Etyen MAHÇUPYAN

Etyen MAHÇUPYAN
Etyen MAHÇUPYAN
Serbestiyet Tüm Yazıları
İslamcılık Müslümanlara karşı mı?
19.08.2012
3442

İslamcılık konusunu asli sahiplerine devretmeden önce birkaç söz daha söylenebilir. Bu tartışmanın 'bugün', yani İslami kesimden gelen, bu duyarlılığı kendi kimliği olarak ilan eden bir toplumsal ve siyasi hareketin iktidara sahip olduğu momentte ortaya çıkmış olması son derece anlamlı.

 

İktidar devirleri genellikle bir sürece yayılır ve yeni iktidar sahiplerinin bizzat kendi ideolojileri üzerinden tasarrufta bulunma hamleleri ile de devir işleminin gerçekleştiği belli olur. Söz konusu sürecin ilk bölümü bir 'düşmanın' alt edilmesi veya bir 'yanlışın' düzeltilmesi gibi tanımlanabilir. Ama nasıl adlandırılırsa adlandırılsın belirgin niteliği var olan düzenin bir yere kadar yıkılması, tahrip edilmesi ve bunun geçmiş iktidarın kısıtlanması yolu ile gerçekleşmesidir. Ancak sonrasında yeni iktidarın otoritesini meşrulaştırma, kendisine alan açma, rahatlama ve toplumsallaşma dönemi gelir. AKP iktidarı 'bugün' ikinci dönemde ve kendi tabanının kurucu bir aktör olarak kamusal alana girmesine olanak sağlıyor.

Bütün bunların İslamcılık tartışmasıyla yakından ilişkisi var... Çünkü eski rejimle mücadele edilen dönemde, siyasete damgasını vuran şey bizzat o rejimin nitelikleriydi. Kemalizm ve laiklik vurgusu İslami bir dil etrafında yığınların toparlanması ve ortak bir itiraz sesi yükseltmesi için yeterliydi. O sırada Müslümanlar arasındaki farklılıkların, kimin ve neyin İslami olduğunun bir önemi yoktu. Müslümanlar ve İslamcılar kendilerine ve birbirlerine değil, ötekine bakıyorlardı. Oysa iktidara sahip olunduğu ve kamusal alanın yeniden inşa edilebilme kanallarının açıldığı sonraki dönemde, hem ötekinin varlığı siyaset oluşturmak açısından yetersiz hale geldi, hem de çok yeni bir gelişme yaşandı: Kendilerine 'dindar' diyen birçok Müslüman kamusal alana girdiler, kendi din anlayışlarına uygun olan veya en azından ona ters düşmeyen çeşitli tutum ve davranışlar sergilemeye başladılar. Dahası, bu tutum ve davranışlar giderek norm koyucu özellik kazanma eğilimi taşıma ve yeni bir toplumsal iktidarın niteliğini tanımlama istidadı gösterdi.

Kısacası iktidarın başkalarında, İslami duyarlılıktan beslenen itirazın ise muhalefette olduğu süreçte, İslam'ı belirleyen 'şey' tüm Müslümanları kuşattığı varsayılan ve tanımı rehber aydınlarca yapılan bir ideolojik Müslümanlık, yani genel anlamıyla İslamcılıktı. Oysa iktidarın Müslümanlara geçtiği, her dindarın kendi din algısını kamusal alana yansıtabildiği dönemde, İslam'ı belirleyen 'şey' söz konusu iktidar sahibi Müslümanların niyet, istek, tercih ve taleplerini yansıtan pragmatik bir Müslümanlık, tabiri caizse Müslüman iktidarın 'praksisi' oldu.

Böylece İslam, iktidar sahibi Müslümanlar sayesinde İslamcıların elinden 'kaçırıldı'. Bu noktada iktidar sahibi derken, AKP hükümetini değil, onu çok aşan bir biçimde ekonomiden sanat ve kültüre, eğlence dünyasından yeni aile düzeneğine her alanda yeniyi inşa eden bir dalgadan bahsediyoruz. Bu dalganın aktörleri kendilerini muhakkak ki dindar olarak görüyor ve iyi Müslümanlar addediyorlar... Öte yandan kendilerini değişmez bir dindarlık kalıbına uydurmaktansa, dindarlığı kendi hayatlarını ve bireysel hayallerini kuşatacak biçimde tedrici olarak yeniden biçimlendiriyorlar.

Basitçe söylersek, Müslümanlar sekülerleşiyor ve bu da İslamcılığın cemaat içi otoritesini kaybetmesi anlamına geliyor. Kemalist rejimin laikliği ile mücade edildiğinde böyle bir sorun yoktu, çünkü sekülerleşme laikliğin 'mütemmim cüzü' gibi algılanıyordu ve aslında felsefi açıdan bu iki kavramın birbiriyle çelişkili olabileceği idrak edilmemişti. Derken laikliğin otoriter zihniyet altında Kemalist yoruma taşındığı, her zaman devletçi bir yaklaşımı ima ettiği keşfedildi ve bu tespit bizzat dindar ve Müslüman Başbakan tarafından telaffuz edildi. Böylece sekülerleşme zihniyet bağlamı açısından laiklikten koptu. Sekülerleşmenin farklı bir zihniyet altında yaşanabileceği ve bunun dindar kalarak ama din algısını özgürleştirerek yeni bir kişiselleşme yaratabileceği deneyimle anlaşıldı.

Dolayısıyla eskiden tüm Müslümanlar laikliğe karşı iken, bugün İslamcılar artık sekülerleşmeye karşılar ve onu yeniden laiklikle özdeşleştirmek istiyorlar. Bu durum, geçmişte tüm Müslümanların modernleşmeye karşı iken, şimdi İslamcıların bizzat modernliğe karşı olmalarıyla paralel... Ne var ki Türkiye'nin yeni sosyolojik gerçeği, sekülerleşen ve kendi dünyasından bir modernlik üretmek üzere olan yeni bir Müslüman'ı ve dindarlığı haberdar ediyor. Bu toplumsal dalga modernliğin ve devletçi otoriter laikliğin eleştirilebildiği post-modern ve küresel bir tarih aralığında mümkün olurken, geri dönüşü şimdilik olanaksız bir sosyolojik ve zihnî eşiğin geçilmesiyle de sonuçlandı.

İslamcıların anlaması gerek ki, artık 'elimizdeki' Müslümanlar bu ve onların kendilerini dindar kalarak değiştirme dürtüsünü durdurmak zor. Bu durumda sekülerleşmeye ve modern olana karşı çıkmanın bizzat Müslümanlara karşı olmak gibi algılanabileceğini idrak etmekte yarar var.

Orhan Miroğlu'na şifa dileği notu: İttihatçılığın ne olduğu meselesine Hrant'ı da sokup bir de benim bu hafızayı yok saydığımı yazabildiğine göre pekiyi bir ruh halinde olmadığını sanıyorum... Geçmiş olsun Orhan'cığım.

 

[email protected] 
 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yorumlar (1)
  • Ad Soyad Giriniz...

    Ad Soyad Giriniz...

    21.12.2012 08:47

    Ulan bayagi heyecanli film. Filmin sonunu soylemek gibi olmasin ama somunda bu yazinin daha 5 yil onceden yazildigi anlasiliyor. Yani adamlar da finci koduna rahmet okutmuslar. Filmin adi "parola yetmez ama evet"!

Yazarlar