Mümtazer TÜRKÖNE

Mümtazer TÜRKÖNE
Mümtazer TÜRKÖNE
Tüm Yazıları
Tanrı Janus’un Çözüm Süreci
10.07.2025
82
Türkiye doludizgin otoriterleşmeye doğru giderken “Terörsüz Türkiye” duvarına tosladı. Ya bu işten vazgeçilecek, tarihî fırsat harcanacak ya da otoriterleşmeden vazgeçilecek iktidarın demokratik usullerle devrine karşı çıkılmayacak.

– MÜMTAZ’ER TÜRKÖNE 

Janus, mitolojide iki yüzü olan bir tanrı (“mürai”deki ikiyüzlü değil), sadece birbirinden faklı iki yüzü ve dolayısıyla iki farklı kişiliği olan bir tanrının ismi. Bir yüzü gülerken diğeri ağlayabiliyor, bir yanı yaz köşesi diğer yanı kış bahçesi. January (Ocak), Tanrı Janus’un ayı anlamına geliyor; Ocak ayının bir yüzü kışa, diğer yüzü yaza baktığı için.

Siyasetin her zaman en az iki yüzü vardır. Bu yüzden politikada başarıya ulaşmanın standart yöntemi birbirine zıt fikirleri veya çıkarları telif etme, yani uzlaştırmaktır. İki zıt fikri, arkadaki somut gerçekliğini dikkate alarak uzlaştırmayı denediğiniz zaman, ideoloji yaratmanın ilk aşamasına geçmiş olursunuz. Nihaî aşama, hayatın karşımıza çıkardığı her şeyi açıklamak olsa da bu ilk aşamada başarılı olamayan ideolojiler gerçekler karşısında çöker ve dağılır. Her zaman hayat karşımıza uzlaştırılması imkânsız, sizi mutlaka tercihte bulunmaya zorlayan birbirine zıt prensiplerle meydan okur. Somutlaştırmak için Fransız bayrağını düşünün. Mavi, beyaz ve kırmızı olan üç renk, hemen bütün ideolojilerin sınır hattını belirleyen üç temel prensibi temsil eder: Eşitlik, Özgürlük ve Kardeşlik (vatanseverlik-milliyetçilik). Birbirinin kanını döken ideolojiler, bu üç temel prensipten birini eksen kabul edip diğerlerini onunla uzlaştırarak kitlelerin eğilimlerini kalıplara dökmüş oldular. Sosyalist ideolojiler eşitliği, liberal ideolojiler özgürlüğü, muhafazakâr-milliyetçi ideolojiler kardeşliği esas alıp, “Üçüncü Yol” gibi hem solun hem de sağın ortak malı olan siyasî programlar peşinde koştular. Siyasî yelpazenin zıt uçlarına yerleşen radikal ideolojiler, bu sentezleme gayreti yüzünden aslında birbirine çok yakın dururlar. Genel Grev mitini icat eden Georges Sorel’in faşist mi yoksa sosyalist mi olduğuna hala karar veremiyoruz. Hitlerin faşist partisi, (Nazi kelimesi “Nasyonel Sosyalist İşçi Partisi”nin kısaltmasıdır) sosyalizmi içerdiği iddiasındadır.

Eşitlik ve Özgürlük:

Eşitlik ve özgürlük fikirleri arasındaki ölümcül paradoks, bu uzlaştırma çabalarının mantığını da gösterir. İkisi birlikte aynı anda var olamaz: İnsanları özgür bıraktığınız zaman daha yetenekli olanlar eşitliği bozar; insanları eşit tutmaya kalktığınız zaman özgürlüklerine mutlaka sınırlama getirmeniz gerekir. Mao Çin’inde herkes eşit kıyafet giyiyordu, istediği kıyafeti giyme özgürlüğüne sahip değildi. Neredeyse bütün ideolojiler çokça özgürlük, biraz eşitlik veya tersi üzerine kurulu sentezlere dayanır. Milliyetçilik veya sol versiyonu olan ulusalcılık (Batı’da sağ için nasyonalizm, sol için patriotizm-vatanseverlik) bu özgürlük ve eşitliğin farklı denge formüllerini yanlamasına bir uçtan öbür uca keserek, denklemi çok bilinmeyenli hale getirir. Bir de adalet kavramını ekleyin. Hukuk kuralları herkese eşit uygulandığı zaman adil olur. Özgürlüklerini korumak adaletin görevidir. Kamu barışını korumak için özgürlüğün sınırlanması gerektiğini söylüyorlar. Aynı kişiler ulusal çıkarlar veya toplum çıkarları söz konusu olduğu zaman bireysel özgürlüklerin askıya alınabileceğini ekliyorlar. Malı çok olanla az olandan eşit vergi alınmaz.

Bunlar, zaman zaman karşımıza teorik açmazlar veya zorluklar olarak çıkan, yaratıcı uzlaşmalara konu olan kavramlar. Bir de bu kavramların somut karşılıkları, yani pratiği var.

