Mehmet ALTAN
Türkiye günümüzde iki değişimi birden yaşıyor.
Birincisi, iki “kutsal” değerin, Atatürk’ün ve dinin siyaset sahnesinde çökmesi, “taşraya hapsedilenlerin” ve “devletçi şehirlilerin” arkasına saklanacakları “tabularının” kalmaması. Bu hem iyi hem de kötü bir gelişme. İyi bir gelişme çünkü biz artık “tabusuz” gerçek bir siyaset yaratmak zorunda kalacağız, demagoji azalacak. Kötü bir gelişme çünkü henüz yeni değerler yaratamayan toplum, yeni değerlerini keşfedene kadar tutunacak hiçbir ortak değer bulamayacak. Bir anlamda büyük bir ahlaksal ve ilkesel kaostan gececeğiz. Hatta geçmekteyiz.
İkinci değişim ise taşralılarla devletçi şehirlilerin bir yandan kendi “iç yapılarını” değiştirirken bir yandan da belki tarihimizde ilk kez böylesine içiçe yaşamaya, birbirlerini görmeye, birbirlerini hayatın her anında ve her yerinde fark etmeye başlamaları. Bu fark ediş şu anda, AKP’nin de kışkırtmasıyla, dehşetli bir nefrete ve tahammülsüzlüğe dönüşmüş vaziyette.
İki kesim de diğerini sadece siyasetten değil hayattan da silmeye uğraşıyor, diğer kesimin “yok olmasını” arzuluyor. Bu inkar ve nefret dönemi de, birbirlerini yok edemeyeceklerini kesinkes anlayana kadar sürecek gibi gözüküyor.
Başbakan Erdoğan ve AKP, 17 Aralık’tan itibaren bütün siyasetini bu nefretin üzerine oturtmuş vaziyette. Elbette “şehirlileri” yok edemeyeceklerini biliyorlar ama MİT yasası gibi yasalarla, “dar bölge” gibi seçim oyunlarıyla o grubu baskı altına alıp susturmayı hesaplıyorlar. Taraftarlarına da vaatleri bu zaten ve bu “vaat” taraftarları arasında kabul görmüş vaziyette. Taraftarları, “şehirlilerin” ezilmesini, susturulmasını, aşağılanmasını, yılların birikmiş acılarının intikamının alınmasını istiyor.
Erdoğan, bu duygular üzerinden ve sadece bu duyguları sömüren bir demagojiyle diktatörlüğe yürümeyi planlıyor, oyun planını buna göre kuruyor.
Tabii bu tabloya bakarken iki kesimdeki “iç değişimleri” de gözardı etmemiz gerekiyor.
“Taşralılar” şehirleşiyor. Geleneklerini ve kültürlerini değiştirmeden kademe kademe varoşlarına yerleşiyor, uyum sağlamakta zorlandıkları şehir hayatının doğal parçası olan “şehirliler” karşısındaki kompleksleri ve öfkeleri de bileniyor. İzmir Mitingi’nde olduğu gibi şehirliler de ellerinde kalan tek silahın “şehir hayatını” bilme olduğunu sanıp, “midyeleri kabuklarıyla yediler “türünden gereksiz ve anlamsız sataşmalarla onları küçümsemeye çalışıyorlar.
Meselenin duygusal boyutu bu. Şu anda siyaset neredeyse sadece bu duygusal boyut üzerinden ilerlediği için de “duygular” çok önem kazanmış vaziyette.
Ama bir de o duyguların üstünde kımıldayıp durduğu “reel” bir zemin var. “Taşradan gelenler” şehir hayatına uyum sağlamakta zorlansa da yeni bir ekonominin parçaları oluyorlar, şehirlerde iş buluyorlar, bir kısmı zengin iş adamlarına dönüşüyor. Bunun değişmesini asla istemiyorlar. Erdoğan, bunun değişmemesinin tek garantisinin de kendisi olduğunu söylüyor onlara.
Erdoğan’ın, partisinin ve rejiminin çıkmazı da burada yatıyor.
Birincisi, bu yeni hayat ve zenginleşme, artık eski taşralı kimliklerinden sıyrılmaya ve yeni bir orta sınıf oluşturmaya başlamış olan “taşralılar” arasında menfaat çatışmaları yaratıyor, “köylülük” çatlıyor. Değişik hayat anlayışları ve din yorumları çıkıyor ortaya.
İkincisi, yüzde elli yüzde elli olarak ikiye bölünmüş toplumda, bir kesimin diğerini yok edeceği bir siyaset izlemek, siyasi istikrarı, dolayısıyla ekonomik istikrarı tehdit ediyor.
Taşralılar, siyaseten amaçlarına ulaşmaları halinde iktisaden çökmüş ve dünyada yalnızlaşmış bir ülkede bütün ekonomik kazanımlarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyalar. Şu anda “duygusal kabarmalar” nedeniyle bu gerçeği tam olarak görmek istemeseler de, gerileyen büyüme, yükselen enflasyon yakında herkesin hayatında kendisini hissettirecek.
Ayrıca Erdoğan’ın kuracağı bir “muhafazakar diktatörlük”, aynen taşralılar gibi bir değişimden geçen, teknoloji sayesinde dünyayı keşfeden, zenginliğin demokraside ve özgürlükte olduğunu fark eden, hayatından ve geleceğinden taviz vermeye yanaşmayan ve en önemlisi devletten dışlandıkları için mecburen devletten uzaklaşıp sivilleşmeye başlayan şehirlilerin direnciyle karşılacak.
