudan yönetim biçimini ve toplumsal inşayı belirliyor, gelecek hayallerini şekillendiriyor.
Diğer deyişle Devlet ile millet arasında tasavvur edilen bütünleşme, liderliğin uygulamalarını, bir bütün olarak iktidar siyasetini ve buradan hareketle kuvvetler birliğini ‘meşru’ kılıyor. Söz konusu mantık şöyle işliyor…
Milletin iradesini (liderler ve siyaset) üzerinden kendisinde toplayan devlet ‘millidir’. Milli devlet doğal olarak kendi ‘milli’ hukukuna ve ‘milli’ yargısına sahip olacaktır. Yargının millilik vasfıyla tekleşip devlete bağlanması aslında ‘demokratiktir’, çünkü milletin iradesini içerir. Halklar seçimle iradelerini ortaya koyarlar ve seçimin sonuçlanmasıyla birlikte iradelerini siyasete (dolayısıyla devlete) devrettikleri ölçüde ‘milletleşirler’. Devlete devredilmeyen irade milletleşmeyi zayıflatır, hatta engeller. Millet iradesinin devlete devredilmesiyle birlikte bir organik bütünleşme üretilmiş, total irade tekleşmiş olur ve devlet milli iradeyi tümüyle içerir. Milli iradenin devlette somutlaşmasıyla birlikte hukuk da millileşir ve (dolayısıyla) tekleşir. Böyle olması da gerekir, çünkü milli hukuk (doğal olarak) kapsayıcıdır ve ‘bize’ aittir. Buradan hareketle yargının da milli olması gerektiği açıktır… Nitekim milli yargı devletle bütünleşmiş olan milletin hak ve çıkarlarını ‘gayrı milli’ unsurlara karşı korumakla mükelleftir…
Bu jargonun özü şu: Devletle bütünleşmiş siyaset ‘halkın iradesini temsil’ etmekle kalmaz, ‘milletin iradesini teslim’ alarak tümüyle kendisinde toplar.
Geçmişte ‘Türkiye Yüzyılı’ ile ilgili yazdığım üzere yeni bir rejim inşa ediliyor ve toplum ‘bize’ ait, fıtratımıza uygun, ‘a la Turca’ bir faşizme davet ediliyor. İyi de insanlar (alışmış olduklarını varsaydığımız) bireysel özgürlüklerinden, kendilerini siyaset karşısında ‘özne’ olarak görmekten niye vazgeçiyor?
Çünkü Yeni İttihatçı anlam dünyası daha önce Kemalizm’in yanıt getirmediği, eksik kaldığı, yok saydığı, hatta bastırdığı iki alanda insanlara cazip gelen özellikler arz ediyor. Bunlardan biri makbul kimlik tanımının dindarları da içermesi, böylece çoğunluğun siyasetçe kuşatılmasını sağlaması. İkincisi ise, kendi geçmişimize dair ve Batı karşısında, tatmin edilmemiş duygularımızın muhatap alınması, giderek onları kuşatan bir muhayyel gelecek hikayesinin sunulması.
Benlik meselesinin ön plana çıkması (çıkarılması) ve oradaki duygu tatminsizliğinin yeni bir kimlik tasavvuru ile bütünleşmesi, vatandaşlık konusunu ve ona ait sorunları ikincil kılıyor… Yeni İttihatçılık ve kotarılmaya çalışılan yeni rejim bu zemin üzerinde ‘normalleşiyor’.
Peki, bu anlam dünyasının ideolojik dayanakları konusunda ne söyleyebiliriz?
Bir, tekçilik ve tekilcilik. Yani her şeyin tekleşmesi, bütünleşmesi, ‘devletin ülkesi ve milletiyle’ bir üst irade, özne olarak tanımlanması. Siyasi iktidardan başlayarak yargı, parlamento, sivil toplum, akademia, medya, iş dünyasının tek bir hiyerarşinin parçaları şeklinde bu üst öznenin tamamlayıcıları olarak görülmesi.
İki, devletin ülke sınırlarını aşan bir alanda (ideal olarak küresel) bir özne olarak tanımlanması. Türklük ile Müslümanlığın söz konusu nüfuz yayılmacılığının aracı olarak görülmesi. Müslümanlıkla Türklüğü birleştiren (yerli ve milli) yeni kimlikleşme ile birlikte, vatandaşların da söz konusu devlete destek verecekleri, çünkü kendilerini o devletin ‘içinde’ hissedecekleri beklentisi. Tabiri caizse yeni dünya koşullarında ‘moderniği aşmış’ bir fütuhat dürtüsü.
Üç, tarihin ayıklanarak yorumlanması, hamaseti siyasileştiren, gerçeklerle bağ kurmak zorunda hissetmeyen bir geçmiş anlatısının, siyaset eliyle ve devlet koruması altında üretilip, yeni benlik ve kimlik çerçevesinin besleyici ideolojik zemini olarak sunulması. Milli devletin milli bir tarih anlatısına sahip olması gerektiği kabulünden hareketle, devletin ‘milli’ ihtiyaçları doğrultusunda söz konusu anlatının değişebileceğinin millet tarafından kabullenilmesi ve desteklenmesi gerektiği düşüncesi.
Dört, bütün etik ve ahlaki kavramların, ‘insan hak ve özgürlükleri’ olarak sınıflandırılan ilkelerin ‘milli görecelilik’ çerçevesi içinde ele alınması. Dolayısıyla ‘bize ait’ bir özgürlük ve ahlak anlayışına sahip olmamızın savunulması. Bu kavramların böylece ‘millileşmesi’ sayesinde devletin (milletiyle birlikte) tam bağımsızlık yolunda ilerleyeceği tezi.
Beş, milletin duygusal enerjisinin bir hiyerarşik eksen etrafında toparlanarak hiyerarşinin tepesinde bulunan devlette cisimleşmesinin, söz konusu enerjiyi kalıcı ve etkili bir tarihsel güce dönüştüreceğine inanılması. Duyguların devlette somutlaşmasının milleti yabancılaştırmayacağı, aksine milletin kendisini devletin ‘içinde’ bulmasına yol açacağı beklentisi. Böylece milletin arzu istek ve hayallerinin, ama aynı zamanda (haklı) öfke ve nefretinin devlet eliyle siyasete dönüşmesi, ‘beka’ çerçevesinde olumlanıp kutsanması.
Bunlar bu yazıyı yazarken aklıma gelenler… Üzerinde düşünülüp derine gidildikçe başka dayanaklar bulunabilir veya farklı kategoriler üretilebilir. Her halükarda ‘milliliğin’ tam anlamıyla korporatist bir rejimin meşrulaştırıcı ve taşıyıcı kavramı olarak kullanılmak istendiğini görmek durumundayız. Milliliği tanımlama yetkisini devlete devrettiğiniz ve bunu ‘demokratik’ ilan ettiğiniz andan itibaren, iktidarın ideolojik keyfiyetine tabi hale geliyorsunuz. Artık neyin milli, yani ‘doğru’ olduğunu iktidar söylüyor ve ona uymayanlar ‘gayrı milli’ ilan ediliyor. Bu ise makbul kimliği hak etmediğinizi, dolayısıyla temel vatandaşlık haklarına da sahip olmadığınızı ima ediyor.
Belki de asıl vahim olan devlet inisiyatifiyle siyaset üzerinden demokrasi görünümlü faşizan bir sistemin meşrulaştırılmak istenmesi değil. Bu hayalleri besleyenler her zaman uygun ortamları değerlendirmeye çalışacaktır… Asıl vahim olan muhalefetin bu ‘projeye’ hiçbir cevabının olmaması, hiçbir alternatif geliştirememesi.
İktidar doğal olarak psikolojik üstünlüğünü siyasete tahvil etmeye uğraşıyor. Gürbüz Özaltınlı’nın yazdığı üzere (Serbestiyet, 12 Kasım) “iktidar bu kavramı (milliliği -EM), muhalefeti, çok sesli tartışmayı susturmak, cezalandırmak için kullanıyor”. Ne var ki iktidarın yaptıkları muhalefetin yapamadıklarının gerekçesi olamaz… Özaltınlı’nın yazısında muhalefetin farklı bir millilik anlayışı geliştirmesine yönelik uyarıcı ve gerçekçi ipuçları var. Ben de (en azından) yukardaki 5 maddeden hareketle alternatif bir milliliğin olabileceğini savunmak istiyorum.
Bir, çoğulculuk. Toplumun bizatihi çoğul, birbirine benzemeyen, benzemek zorunda olmayan kişilerden oluştuğu, milliliğin bu çeşitliliği kapsamakla kalmayıp onu pekiştirmekle mükellef olduğunu kabullenme. Farklılıkları sahiplenmenin, onlara eşit mesafede durmanın yeterli olmadığını, farklılıkların artma ve kendilerini geliştirme yeteneklerinin teşvik edilmesi gerektiğine inanma. Milliliğin gücünün olabildiğince eşdüzeyli bir çoğulluktan geldiğini, tekilleştikçe kırılganlaşacağını savunma. ‘Birlikten kuvvet doğar’ sözünün ancak farklılıklara rağmen birliktelik iradesine sahipseniz geçerli olduğu, birbirine benzemeyi şart koşan birlikteliğin hastalanmayı ima ettiği kabulü.
İki, toplumu üretmiş olan coğrafyanın sahiplenilmesi. Bugünkü ülke sınırları ve yakın komşularla birlikte bu topraklarda yaşamış olan herkesin, her kavmin günümüz ‘millilik’ anlayışının parçası, kurucu unsurlarından biri olduğunu kabul etme. Dolayısıyla milli devletin söz konusu paydaşlara kültürel ve etik açıdan sorumlu olduğunu, milliliğin bir makbul kimliğe indirgenmek bir yana, coğrafyanın ürettiği kimliksel melezleşmeyi temel alması gerektiğini savunma.
Üç, geçmişin bütünüyle kapsanması. Tarihi ayıklayarak değil, ona mesafe alarak, gerçeklerden kaçmayarak ve dolayısıyla yüzleşme cesareti göstererek ele alma. Bugünkü kimliksel nitelemelerin bizatihi çoğulcu bir dinamik içinde geliştiğini, Türklük ve Müslümanlığın sayısız etnik ve dinsel geçişlerle harmanlandığını, hiçbirinin ‘tarih dışı’ bir saflığa sahip olmadığını görme. Halen Türklük ve Müslümanlık çemberi içine girmeyen unsurların da milli olduğunu ve milli olmanın Türklük ve Müslümanlık ‘dışına’ çıkma hakkını da (doğal olarak) içerdiğini kabullenme.
Dört, sağlıklı bir toplumsal ahlakın özgür ilişkilere muhtaç olduğunu, itiraz edemeyen ya da itiraz edilmesini ‘doğru’ bulmayan bir toplumda ahlaksızlığın egemen olacağını savunma. Özgürlük idealinin ancak tek tek herkesin kendisini başkaları kadar özgür hissetmesiyle mümkün olabileceğini, devleti özgürlüğün öznesi kılan yaklaşımların özgürlüğün gaspı olduğunu savunma. Zihinlerin bağımsız olmadığı bir toplumda devletin ‘özgürleşmesinin’ ancak bir tür faşizme, dolayısıyla toplumun esaretine ve ‘millet’ kavramının yozlaşmasına yol açacağına inanma.
Beş, toplumun duygusal enerjisinin, arzu istek ve hayallerinin, olabildiğince özgürce gelişmesi ve kendi dinamiğiyle yaygınlaşmasını bir değer olarak kabullenme. Bunların gideceği yönden işkillenmek bir yana, vatandaşların müstakbel yönelimlerinin önünü açmak gerektiğine inanma. Vatandaşın kişiliğine sahip çıkma hakkının hiçbir üst özneye devredilemeyeceğine ve hiçbir üst makamın bu hakkı sınırlayamayacağını savunma.
Bu beş maddeyi de bir ‘eskiz’ gibi düşünebiliriz. Ayıklanabilir, değiştirilebilir, eklemeler yapılabilir… Önemli olan şu: Millilik sadece bugün iktidarın tanımladığı şekliyle olacak diye bir doğa kanunu yok. Yeni İttihatçılık belirli bir zihniyet çerçevesine, dolayısıyla bir anlam dünyasına oturuyor. Yani bugün bize sunulan olası birçok millilik tasavvurundan sadece biri.
Acaba muhalefet içinde farklı bir zihniyet çerçevesinden, anlam dünyasından hareketle alternatif bir millilik üretmeye aday birileri var mı? Milliliğin tekleşme ve bütünleşmeden değil çoğullaşma ve birliktelikten güç kazanacağını savunabilecek bir muhalefet? Söz konusu millilik anlayışı sayesinde bütün vatandaşların daha huzurlu ve müreffeh bir geleceğe yöneleceğini anlatabilen bir muhalefet? Topluma yayılmış, paylaşılan bir mutluluğun ancak farklılıkları korumakla mümkün olduğunu öne süren bir muhalefet? Geleceğin belirsizliğinden korkmayan bir muhalefet? Özgüven eksikliğini devlete teslim olarak telafi etmenin hastalanma olduğunu, ancak korkak milletlerin böyle davrandığını söyleyebilecek bir muhalefet?
Henüz böyle bir muhalefet görmedik. Şu ana kadar gördüğümüz, ‘gayrı milli’ olma durumunda düşmekten korktuğu için iktidardan da daha ‘milli’ olmaya çalışan, ama böylece iktidarın millilik tanımını pekiştirerek ona hizmet eden bir muhalefet…
Oysa adım adım inşa döneminin sonuna yaklaşıyoruz. Sonrasında ülkenin ruhsal sağlığına kavuşması çok daha zor olacak. Umarım muhalefet içinde birileri yaşananları yeni bir bakışla irdeleyebilir ve Yeni İttihatçılığın bir tür ideolojik ‘yankesicilik’ olduğunu ortaya koyar .
Çünkü Yeni İttihatçılık topluma ait çoğulcu ve melezleştirici bir duyguyu, devlete ait bütünleşmiş ve kutsanmış bir iradeye dönüştürmeye çalışıyor. Nihayette devletin saptadığı ‘doğru’ tutum millete atfediliyor ve makbul vatandaşlık da söz konusu milletin içinde kişiliksizleşmeyi zorunlu hale getiriyor. Apaçık şekilde bir homojenleştirme, pasifleştirme, giderek ideolojik esaret üretme projesi ile karşı karşıyayız.
Ama geçmişte çok kez yazdığım üzere bu projenin özellikle muhafazakar ve ulusalcı tahayyülde cazibesi var. Çok farklı addedilen bu iki cenahı bir araya getirebilmesi, karşımızdaki meselenin ideolojileri aştığına, yaşananı anlamak ve alternatif geliştirmek için zihniyetten yola çıkmak gereğine işaret ediyor.
Yeni İttihatçılık ağrı kesici bağımlılığı gibi… Kendini iyi hissetmek için hastalanmayı kabulleniyorsun, hastalık ilerledikçe iradeni başkasına teslim ediyorsun…
Önümüzde kısa bir süre var. Bakalım Türkiye toplumu farklı bir milliliğin mümkün olduğunu idrak edebilecek, hastalanmayı reddedecek basirete sahip olduğunu gösterecek mi…
Yazarlar
-
Mehmet Ocaktan2026’da deliler çağına karşı bir umut ışığı yanar mı? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciOkudukça yoksullaşan bir ülkeyiz 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİVicdansız senenin kelimesi dijital vicdanmış 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURHavf ve reca arasında yeni bir yıla... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolKara bir yıl 2025 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEBölücüler ve Ülkücüler 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünGemini’ye göre 2026’da Türkiye… 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKErken Cumhuriyet dönemi eleştirileri: Revizyonizm mi, Türk usülü “woke” mu? 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA2026’ya Girerken; Barış, Demokratik Toplum ve Enternasyonal Özgürlük Yürüyüşü... 31.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENNasıl anılmak isterdiniz? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAfrika Boynuzu’ndaki oyun: İsrail kime şah çekti? 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU2026: Beklentiler, beklentiler… 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTürkiye’ye özgü sürecin muhasebesi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBarış Akademisyenleri'nin göreve iadesine istinaf engeli: Daire, Danıştay kararına direndi 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUÇözüm için mücadele demokrasi için mücadeledir 30.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİktidar medyası infilak etti 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇER23 yılın en kötüsü 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir fotoğraf karesinden çok daha ötesi... 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçLeyla Zana ve Gözde Şeker ne yaptı? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRTürkiye'de davaların portresine kısa bir bakış: Hâlâ en güçlü ortak talep neden adalet? 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞUlus devlet, milli egemenlik, çevre, insan hakları, uyuşturucu ve Venezuela 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRUyuşturucu dosyasındaki sürpriz isim! "Cumhurbaşkanımızın tensipleri ile…" 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞYENİ YILDA DA KURU EKMEK BİZİ BEKLİYOR… 29.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa PAÇALRTÜK ve basın özgürlüğüne geçit yok… 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN2025 giderken 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRAN11. YARGI PAKETİ, YENİ ADALETSİZLİK VE EŞİTSİZLİKLER YARATTI 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENRaporların Gösterdiği 28.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUÜlke siyasetin neresinde, hangi evresinde? 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İlhanKararsızlığın Erdemi: Kesinliğin Gölgesinde Düşünmek 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraYılın Kelimesi 27.12.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTİslamcılık Öldü mü? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye, güvenlik ve 15 milyon bağımlı… 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTAN100 Bin Dolar Kazanan “Yeni Yoksul” Mu? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSovyetler ve Bookchin 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yetvart DANZİKYANLeyla Zana vakası bir gösterge. Ama neyin? 26.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa Karaalioğlu‘Entegre strateji’ varsa, niye tek yönünü görüyoruz? 25.12.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilGüvenlikten kimliğe, inkârdan yurttaşlığa 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanKomisyonda uzlaşma çıkmazsa süreç yine de ilerler mi? 24.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSekülerleşme sorunu veya Müslümanlar nasıl modernleşecek? 23.12.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEYüzdük yüzdük 22.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayPax Americana sonrası Almanya: Yeşil dönüşümden askeri Keynesçiliğe 21.12.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasAK Parti hariç herkes CHP 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarThank you Ahmed 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKüfürbazlar ve ötesi 19.12.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakNüfusumuz dibe vururken! 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselPara politikasında sınav zamanı 18.12.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKEN"O Yıl", hangi yıl? 15.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞEntelektüel üretimin kaybı-Rejimin vesayeti-Siyasetin iflası 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRBu durumda AİHM yetkilileri de Trump’tan yardım istesin… 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin Sönmezİktidar politikası ters mi tepiyor, tersine mi işletiliyor? 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldız ÖNENGüney Amerika’da büyüyen gölge 13.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAKANBahis oynayan bakan kim?.. CASUS KİM?.. 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezOrta sınıf nereye gitti? 12.12.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇHakim sınıfın iki zümresi 11.12.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpHissedilemeyen büyümenin anatomisi 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
SİBEL HÜRTAŞCHP programı halka ne vadediyor? Nasıl bir parlamenter sistem? 9.12.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKİmralı için CHP’yi sıkıştırmaya gerek var mı? 5.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRPOLEMİK SENDROMDA 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYTürkiye İçin Irak Peşmergeleri Sorun Olmuyor da Rojava neden Sorun! 4.12.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYOrta Doğu, Trump Amerika’sına Uyum Sağlıyor 3.12.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKEve siyaset için dönüş öncesi bir mıntıka temizliği gerek 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Zekeriya KurşunDağıstan Cumhuriyeti ve Ayna Gamzatova 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYŞu meşhur “İznik Konsili” 1.12.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMABD’de bir şeyler oluyor: Nick Fuentes 30.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaAK Parti çekingen 26.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİCHP modernizmi ve faşizmi... 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerÇÖZÜM, BARIŞ VE KARDEŞLİK GETİRECEK Mİ? 23.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KURÇOCUK HAKLARI EVRENSEL BİLDİRGESİ 19.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNEmeğin Sosyolojisi ve Kapitalizmin Geleceği: Marx vs. Marx 16.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın ÜnalParti ve iktidar 25.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KIVANÇİç duvarlar 10.02.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet İNSELOtoriter Nasyonal-Kapitalizmin Yeni Eşiği: II. Trump Devri 5.02.2025 Tüm Yazıları
-
İhsan DAĞIİmamoğlu nasıl kurtulur? 1.02.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal ÖZTÜRKKürt meselesindeki psikolojik bariyerler 17.01.2025 Tüm Yazıları
-
Münir AKTOLGABATI’DAN FARKLI BİR ÖRNEK OLARAK TÜRKİYE’DE VE ARAP ÜLKELERİNDE DEVRİMCİ DÖNÜŞÜM DİYALEKTİĞİ... 16.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cenk DoğanÜRETİCİLERE İLK OLARAK KOOPERATİF LAZIM 4.12.2024 Tüm Yazıları
-
Cevat KORKMAZFiller ve Çimen... 22.11.2024 Tüm Yazıları
-
Tuncer KÖSEOĞLUTamirhanelere giden toplar… 4.11.2024 Tüm Yazıları
-
Ayşe HÜRDevletin Muhteşem Örgütlenmesi: 6-7 Eylül 1955 Pogromu 9.09.2024 Tüm Yazıları
-
Ferhat KENTEL“Maarif” marifetiyle yeni “makbul vatandaş” kurma çabaları 26.07.2024 Tüm Yazıları
-
Banu Güven“Bozkurt” Almanya’da sahaya indi 4.07.2024 Tüm Yazıları
-
İBRAHİM Ö. KABOĞLUDevlet ve yürütme kaç başlı? 27.06.2024 Tüm Yazıları

















































































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
25.10.2025
25.10.2025
15.03.2025
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024