Mehmet TIRAŞ
Neşet Ertaş’ın hangi deyişi yazıya başlık olmaz eli kalem tutana onlarca makale döşettirmez ki;tatlı dile güler yüze doyulur mu,yalan dünya mı,aydos mu,mevlam ayrılık vermesin gode uçan kuşa leylam mı,zahidem mi,Gönül dağı mı,gemiğini darak eyle zülfün teline mi,kendim ettim kendim buldum mu?
Bir anda aklıma gelip hatırladıklarımdan yola çıkarak bundan bir yıl önce 25 Eylül 2012 yılında aramızdan ayrılan, büyük ozan ve söz yazarı halkının kendinle özdeşleştiren mahlası olan “bozkırın tezenesini” hangi sözünü ve deyişini bir yazıya sığdırmak mümkün; bunun sıkıntısı ve zorluğu içinde yazıyorum..Ne kadar bu ölümsüz ozanı anlatabileceğim bilemiyorum ama onu her yıl ölümünde bir yazı ile hatırlatacağımın sözünü verebilirim,elim kalem tutuğu ve ömrüm yettiği sürece..
Neşet Ertaş için bir hastaneye kaldırıldığında bir de ölümü üzerine iki yazı yazdım bu üçüncü oluyor.
Gerçi bir değil yüzlerce yazıya,şiire,öyküye, hikayeye ve belgesele sığmayacak kadar bir derinliği olan, halkın duygularını deyişleriyle hayata bağlatan ,bazen ağlatan bazen hüzünlendiren bazen de elinde kaşıkla oynatan bir ozandı o.Tez konusu olacak kadar müzisyen birisiydi o;aynı zamanda kitapsız öğrenenlerden alaylı birsiydi.
Peki Neşet Ertaş’ı bu kadar sevdiren ne diye düşündük mü hiç?
Ben bunu sanatının içinde deyişlerinin sözünde ve karakterinde aramışım hep;dikkat ederseniz;gazetelere verdiği yazılı mülakatta ve çıktığı televizyon programlarında hep aksanıyla konuşmuş; bulunduğu ortama ayak uydurmamış; hatta yazılı röportajlarında orta Anadolu şivesiyle yazdırmıştır..Örnek olarak pamuk değil pambık,çağır değil çığır,ne yapıyorsun değil nörüyon gibi yetiştiği toprağın ve kültürünün sesi olduğu gibi aynı zamanda o topumun edebiyatta unutulmayacak kadar yazılı dili olmuştur.Neşet Ertaş’ın kullandığı çoğu sözcükleri ve terimleri Yaşar Kemal sözlüğünü yazarı Ali Püsküllü oğlunun eserinde görürüz;tekme değil tebik geçer bir yerde; Neşet Ertaş’ta tekme demezdi tebik attı veya vurdu derdi.
Bir başka özelliği Neşet Ertaş’ın,benim gözlemimde yaşadıklarına hiç katmadan ve abartmadan anlatması ve pişmanlık duymamasıydı ve kendini de olduğundan fazla göstermemesiydi.Doğal bir bitki gibiydi mevsimine göre ,bir bitki nasıl kendini gösteriyorsa o da yaşamını öyle anlatırdı ve duygularını da deyişlerine yansıtırdı.
Meslektaşlarından ayıran ve fark edilen farkı ise;her sanatçı da değil,her insanda rastlanmayacak kadar da nazik,zarif,kibar ve saygılı birisi olmasıydı..Terlediği zaman ceketini çıkartmasak için dinleyicilerinden müsaade istemesi ,her insanda olması gereken ve olmayan insanlara da ders verircesine bir zerafat gösterirdi..Hiç övünmedi hep mütevazi oldu, hiçbir eserinin çalınmasından telif hakkı için dava açmadı,niye bana ait olduğunu söylemiyorlar,müsaade istemiyorlar diye de yakınmadı..Ağlamadı,hiç kendine acındırmadı sazını eline alıp ta çalıp-söylemeye başladı mı içine dökülen göz yaşlarını dinleyen hissederdi.
İnsanı insan yapanların başında; insanın insan gibi yaşaması ve hiçbir insanı dinine,mezhebine,ırkına,cinsiyetine ve bölgesine,kıtasına göre değil de; insanlığına göre yaklaşmasıydı Neşet Ertaş’ı fark ettiren…İyi Bir Neşet Ertaş dinleyicisi iseniz;hiçbir deyişlerinin içinde ırk,din,mezhep,renk,cinsiyet geçmemesi ve ölçüsünün insan olması, insana seslenmesi bunun en naif anlatımı olsa gerek!.Güzelliği ve sevdayı hep insanda arayan bir sevdanın sevdalısıydı o..
Bütün Türkülerinde hasret,özlem,yoksulluk,ayrılık,garibana ve mahlası olan garip,sevda ve aşkla insanları anlatması ve anlaması olmuştur.Yunusun sevgisini karacaoğlanın sevdasını babasının yolunu seçen bir ozandı o..
Neşet Ertaş, kendisinin ve bu kültürü yaşayan Abdalların hayatını anlatırken; insan onlar gibi yaşayıp ölmek istercesine nefes almadan dinler ve büyük bir hayranlık duyardı..Hayata bir sanatçının bakması gereken, yoksulluk ve adalet üzerinden dile getirmeye çalışırdı.Kendine verilmek istenen devlet sanatçılığını da kabul etmemişti,ayrıcalığa ve imtiyazlı bir insan olma peşinde de değildi.
Çünkü Abdalların kültüründe zenginlik yok,göö başağı olgunlaşmadan kopartmak yok,hırsızlık yok,tok olup ta aç olanı unutmak yok;bir kere paraya tapmak yok; yanlış anlaşılmasın bu örneği bir hümanist duygu babında söylüyorum; bir yerde insana zarar vermeyen ot yiyenlere benzeyen,bir duyguyla yaşayan insanlardır Abdallar.Ağzı var dili yok denilecek kadar da uyaroğludur bunlar,kadercidir,hiç kavga etmeyen bir şiarla hayata bağlanan,göz yaşlarıyla rahatlayanlardır,acılarını göz yaşlarıyla dışarı atan,kaderine küsüp küsüp ağlama diye, deyişinde bunu dile getirir ‘ Neşet Ertaş dertli anam türküsünde.
Abdallar,sanatını ekmeğinden daha çok önemseyen ve çaldığı enstrümanları bedeninin bir organı gibi koruyan,gözünü önünden ayırmayan,gözlerine bile güvenmeyen;kendilerini ancak çaldıkları davulları,zurnaları,sazı ve kemanlar anlar onları..
Abdal olupta ekmeğini müzisyenlikten idame etmeyen herhangi bir Abdala; dünyanın en rahat ve para kazandıran işini verin çalışmaz ve bu işten zevk almaz.Onun aradığı iş,sanatının içinde olandır, yoksa ruhuna hitap etmeyen yaptığı iş ne kadar ekonomik anlamda getirisi olsa da, onu tatmin etmez ruhuna hitap etmiyorsa hiç yüzü gülmez.
Bir örnek vereceğim bu gözlemimi doğrulayan yaşamımdan çıkarttığım;biz İzmit’te Kırşehirli 5-6 arkadaştan oluşan bir grup, ayda bir kere her hangi bir yerde yemek yeriz on yıla yakındır,bu düzenlediğimiz yemek bazen İzmit Marinasında bir gemi de olur, bazen de bahçesi olan bir balık lokantası veya restorandı seçerdik.. Bir fabrikada yetkili olan Kırşehirli bir arkadaş dedi ki;fabrikaya Kırşehirli Abdallardan birini işe aldım onu da yemeğe çağıralım çok güzel keman çalıyor;Neşet Ertaş’tan da güzel türküler söylüyor,yalnız adamı zor tutuyorum iki bin liraya yakın maaş almasına rağmen,yatacak yerini de ayarladım para vermiyor, ben bu işten sıkılıyorum deyip duruyor dedi..İsmi Hüseyin olan abdal kültürüyle yetişmiş birkaç yemekte aramızda bulundu rengini aratmayan karayağız otuz yaşarlında birisi;güzel de deyişler söylüyor, güldüren ve düşündüren Abdallara özgü öyküler anlattı köy düğünlerinden yaşadıkları ve duydukları üzerine;bir iki duble atınca bir yemekte o yemek son oldu,Hüseyin kendini işe alana döndü dedi ki;emşerim bana fabrikada iş değil, fabrikanın müdürlüğün verseler duramam, düğün sezonu başlayınca birde bakmışın ki Hüseyin ortadan kaybolmu;Kemanın,davulun,zurnanın ,sazın sesini duydum mu ve ben de çalmıyorsam hayattan hiçbir şeyden zevk almam; bunu sadece ben değil bizim kültürle büyüyen hiç kimse almaz demişti hiç unutmam..Gerçekten de bir yemekte buluştuğumuzda arkadaşa sorduk Hüseyin nerde diye;dediğini yaptı ve çekip gitti maaşını bile almadı demişti.
Benim bir başka gözlemim Abdallar üzerine; onlar bağşış alırken aldıkları parayı ceplerine koyarken paranın yarısı ceplerinin dışında kalır,onların parayı bir sermaye değil de değişim aracı olarak gördüklerinin işaretidir.Parayı da el kirine benzetirler.Çok olanı paylaşan az olanla da yetinen insanlardır abdallar .
Yarış ve cirit atlarına benzetirim ben Abdalları;eskiden köylerde varlıklı ailelerin her evinde bir binek at bulundurulurmuş,binek ve yarış atları küheylandan olurmuş yani kısraktan değil, bu atlarla hem yolculuk ederler hem de düğünlerde cirit oynanır ve yarış yapılırmış;bu atlar davulun ve zurnanın sesini duydukları andan itibaren hiçbir şey yemez ve durmadan huysuzlaşır, kişnerlermiş, ne zaman kapıya çıkartılırsa o zaman sakinleşirlermiş…Abdallarda böyle bir sevda ve kültürle düğünlere,nişanlara kendilerini bağlamış, bunla hayata tutunan zevk alan insanlardır..Ağ da ölür abdal da ölür sözleri bunlara aittir.
Yazıma başlarken de söyledim Abdal kültürü ve Neşet Ertaş bir yazıyla anlatılacak bir ozan değil,kitaplara sığmayacak kadar büyük bir müzisyen ve boşluğu doldurulmayacak kadar da büyük bir kültürün insanı o..
Neşet Ertaş’ın hangi türküsünü dinleseniz sizi kendinizden geçirir ve kendi içinizde bir yolculuğa çıkartır veya haytanızda yaşadıklarınızla yüzleştirir, yaşadıklarınız bir film şeridi gibi gözünüzün önünden akar,aşklarınız depreşir,insan olduğunuzu hatırlatır ve insanı sevdirir..Demiyor mu dünya neye yarardı güzeli olmasaydı..Nar danesini hem dinle hem oyna hem de düşün, ne kadar derinlik var değil mi?
Birde aynı toprağın kültür ve ürünüyseniz o kültür içinize işlemişse kuru ekmeğinize katık olur,Neşet Ertaş’ın türküleri..
Büyük ozan, sen gittin gideli türkülerin seni yaşatıyor rahat uyu ,gözün arkanda kalmasın..
Sen yaşarken kendini kabul ettiren nadir ozanlardan birisin; herkese bu kısmet olmadı, bu ayrıcalığındır seni başkalarından ayıran ve Türkülerinin insanla özdeşleşmesidir.
Yazarlar
-
Yıldıray OĞURSessizlik neden en büyük tehdittir? 25.06.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanFatih Altaylı’yı hapse atacağız diye hukuku dibine kadar zorladılar 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUSaldırılarla İran’a ‘‘Ölümlerden ölüm beğen’’ denildi 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEDış Cephe ateş altında iken İç Cephe ne durumda? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciHer şey yolunda ise bu fahiş faiz nedir? 24.06.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞDoğru, ülke güvenliği demokrasisiz de sağlanabilir fakat bunu durmaksızın tekrarlamakta bir sorun va 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇSavaşın meşruiyeti ve ahlaki üstünlük meselesi 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluYeryüzü artık bir Vahşi Batı… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYA"Masada Milyonlar Var;"Barış, Özgürlük ve Demokratik Toplum İçin Örgütlenmeliyiz 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRİDAMCI İRAN, SOYKIRIMCI İSRAİL DEVLETİ Mİ? 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNİran'ın zor seçimi: Topyekûn savaş ya da taksitle ölüm 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Y. YılmazFıkra gibi ülke ama gel de gül! 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan AKTAŞTahran bir kez daha bombalanırken 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞUCUBE SİSTEM CEHENNEMİ… 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akdoğan ÖzkanWashington’un İran takıntısının şifreleri 23.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYRusya, Suriye’den sonra İran’ı da kaybedebilir 22.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUKürt meselesinde CHP’nin yakın dönem öyküsü 21.06.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuÖcalan İsrail için ne dedi? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANBasın Tarihi: Neo-Mussoli’nin “Havuz Medyası” 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMANTürkiye için bir fırsat: CHP’de yeni kuşak siyaseti 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunDevlet “devletimiz” olur mu? 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Çiğdem TOKERZeytin ağaçları ve şirketokrasi 20.06.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİBahçeli'ye muhalefet ikna oldu da ortağı olmadı mı? 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUYeni milliyetçilik ve Öcalan 19.06.2025 Tüm Yazıları
-
Cansu ÇamlıbelCHP Grup Başkanvekili Gökhan Günaydın: CHP anayasa değişikliği masasına oturmayacak, öyle bir komisy 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRNihai hedef Türkiye mi? 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçaySıcak yaz 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünOyun içinde oyun… 18.06.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye ne yapmalı? 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİModern katil 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Aydın SelcenDemokrasiye giderken cumhuriyetten olmak 17.06.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEDaha kötüsü her zaman mümkün 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRMHP’nin yeni anayasa hamlesi, köklü bir rejim düzenlemesini mi işaret ediyor? CHP ne yapmalı? 16.06.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNÖzgür Özel’in İmtihanı 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENBaas’tan ve İslamcılıktan Sonra 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞSiyasetin (ve biraz da ceplerin) finansmanı, yasalar, AKP ve CHP 15.06.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerBOŞ UMUT, SONU HÜSRAN 12.06.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
18.06.2025
16.06.2025
9.06.2025
2.06.2025
26.05.2025
19.05.2025
16.05.2025
12.05.2025
5.05.2025
28.04.2025