Etyen MAHÇUPYAN
Hükümetin giderek kontrolü kaybedip ciddi bir savrulma sürecine girmesiyle birlikte ülke adına düşünen herkes iktidarın nasıl ‘gideceğini’ konuşmaya başladı. Sağlıktan ekonomiye, eğitimden adalete uzanan bir dizi tasarrufa ideolojik akılsızlık, yeteneksizlik, beceriksizlik ve giderek açığa çıkan bir kaba fırsatçılık damga vuruyor.
Bu duruma gelen tepkileri izlediğinizde, Türkiye’de özellikle muhafazakâr çevrelerde kritik eşiğe yaklaşmakta olan bir dip dalganın varlığına tanık oluyorsunuz. Farklı toplumsal kesimler ‘bu kadarı fazla’ hissinde buluşuyor… Ancak AKP/MHP iktidarının yarattığı tahribat, siyasi analizleri de daha kısa vadeli ve dar kapsamlı olmaya itiyor.
Oysa Türkiye tarihsel olarak önemli olabilecek bir kavşakta ve güncelin ‘gürültüsü’ nereye sürüklenmekte olduğumuzu büyük ölçüde gizliyor. Türkiye’de bir başka dip dalga daha var, ama çok daha derinde…
Toplum ve devlet Cumhuriyet’in kuruluşundan yüz yıl sonra kimliksiz ve yönsüz kalma tehdidi ile karşı karşıya, tutunacak dal arıyor. Bu süre içinde devletin denetimi altında yürütülen Kemalizm’in başarısız olduğu, hedeflerine ulaşamadığı açık. Hâlâ yüz yıl öncesinin cemaatçiliği aşılamadı, Kürt meselesi çözülemedi, Batılı modernliğe ulaşılamadı, küresel dünyanın yarattığı tehdit ve fırsatlar karşısında ‘korunaklı’ dış politika fazlasıyla pasif ve etkisiz kaldı. Demokrasiden ürken rejimin baskısı ile ne adalet ne de özgürlük içselleştirilebildi. Dahası ortak bir ahlakın üretilememesi, henüz ilk günden tomurcuklanan yozlaşma eğilimlerinin zaman içinde iyice serpilmesine neden oldu.
Diğer deyişle Türkiye halkının geleceğe bakışında Kemalizm ve Cumhuriyet’in ilk yüz yılı tutunacak bir dal oluşturmuyor. Bu yüz yıllık deneyime yaslanarak özgüvenli ve iyimser olmak pek mümkün değil. Hayalimizde yücelttiğimiz, geri dönüşü olmayan bir tarihsel ‘sıçrama’ olarak gördüğümüz bu olayın (göreceli bakıldığında) neredeyse hiçbir alanda derinlikli ve kalıcı bir olumlu değişim yaratmadığı ortada.
Bundan kuşku duyanlar son beş yılda böylesine bir tahribatın nasıl olup da kolayca yapılabildiği ve toplumun (şikâyet etmesine karşın) nasıl aynı zamanda bu durumu kanıksayabildiği üzerine düşünmeliler. Çünkü kurumları bir anda böylesine ‘kültürsüzleştiren’ ve yozlaşmayı sıradanlaştırıp, neredeyse övünülecek hale getiren bugünkü iktidar yapısının, bunu köklü bir devlet ve vatandaşlık geleneğine ‘rağmen’ gerçekleştirdiğini söylemek zor.
Geniş bir zaviyeden bakıldığında, bugünün iktidarının (üstelik devlet desteğiyle) söz konusu çürümeyi ‘doğal akış’ içinde ürettiği ve bunu son derece hızlı yaptığı açık… AKP’nin dindar muhafazakâr kimliğinin bu dinamikte hiçbir engelleyici rolünün olmadığı, hatta (laik kesime sorarsak) yaşanan yozlaşma ve akılsızlık halinin doğrudan dindarlıkla ilişkilendirildiği de herkesin malumu…
Kemalizmi fıtratı suistimal eden bir ‘sapma’ olarak değerlendiren dindarlar, AKP iktidarının yeniden ülkeyi doğru yola sokmasını, ahlaki ve kültürel zemini tamir etmesini, yeni bir vatandaşlık sentezi üretmesini beklediler. Bu hayalleri on yıldan fazla bir süre neredeyse gerçekleşebilir gözüktü… Ancak son beş yılda, onun yerine bizzat dindarlığın dindarlar eliyle araçsallaştırılmasına, yozlaşmanın büyük bir iştahla kucaklanmasına şahit oldular.
Bu bir ‘bozulma’ değil… Tek Parti dönemindeki ifade ve basın özgürlüğünü ortadan kaldıran Takrir-i Sükûn kanununu, hukuk ve adalet kavramlarını siyasetin kaba amaçlarına müdanaasızca alet eden İstiklal Mahkemeleri’ni, muhalefete kategorik tahammülsüzlüğün yol açtığı parti kapatmalarını, Kemalist çevrenin ülke şirketlerinin bütün yönetim kurullarında atanarak yer almasını, kimin milletvekili olacağına tek bir kişinin karar verdiğini hatırlamak yeterli. Bu tasarrufları ‘zamanın koşulları ve gereklerine’ bağlamak da inandırıcı değil, çünkü bütün bunlar yaşanırken ülke çoğunluğu pek de öyle düşünmüyordu.
Bugün herkes elimizdeki her iki ‘yerli ve milli’ ideolojinin, yani Kemalizm ve İslamcılığın bu ülkeyi geleceğe taşıyamayacağını, her ikisinin de bu işlev için yetersiz ve eksik olduğunu, ahlaki ve ilkesel bir zorlanma karşısında kırılganlık, tutarsızlık ve hatta kaypaklık sergileyebildiklerini görüyor. Dahası bu iki ideolojinin pek de birbirinden uzak olmadığını, yaşanan süreçte birbirini tamamladıklarını, oportünizmin baki olmakla birlikte sadece düzeysizleştiğini de seziyor.
Söz konusu tespiti yüksek sesle seslendiren olmayabilir… Ama zihinlerimiz yüzleşmekten korktuğumuz söz konusu gerçeği kayda geçirmiş durumda. Bunun yarattığı büyük bir korku var. İçine düşülen boşluğun korkusu…
Bu, Türk ve Müslüman kimlikleri muhatap alan, onların yeniden tanımlanmasını gerektiren türden bir boşluk. Nitekim bu boşluğun uzantılarını her gün sayısız örnekle yaşıyoruz. Hâlâ kendi topraklarımıza ve denizimize yönelik fetihçi, ganimetçi ve talancı yaklaşımı aşabilmiş değiliz… Hâlâ gerçekliğe ve kendimize bakışta sığ ve hamasiyiz… Ve hâlâ ilişkilerimizde ve yaşantımızda görgüsüzlüğü, çiğliği, riyakârlığı bir marifet gibi sürdürüyoruz…
Yüzyılların birikimine dayanan, hiyerarşik bir tasavvur içinde de olsa çok kültürlülüğü benimseyip yaşatan, tüm geleneklerini kavimlerin karışımından üreten bir kültür tek bir yüzyıl içinde neredeyse tümüyle buharlaşmış durumda. Farklı alt kültürlerin karşılaşması ile zenginleşip özgün nitelik kazanan bir kimlik, bugün kavruk bir milliyetçiliğin malzemesi.
Anadolu bir yüzyıl içinde kültürünü kaybetmekle kalmadı, ‘Müslüman Türk’ kimliğin de boşluğa düşerek devlete sarılmasına sahne oldu. Bugün devlete yaslanmadıkça ayakta kalamayan, kendisini ancak devletteki yansıması üzerinden tanıyan ve tanımlayan bir ‘egemen’ kimlikte karar kılınmış durumda. Ancak söz konusu kimlik fazlasıyla uçucu… Ardında ideolojiden bağımsızlaşmış, doğrudan bu kimliği besleyen derinlikli bir kültür, sanat, edebiyat, felsefe yok. Kimlik sahipleri bu kimliğin ne niteliklerinden ne de onunla nasıl ilişki kuracaklarından emin değil. Bu nedenle devlete daha da muhtaçlar…
Gençlere baktığımızda bu boşluğu, tutunma ihtiyacını, kendi kimlikleri konusunda bir belirsizlik denizinde yüzer hallerini çok daha kolay gözlemliyoruz. Üstelik onlar devlete yaslanma alışkanlığına da sahip değiller ve bu tutumu sindirmekte zorlanıyorlar. Bir yandan giderek daralan bir resmi ‘Müslüman Türk’ kimliğine sıkışılıyor, diğer yandan da her yeni nesil küresel dünyanın cazibesi altında, sanki bir merkezkaç kuvvetin etkisiyle, ‘yabancılığa’ savruluyor.
Kimliksel boşluk bir dip dalga şeklinde her geçen gün yayılırken, oportünizmin ahtapot misali her alanı sarması şaşırtıcı değil. Genç kuşaklardaki ‘yabancılaşma’ bir kesimde ancak fırsatçılıkla, köşe dönmeyle, gemlenemeyen maddi ihtirasların hayatlara hâkim olmasıyla tatmin oluyor. Diğerleri ise kaybolmuşluk halini bireysel yönelimlerle dengelemeye uğraşıyor…
Buradan çıkışın modernleşmeden geçtiğini sanmak da büyük bir yanılgı olabilir. Çünkü modernliğin bizdeki eksik tarafı relativist zihniyetle bağlantılı. Eşdüzeyli, kültürel homojenizasyonu içselleştirmiş bir toplum tasavvuru bu… Bireyselleşmeyi temel alan, bireylerin özgürlüğüne etik paye veren bir kültür…
Bunun bizler için ne denli korkutucu olduğunu görmekte yarar var. Ataerkillik hiyerarşik ve heterojen (cemaatçi) bir toplum tasavvuruna sahip. Bireyselleşmeyi ‘yönsüzleşme’ olarak gören, sınırlanması gerektiğine inanan bir bakış. Belirsizliğe düşmekten korkan, cemaatin özgürlüğü uğruna bireylerin kendi durumlarına razı gelmesini öneren bir tasavvur.
Bizim için (Batıdaki anlamıyla) ‘gerçek’ modernlik bir dağılma tehdidi. Kaosa davet çıkarılması ve nihayette kimliğin kaybedilmesi, fıtrata ihanet edilmesi…
Türkiye’nin hem kendisi olabilmesi hem de bugünün dünyasına uyum sağlaması için bir başka yol daha var… Demokrat zihniyete yönelmek ve bunu iradi şekilde, bilinçle uygulamaya çalışmak. Kişilikleri değil ilişkileri temel alarak, sorumluluk kavramını merkeze yerleştirerek, karşılıklı güvene dayanan kurumsal ve toplumsal ilişkiler üreterek ve nihayet bir ortak ahlaki zemin oluşturarak… Heterojenliği cemaatçiliğin dışına taşıyıp bireysel farklılaşmanın zemini olarak tanımlayarak. Her türlü hiyerarşiyi şeffaflıkla sınanabilir hale getirerek ve nihayet bilgi tekelini devletin elinden alıp toplumsallaştırarak…
Çok zor, meşakkatli bir yol. On yıllarca sürecek ama hemen başlanmazsa belki yüzyıllarca (belki de hiç) erişilemeyecek bir hedef. Bunun için durumun ciddiyetini kavrayan, tarihe ve kendimize nesnel bakabilen, gereğini yaparken kişisel kayıplardan çekinmeyen, cesur bir siyasete ihtiyaç var. Bugünkü iktidarı devirmeye yetecek dip dalganın yanında, ülkeyi boşluğa ve kültürden azade bir pragmatizme sürükleme istidadında olan derin dip dalganın da farkında olan bir siyasete…
Geçen haftaki yazı şu ikilemle bitmişti: Acaba hangi yola girilecek? Toplumsal sahiplenme yaratacak şekilde bireyselleşme ve özgürleşmeye, karşılıklı sorumluluğa açık bir rasyonelleşmeye doğru mu, yoksa Kemalizm’in öncesine dönülerek, toplumsal bilinçaltının iteklediği ergenlik halinin rahatlığı içinde, bir başka arkaik ‘kurtarıcı’ ideolojiye sarılmaya mı?