Bu çarpışma, Erdoğan’ın gittiği yoldan vazgeçmemesi halinde askeri darbelerden yeraltı örgütlerine, bölgesel çatışmalardan topyekun bir içsavaşa kadar çok kanlı ihtimalleri içinde barındırıyor.
İktisaden kendine yeterli olmayan, dünyaya ve “yabancı” paraya bağımlı Türkiye, tümüyle yalnızlaşacağı, kendini paramparça edeceği böyle bir çatışmadan geçerse ne olur?
Büyük bir ihtimalle çöker.
Erdoğan’la AKP kurmayları bu çöküntüyü ve parçalanmayı göze alıyorlar çünkü onların başka hiçbir çaresi, gidecek başka hiçbir yolları yok. Demokrasiye ve hukuka döndükleri anda yargılanacaklar. Üstelik de çok ağır suçlardan yargılanacaklar.
Peki Türkiye bunu göze alabilir mi? İki kesim, diğerini yok edebilmek için kendini de yok etmeyi kabul eder mi? Bu toplum, intihara koşar mı?
Bu soruya “asla olmaz” diye cevap vermek mümkün değil. Tarih kendini böyle yok etmiş toplumlarla dolu.
Böyle bir toplumsal tercih karşısında zaten söylenecek sözlerin, yapılacak analizlerin kimseye faydası dokunmayacak.
Ama Türk toplumunun yaşama refleksinin güçlü olduğunu, dünyanın da “parçalanmış”, un ufak olmuş bir Türkiye yerine sağlam ve demokrat bir Türkiye arzulayacağını da görmek lazım.
Benim de varlığına inandığım bu toplumsal refleks zaten “İkinci Cumhuriyeti” mecburi istikamet haline getiriyor. Çünkü Türkiye’nin önündeki iki seçenekten biri iç çatışmalarla parçalanma, diğeri ise demokratikleşerek, yeni değerler etrafında birleşip gerçek bir toplum ve devlet oluşturmak. Bu toplum yaşamak istiyorsa İkinci Cumhuriyeti kurmak zorunda.
Yok olma yoluna değil de var olma yoluna giderse, Türkiye’nin kuracağı İkinci Cumhuriyet’in değerleri ne olacak peki? Taşralılar ve şehirliler “paradigması” nasıl bir değişimden geçecek, bu iki grup nasıl birleşecek, birbirini nasıl kabullenecek, nasıl ortak değerler bulacak?
(Devam edecek...)
http://t24.com.tr/yazarlar/mehmet-altan/ya-catismalarla-parcalanma-ya-demokratiklesme,9160
Yazarlar
-
Berrin SönmezTeo-politik inşaya karşı dinsel bireycilik: İtaat mı? İtiraz mı? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUÇevremiz çok bilinmeyenli bir denklem gibi, yoksa bilinebilir mi? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKYeni Süreç, korkular ve umutlar 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayBir dönüm noktasında mıyız? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRBU KOMİSYON NE ÇÖZER? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolYargı niye böyle? 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNE“Norm Devlet” üzerinde 19 Mart gölgesi 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilYolsuzluk: Çürümenin Kurumsallaşmış Hali 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanDevleti yönetenler milletlerine güven vermek istiyor olsaydı… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunÖzlemek ne uzun bir mesafe, Dersim… 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURMehmet Ali Sebük’ü neden kimse hatırlamıyor? 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUSiyaset CHP’siz, CHP siyasetsiz olmaz 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENSüreç Olmasaydı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluGeri dönülmez çözümde son düzlük... 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasHükümet yalanladı konu kapandı 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİHakan Fidan'ın diploması 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÇeteler çağı ve muhteşem çöküş… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanAK Parti kendini nasıl bu hallere düşürdü… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçKürt sorunu, komisyon ve Marx… 8.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: “İmralı’da Bir Mahkûm” 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazAYM kararı yargıyı bağlayacak mı? 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİsa’nın takipçilerine sığınan Muhammed’in takipçileri 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarŞeffaf, açık ve çoğulcu 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTUtanmazlığın ve Çürümüşlüğün Belgesi: Sahte Diploma Skandalı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞAdemimerkeziyet: Dikey güçler ayrılığı ya da paylaşımı 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraÇağdaş Türkiye 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökçer TahincioğluKalorifer kazanından rektör danışmanlığına ve öğretim görevliliğine uzanan yol: Sahte diplomaya ne g 7.08.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEKaş yaparken göz çıkarmak 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERİki öncü şirkete nasıl sızıldı: Denetimsizliğin çürüttüğü devlet 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜR‘Dijital devlet’ işgali: Girilmedik kurum yok! 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUDemokratlar, ümmetçiler, ırkçılar 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞMeslek liseleri tartışmaları (1) 6.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezEkonomiyi düzeltmekle iş bitmez 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZTerörsüz Türkiye hedefi: Hukukun ve siyasetin rolü 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNKalemşörler ve Çubuk Ustaları da Silah Bıraksın! 5.08.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRGüvensizliğin gölgesinde siyaset: Geçen yıla kıyasla korku düzeyimiz yükseldi, peki neden? 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplum Çağrısı; Hasta Tutsaklar 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciÇürüme! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanBatı artık Kiev’de Zalujni’yi görmek istiyor gibi 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞKUVVETLER AYRILIĞI YOK İSE… 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNMisak-ı Suriye! 4.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBatı, Türkiye, ulus-devlet: Vazgeçmenin fırsatları ve riskleri 3.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPartiler ve toplum nereye gidiyor? 3.08.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
1.08.2025
23.07.2025
17.07.2025
11.07.2025
4.07.2025
26.06.2025
20.06.2025
15.06.2025
29.05.2025
23.05.2025