Bahçeli ve Öcalan’ın formülleri:

Bahçeli bütün zıtlıkları ve çelişkileri zaman kavramının izafiliğine müracaat ederek çözüyor. Bu hafta grup konuşmasında, akademik derinlikte zaman felsefesine dair aforizmalarının pratik politikada çok zengin karşılıkları vardı. Bahçeli “dün şöyle dedin, bugün böyle diyorsun” eleştirilerine “değişen ben değilim zaman” karşılığını vermiş oluyor. Zamanla ihtiyaçlar da öncelikler de değişiyor. Politikacı -yine onun gerekçesi ile- doğru zamanda yanlış adımı, yanlış zamanda doğru adımı atmak yerine “doğru zamanda doğru adım atan kişi” oluyor. Bölge dinamiklerine jeopolitiği dikkate alan ve değişimin getirdiği fırsatları yakalayan doğru adımlarla karşılık veren bir akıl. Sonunda “Süreç” devlet politikası haline geliyor ve politikacıya “doğru zaman”a göre doğru adımları atma görevi düşüyor. Bahçeli “devletin başı”nı da aynı sorumluluğu yerine getirmeye davet ediyor.

Öcalan da değişen “kurucu önder” rolünü ve belirlediği temel stratejiyi şartlara ve zamana vurgu yaparak açıklıyor. Türk Devleti Kürtlerin varlığını inkâr ettiği için, ayrı bir devletin çatısı altında bu sorunu çözmek amacıyla silahlı mücadele gündemdeydi; şimdi varlık tanınıyor, ayrı bir devlete de bu devleti kurmak için savaşmaya da gerek kalmadı, demiş oluyor. Varlığın kabulü üzerine inşa edilen barışçı siyasetin iki aksı var: Değişmeyecek temel strateji olarak demokratik siyaset ve bu strateji ile bütünleşmiş taktik adımlar olarak hukuk talepleri.

Terörsüz Türkiye” markası ile, PKK’nın kendini feshine ve silah bırakmasına odaklanan ve meseleyi bu haliyle çözülmüş sayanlar bu strateji ve taktik hesabına takılıp boydan boya yere kapaklanabilir. Sivil siyasetin ve siyasi çözümlerin önünün açılması, demokrasinin ve hukukun egemenliğini kurması ortak geleceğin inşasının vazgeçilmez önşartları.

Üçlü bir çelişki: Devletin çıkarlarını, CHP ile savaşıp Kürtlerle barışırken nasıl koruyacaksınız?

Bahçeli’nin “Devletin Başı”nı, devlet politikasını uygulamaya davet ederken, CHP’nin uğradığı adaletsizliği görünür bir algı haline getirecek “yargılamaların canlı yayını” meselesine el atması, önümüzde duran yaman çelişki yüzünden olmalı. CHP ile savaşırken, Kürtlerle nasıl barışacaksınız? Tanrı Janus, sadece bir mitoloji figürü.

Vurgulamak zorundayız: “Devletin Başı”, ortak gelecek adına, Öcalan’ın demokratik siyaset stratejisi ve hukuk talebi istikametinde henüz adım atmadı. Kürtleri devletle barıştıracak demokratik siyaset ve hukuk düzeni adına “Terörsüz Türkiye’yi gerçekleştirmekle mükellef” olan Erdoğan, telifi gayr-ı kabil çelişkilerin ve girift muammanın içinden çıkamıyor. Size  somut bir misal vereyim: AİHM kararlarının uygulanmadığı bir Türkiye’de Kürtlere hangi teminatları verebilirsiniz? AİHM ve AYM kararlarını uygulamaya başladığınız zaman CHP’li rakipleri nasıl tutuklu yargılayabilirsiniz?

Saray’ın arkasındaki halk desteği azaldı, iktidarda kalabilmek için çözümü otoriterleşmede buldu. Elindeki sınırlı araçları hukuk dışı alana sürerek muhalefeti tasfiyeye girişti.

Ama devasa bir sorunla karşılaştı.

Türkiye doludizgin otoriterleşmeye doğru giderken “Terörsüz Türkiye” duvarına tosladı. Ya bu işten vazgeçilecek, tarihî fırsat harcanacak ya da otoriterleşmeden vazgeçilecek iktidarın demokratik usullerle devrine karşı çıkılmayacak.

Üçgenin başında Devlet’in âlî menfaatleri, öbür tarafta Kürt Sorununun çözülmesiyle güvenli ve refah yüklü bir gelecek ve diğer yanda muhalefetin nefes alıp vereceği bir siyasî ortam. Hepsini eşitleyen demokrasi ve hukuk. Üçü de ancak demokrasi ve hukuk içinde var olup çözülebilir.

Başka bir çözüme Tanrı Janus’un bile gücü yetmez, hatta yanına yeni mitolojik hikâyeler ekleyerek bile bir çıkış yolu bulunamaz

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar