Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
Havuz niçin sorun olmuyor?
23.02.2014
2642

 Cumhuriyet tarihi sürekli bir olağanüstü hal olarak yaşandı. Tek partiden açık darbelere oradan hukuku araçsallaştıran bir vesayet sistemine geçildi. Rejim ancak ‘ihtilali' sürekli kılarak varlığını koruyabildi.

Ne var ki küresel dünya, kamusal alanda tomurcuklanan demokrat zihniyet ve bunların somutlaşmasını ifade eden AB üye adaylığı, Türkiye'yi demokrasinin birinci koşulunu uygulamak durumunda bıraktı. Yani çoğunluğun yönetimi… Çoğunluğun ideolojik olarak gayrı meşru kılınarak kamusal alanın dışına atıldığı dönemden, resmi ideolojinin demokrasiye adım atma sayesinde gayrı meşru ilan edilebildiği ve kamusal alanın topluma açıldığı bir döneme geçtik. Ama demokrasi veya hukuk devleti olmadık… Oraya daha çok yol var. Türkiye bugün bocalayan, kolayca alabora olan ama aynı zamanda doğru yönde dönüşen bir ülke… Eskinin yıkılmakta, yeninin kurulmakta olduğu bir ülke. Ama bu iki dinamik arasında bir simetri yok. Artık eskiyi yıkmak çok daha kolay… Geriye dönüş tehlikesi tümüyle ortadan kalkmadı ama direnç azaldı, uluslararası koşullar demokrasiden yana ve çoğunluğun demokratik normları çok hızla yükseldi. Oysa yeniyi kurmak hiç kolay değil. Siyasi ve toplumsal gelenek zayıf, kimlikler üzerinden cemaatçi yapılanmanın sürdürülmesi yabancılaşmayı ve karşılıklı dışlamayı normal kılıyor ve boşalan kamusal alan üzerinde enformel bir paylaşım ve iktidar kavgası yaşanıyor. (Bu tablo sadece Hizmet Hareketi ile bağlantılı değil. Eğer bu hareketin zaafları varsa, bilinmeli ki o zaaflardan azade olan tek bir sosyal veya siyasi yapılanma yok.)

Aslında sadece özne değişti… İhtilal devam ediyor. Kemalist/İttihatçı koalisyonun iktidarını güçle tesis ettiği ve zorda kaldıkça demokratik açılım yaptığı bir ülke iken, şimdi Sünni dindar muhafazakâr koalisyonun iktidarını demokratik açılım sayesinde tesis ettiği ve zorda kaldıkça otoriter yöntemlere kaydığı bir ülke haline geldik. İçinde olduğumuz süreç çoğunluğu sağlayan bu koalisyonun zamana yayılmış bir ihtilali gerçekleştirme süreci. Ancak yeniyi inşa etmeye soyunanlar hiç de ‘yeni' değiller. Onlar ‘yeniyi' istiyor, bunu eski usullerle beceremeyeceklerini görüyor, ama o usullerin cazibesinden de kurtulamıyorlar. Bu giderek sıkıntı yaratan usullerden biri son günlerde ‘havuz' kelimesi ile kayda geçen para toplama ve kullanma mekanizması. Söz konusu ‘havuz' Türkiye'deki hiçbir cemaate yabancı değil. Bunun en önemli sosyal dinamiği ise ‘mahalle baskısı' denen şey. Yani insanlar bir araya getiriliyor, ihtiyaçlar ortaya konuyor, aralarından biri yüksek bir bağışta bulunuyor ve katkıda bulunmamak ‘ayıp' oluyor. Öte yandan cemaatsel hayatta iki yöntem daha var: Gönüllü katkılar ve menfaat umuduyla yapılan katkılar. Bir cemaatin gücü ne kadar artarsa cazibe merkezi haline geliyor ve gönüllü olanla menfaat için olan birbirine karışıyor. Güçlenen her cemaat daha büyük bir ilişki sistemini, doğal bir sinerjiyi, normalize edilmiş bir çıkar grubunu ifade etmeye başlıyor.

İslami kesimin toplumsal kodlarını taşıyan ve eskiyi bir an önce büyük bir iktisadi hamlenin de desteğiyle yıkmak isteyen AKP de bugün bir cemaat gibi davranmakta. ‘Havuz' diye adlandırılan dinamik, dönüşümün ‘bir an önce' gerçekleşmesi, kamuoyu nezdinde koruma altına alınması ve rejimin eskiye dönmesi önünde engel oluşturulması gibi karmaşık hedeflere hizmet ediyor. Bu çabanın kaçınılmaz olarak bir dizi usulsüzlüğü ima ettiği söylenebilir. Devletin usulsüzlüğü iktisadi rant üretmek üzere kullanma geleneği düşünüldüğünde bunda şaşırtıcı bir durum da olmaz. Ancak bu geçiş döneminde herkesin aklında tutması gereken bir soru var. Bu soru ‘yapılanlar hukuka uygun mu?' sorusu değil. Çünkü yapılanların hukuka uygun olmadığı bir seksen yıldan geliyoruz ve bizzat hukukun meşruiyetini sakatlayan bir rejimin mirasçılarıyız. Bu nedenle bütün toplumu kuşatan şekilde ‘bizim' hukukumuz henüz kurulmadı ve ‘ihtilal dönemi' sona erene kadar da kurulmayacak. Hukukun zaaf içinde olduğu toplumsal süreçlerde ise akılda tutulması gereken soru ‘yapılanlar ne kadar meşru?' sorusudur ve bunun cevabını kategorik doğrularda veya evrensel ilkelerde bulamayız. Çünkü bu ‘bizim' hayatımız ve yeniyi de ‘biz' inşa edeceğiz. Yani neyin meşru olduğunu da ‘biz' söyleyeceğiz. Eğer yaşanan dönüşüm demokrasiye doğru olacaksa bu ‘biz' kaçınılmaz olarak toplumun genel algısı ile bağlantılı olacaktır… Ve bugün çoğunluk usulsüzlüğü ilkesel olarak savunmamasına karşın, onu siyasi olarak reddetmiyor. Çünkü hem kendisi de öyle davranıyor, hem de bir kavga ve dönüşüm döneminde işin ‘esasının' başka yerde aranması gerektiğini düşünüyor.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar