Murat AKSOY

Yeni Türkiye'yi Başkanlık Sistemi kurabilir mi
16.11.2012
2239

 100. yılını geride bıraktığımız Balkan Savaşları, Türklerin Avrupa'dan çıkması ile son bulurken aynı zamanda 'geç milliyetçilik'le de tanışmalarına yol açtı.

İmparatorlukların farklı etnik kimlik ve grupları bir arada tutmasının anahtarı adalet oldu. Ataerkil bir modele dayanan ve herkesin yerinin belli olduğu modelde, farklılıklar belli bir hiyerarşi içinde ama yan yana yaşadı.

1789 Fransız Devrimi ile birlikte milliyetçiliğin ortaya çıkması; imparatorluklar için sonun başlangıcı oldu. Etnik temelde bir bir ortaya çıkan ulus-devletler imparatorluk çağının sonunu getirdi.

Bizim milliyetçilikle tanışmamız 1800'lerin sonunda oldu. Nihayet 1912 Balkan Savaşları sonucu Avrupa'dan tamamen çekilmemiz ve Balkanlardaki Türklerin Anadolu'ya gelişi, Türk milliyetçiliğinin temeli oldu. Geç milliyetçiliğin en temel korkusu bölünme ve yok edilme idi. Aynı korkuyu Türkiye Cumhuriyeti'ni kuranlar da yaşadı.

Cumhuriyetin tüm kurumsallaşması ve örgütlenmesi bu korku temelinde oldu. Türkiye'nin milliyetçiliği, Batı'dan farklı olarak ulustan devlete değil, devletten ulusa oldu. Önce devlet kuruldu. Sonra kendisine bir ulus inşa etti. Bu ulus, dinden uzak, aydınlanmış, laik bireylerden ve üst kimlik olarak Türk vatandaşlardan oluştu.

Dinsel bir kimlik olarak Müslümanlık, kültürel kimlik olarak Alevilik, etnik kimlik olarak Kürtlük, Ermenilik yeni ulus-devletin ötekileri oldular. Toplumsal farklılıklar, kamusal alanın ve siyasetin dışında özel alanda kalması istenen folklorik kimlikler olarak görüldüler.

Türkiye Cumhuriyeti'nin sahibi bu yüzden 'halk' olmadı, üretilen 'vatandaş'lar oldu. Bir devlet kuruldu ama farklılıkların zenginliğini temel alan, kamusal alanda herkesin eşit vatandaş olduğu, ortak çıkarları ve sorumlulukları temel alan toplum olamadı. Otoriter zihniyetin yansıması olan bu model, özel alanda herkesi eşitleyen, tek doğrunun olduğu ve yönetenlerin her şeyi bildiği model oldu.

Çok partili hayata geçiş sonrasında siyasetin esas işlevi ise mevcut yapının korunması oldu. 1960 sonrası dünyada başlayan modernliğin krizleri ve küreselleşme, tüm dünyada toplumsal farklılıkların kendilerini kimlikleri üzerinden siyasallaştırma imkânı sağladı.

Alternatif siyasallaşmaların, farklı kimlikleri temsil eden partilerin kamusal birer aktör olmalarına ve kendilerini kurumsallaştırmalarına rejim, Anayasa Mahkemesi kararları ile izin vermedi. 'Komünizm geliyor'dan 'irtica yükseliyor'a uzanan rejim kaygısı, farklılıkları siyasal alandan uzak tuttu.

Bunun en somut sonucu toplumsal kutuplaşmanın siyaset üzerinden sürmesi oldu. Ve bütün bunlar parlamenter sistem içinde oldu. Eğer bugün parlamenter sistemin başarısızlığından söz edilecekse; bu, sistemin başarısızlığından değil tam tersine rejimin sistemi işlememe üzerine kurmasından kaynaklanmaktadır. Yani Türkiye'de parlamenter sistem bugüne kadar işlememiştir.

2000'lerin başında iktidar olan ve on yıllık bir iktidar deneyimini geride bırakan AK Parti döneminde Türkiye gerçek siyasetle tanışmış ancak bu parlamenter sistemin işlemesine yol açmamıştır. Çünkü AK Parti'nin tek başına elde ettiği iktidar, farklı partilere ihtiyaç duymasını azaltmıştır. Bu dönem de, Türkiye'nin toplum olmasını sağlayamadı. AK Parti ile birlikte rejimin ötekisi sayılanlardan muhafazakârlar, farklı ötekilerin de desteğini alarak güçlü bir siyasal aktör oldu.

On yıllık iktidar dönemi toplumsallaşma yerine ne yazık ki, tersine bir ötekileştirme sürecine sahne oldu. Özellikle yerel yönetimler üzerinden işleyen bu tersine ötekileştirme, çoğu kez farklılıkların sistem dışına itilmesi ile sürdü. Bu, AK Parti'nin iradi bir siyasal tercihi olmasa bile pratik böyle işledi.

Kısaca Türkiye aradan geçen 89 yıla rağmen henüz toplum olmadı. Bunu, seçim sonuçlarının coğrafi dağılımlarına bakarak; Kürt sorununun bugün almış olduğu halden; siyasilerin birbirlerine karşı kullandıkları dilden; toplumsal farklılıklar arasındaki gerilimden görüyoruz.

Sivil anayasa arayışları üzerinden oluşan katılım kanalları ve ortaya çıkacak sonuçları açısından Türkiye, toplum olma yolunda önemli bir adım atabilirdi ancak o da olmuyor. Çünkü siyaset, bizatihi yeni anayasanın önündeki en büyük engele dönüşüyor.

Böyle bir Türkiye'yi 'başkanlık sistemi' toplum yapabilir mi?

Eğer başkanlık sistemi ile öncelik siyasi istikrar ile ekonomik gelişme ve kalkınma ise bunu başarabilirsiniz. Ama bu başarı, demokrasinin derinleşmesi ve Türkiye'nin daha fazla entegrasyonunu sağlamaz. AK Parti, eğer tek başına istikrar adına başkanlık sisteminde ısrar eder ve başarırsa; Türkiye'deki farklılıkları toplum haline getirmeyeceği gibi tersine farklılıklar arasındaki mesafeyi de açabilir.

Türkiye için bulunacak 'Türk modeli başkanlık sistemi'; olsa olsa Osmanlı tipi ataerkil ve otoriter zihniyetlerin eklemleşmesinden neşet edecek bir model olabilir ki, bu da Türkiye'yi Yeni Türkiye'ye değil ikinci bir 'tek parti dönemi'ne götürebilir.

twitter.com/murataksoy

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/MuratAksoy/yeni-turkiyeyi-baskanlik-sistemi-kurabilir-mi/34991
Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar