Leyla İPEKCİ
Paravon Dede'nin iç burkan hikâyesi, geçtiğimiz yüzyıl bu topraklarda yaşanan, yankısını bugünlere ve geleceğe taşıran pek çok acıklı hikâyeden biri.
Günün anlamına uygun olarak bir Ermeni hikâyesi bu. Ama aynı anda Türkleri, Kürtleri ve bambaşka kimlikler taşıyanları da kapsıyor. Belki ortak noktası 'mazlumiyet' denilebilir. Zalim olmamış, zorbalık yapmamış ama haksız yere zulüm görmüş farklı kimliklerden gelen milyonlarca kişinin acısını yansıtan... Bir türlü bitmeyen, tamamlanamayan bir hikâye. İç içe geçmiş öyküleriyle, yarım kalmış vedalarıyla, bizden insanlık adına tanıklığımızı istiyor. Belki sadece bunu.
Artık biliyoruz çünkü, bizde iz bırakan küçük hikayelerimizin diğer ucu, özellikle son yüz elli yıldır bu topraklarda yaşanan o acı yüklü toplumsal tarihimizi, yani büyük hikayemizi fazlasıyla yansıtıyor.
Geçtiğimiz yıl asırlık ömrünü tamamlayarak ahirete göçen 1914 Yozgat, Burunkışla doğumlu Paravon Gökbaş, arkadaşım Nayat Karaköse'nin babasının dayısı. Ona doğum tarihi sorulduğunda suskun kalırmış, "kara gün sonunda" dermiş hep. Tehcir günlerinde annesi, kardeşleri ve diğer akrabalarıyla birlikte yuvasını bırakarak yollara düşmüş. Babası, Ermeni ailelerin pek çoğunun erkekleri gibi o vakit Osmanlı ordusunda savaşta. Daha somut söylemek gerekirse Sarıkamış'ta.
Ve yine Sarıkamış askerlerinin pek çoğu gibi bir daha ondan haber alınamayacak. Donarak ölmüş olabilir, Rusya'ya sığınmış da olabilir. Başta anne olmak üzere, kimse öğrenemiyor bir daha.
Yola düşeli birkaç gün olduğunda, 'katletme emri' almış bir asker onları kıstırıyor, sıraya diziyor öldürmek için. Fakat Paravon Dede, bir yaşının verdiği bütün içgüdüsel imkânları zorlayarak unutulmaz bir çığlık atıyor. Bunun üzerine asker merhamet ederek, "Bunu yapamayacağım, derhal gözümün önünden kaybolun." diyor.
Paravon Dede ve ailesi bir süre Anadolu'da sürüklendikten sonra köye geri dönmeyi başarıyorlar. Sonraki yıllarda annesi oğlunu birkaç kereler Beyrut'a yaz kamplarına yollamaya kalkıyor fakat her seferinde ondan ayrı kalmaya dayanamayacağını fark ederek, oğulcuğunu yanında tutuyor.
1933'te yeni bir sürgün kararıyla Burunkışla köyündeki hayatlarını bir gece içinde terk etmeleri gerekiyor. Bu, artık 19 yaşındaki Paravon Dede'nin belleğinde tehcir günlerine nazaran çok daha şiddetli yer edecek. Fakat o çocuklarına ve torunlarına hep başından geçen 'iyi şey'leri anlatacak ileride. Mesela kendilerine merhamet eden asker gibi, bir de hancı var.
Yozgat'tan onlarla birlikte aile başı bir döşek ile eşek sırtında yollara düşen kırk Ermeni aile daha vardır. İstanbul'da Patriğin araya girmesiyle, onları Samatya'ya götürecek olan trenle bineceklerdir. Fakat Sungurlu'da treni kaçırınca çaresizlik içinde, soğuktan donmamak için bir hana sığınırlar. Han tıklım tıklım doludur. Onların bu sefil hallerini gören hancı, diğer kalanlara şöyle seslenir: "Allahınızı peygamberinizi seviyorsanız çıkın, misafirlerim var!" Bunun üzerine onlara yer açılır ve orada kalırlar.
Haydarpaşa'ya, oradan da Samatya'ya çileli bir yolculuktan sonra vardıklarında ilk altı aylarını geçirmek üzere bir okula yerleşirler. Sonraki yıllarda Paravon Dede çinicilikle uğraşıyor. Diğer aileler de Samatya'da kalıyor, dayanışıyorlar. Okulun lise olması için Paravon Dede defalarca Ankara'ya gidiyor, sonunda resmî yetkilileri ikna ederek hayatlarını kurtaran bu okulu hem yeniden onarıyorlar, taşlarını yapıyorlar, hem de lise statüsü kazandırıyorlar. Yönetim kuruluna alınıyor Paravon Dede. Okul, bugün de eğitimine devam eden Sahakyan Lisesi. Samatya'da onu sadece Ermeniler değil, Türklerle Kürtler de ağabey diyerek sayıp seviyorlar.
Paravon Dede'nin ailesinin genç kuşaklarına anlatacağı 'iyi şey'ler olmaya devam ediyor bu arada: Burunkışla köyünden bir gecede sürgüne giderken arsa ve evlerini teslim ettikleri ağa, bu malları satarak kendilerini Samatya'da bulur ve parayı onlara teslim eder mesela! Kötü hikâyeleri ise hiç anlatmıyor Nayat'ın dedesi. "Kin tohumları düşmesin" diyor. Hayatı boyunca düşkünleri, parasızları misafir etmiş, tıpkı hancının kendilerini misafir ettiği gibi. Bunu hiç unutmamış.
Paravon Dede'nin kardeşi, İkinci Dünya Savaşı'nda yurtışında şehit düşünce getirilip İzmir'e gömülüyor. Fakat tıpkı bir zamanlar annesinin onu Beyrut'a yollamaya razı olmaması gibi, kardeşinin kemiklerinin uzaklarda kalmasına razı gelemiyor. Belki babasının da aynı bilinmezlikler içinde sonsuzluğa yollanmış olmasından. Belki Ermenilerin dünyanın çeşitli coğrafyalarına dağılarak memleketlerinden uzakta ölmüş olmasından... Kardeşinin kemiklerini yanına Samatya'ya getirmek istiyor.
Ve bir gece mezarlığa girerek kemikleri çıkarmaya çalışırken yakalanıyor. Gözaltında kalıyor, ama sonunda kemikleri getirmeyi başarıyor! Ah diyorum Nayat'a, ah! Bugün hâlâ kayıp kemiklerin gayri resmî tarihinden kişisel hikayelerimizi damıtmakla meşgulüz. Ama artık toprağın altındaki acılı 'büyük hikaye'nin hepimize bakan yüzüne aşinayız en azından.
Yazarlar
-
İbrahim KirasBakü ve Erivan başardı, Türkiye kazandı 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİYargıda yine mi temizlik başlamış? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞŞimşek, ÖTV, cari açık ve gümrük birliği 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni çözüm süreci komisyonuna dair 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazBöyle mahkemenin hükmüne adalet denir mi? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUŞakülünden çıkmış bir ülke: Türkiye 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUTürkiye terörsüz olacak, bölünmeyecek.. Amenna.. Ya Suriye’den gelecek tehdit? 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha Akyol‘Karamsarlık yaymak’ 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİSon vatanı Türkiye olanlar ilk vatanı Türkiye olanlara vatanseverlik dersi veremez 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan Özkanİsrail ordusu, Gazze’de ekilebilir arazileri de sıfırlıyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIR'Yeni Türkiye'de umudu yalnızca 51 kişilik komisyona bırakmalı mıyız? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKOMÜNİST BİR YAZAR VE“İKİ KADIN İKİ AŞK…” 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA15 Ağustos Toplumsal Devrime Giden Yol... 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNZengezur’a Trump kaması: Kime niyet kime kısmet? 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURÜzgünüm, kimse Türkiye’yi bölmek istemiyor 11.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
15.09.2018
4.02.2018
1.02.2018
28.08.2018
25.08.2018
21.08.2018
7.02.2018
4.02.2018
31.07.2018
28.07.2018