Türkiye’nin geleceğini kalın bir hat şeklinde belirleyecek, nehrin yatağını yerleştirecek olan şey bu sorunun bilinçli ya da bilinçdışı verilecek cevabıdır. Bilinçli cevabı veren ve bunun peşinden gidenler çıkmaz ya da zayıf kalırlarsa, bilinçdışımız bizi bildiğimiz bir zihinsel dünyaya, İttihatçılığa doğru sürükleyebilir, onun ‘modern’ bir versiyonuna kapılanabiliriz…
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolHer 4 liranın 3’ü faize! 11.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENAKP ahlâkî üstünlük mü kazandı? 10.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi Egilmezİnsanlar Olmayan Parasını Nerelere Harcıyor? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKBarış süreci için en büyük tehlike nasıl Türkiye’nin iç barışının bozulması oldu? 9.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞBir anayasa inşa süreci deneyimi: Yeni Anayasa Platformu (YAP) 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçEşitlik korkusu ve 12 Eylül darbesinin büyük zaferi 4.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYerli-milli Kur’an meali AK Parti’ye nasip olacak! 2.06.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraSokak 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasErken seçim en geç ne zaman? 29.05.2025 Tüm Yazıları
-
Taner AKÇAMRuşen Çakır’ın Abdurrahim Semavi ile Kürt açılımı görüşmesi 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CANSiyasi gündem notları: Üç süreç nerede kesişir veya nerede kopar? 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Umur TALUSizin en sevdiğiniz tahakküm hangisi! 27.05.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKYolsuzluklar, barış ve biz 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZ12 Mayıs, Bahçeli, mecburiyetler 21.05.2025 Tüm Yazıları
-
Hikmet MUTİAsoyşeytit Pres ' den Cemşit K.nın canlı PKK kongre izlenimleri... 13.05.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYOtoriterlikten Demokrasiye 12.05.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğlu‘Türkiye Müslümanları’ kimler oluyor? 11.05.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet ÖZTÜRKÇetin Uygur bir kitaba sığar mı? 10.05.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluBilek güreşi yoksa masayı mı kıracak? 28.04.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANRahip Brunson ve öğrenci Rümeysa 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYKopukluk ve “Anadolu Kırılması” 25.04.2025 Tüm Yazıları
-
Yüksel TAŞKINİktidar milli iradeyi “tapulu arazisi” sandığı için büyük bir bedel ödeyecek 22.04.2025 Tüm Yazıları
-
Ayhan ONGUNDEMOKRATİK EĞİTİM MÜCADELESİNE ADANMIŞ YAŞAMLAR 21.04.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTVeda ediyorum 15.04.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARŞizofrenik yurttaşlık 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan CEMALTerörsüz Türkiye! İyi güzel, peki ya demokratik Türkiye?.. 14.04.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNTrump Küreselleşme Sürecini Geriye Döndürebilir mi? 13.04.2025 Tüm Yazıları
-
Pelin CENGİZTrump’ın yeni vergileri diye yazılır, ‘post modern merkantilizm’ diye okunur 7.04.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNBoykot ve sokaklar neden bu kadar korkutuyor? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Cennet USLUİktidar neden umduğunu bulamadı? 2.04.2025 Tüm Yazıları
-
Hayko BAĞDATSokaklarda yükselen ses 28.03.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTCoğrafya kaderimizmiş… 23.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selva Demiralpİmamoğlu krizi ve ekonomik yansımaları 20.03.2025 Tüm Yazıları
-
Selami GÜREL“Adı belirsiz” süreç hızlı ilerliyor 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Halil BERKTAYPKK ve Türk solcuları (4) “Dağlarında gerilla var memleketimin” 16.03.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKürt ‘açılımı’nın nedeni Suriye değil, Türkiye! 15.03.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç, umut ve endişeler 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Haluk YurtseverKaosta 'hegemonya' arayışı 11.03.2025 Tüm Yazıları
-
Arzu YILMAZHodri Meydan 10.03.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
20.02.2025
15.10.2024
24.09.2024
19.09.2024
10.09.2024
2.09.2024
13.04.2024
12.04.2024
11.04.2024
28.11.2023