Tayfun Atay
Geçtiğimiz aralık ayında kaybettiğimiz sevgili hocam Prof. Bozkurt Güvenç’ten dinlemiştim; onun yanında araştırma görevlisi olarak akademik yaşama adım attığım 1984-85 yıllarında… O yıllar “12 Eylül” (1980) darbesinin hayatımızda etkisinin devam ettiği ve ülkenin alaca karanlık içinde olduğu bir siyasi hava ile ayırt edilir. Ankara’da Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü toplantı odasında bir öğle sohbetinde memleketin içinde bulunduğu hal konuşuluyor ve yanlış hatırlamıyorsam başka bölümlerden hocalarımız da var. Söz dönüp dolaşıp devleti temsil edenlerin halka, insanlara hoyrat davranışları karşısındaki çaresizliğe geliyor. Öyle bir dönem ki hâlâ otoriter bir liderin iki dudağı arasında birçok insanın kaderi…
İşte bu bağlamda Bozkurt Hoca İstanbul’da başından geçen bir olayı anlatmıştı: Şehrin en kalabalık ve turistik alanlarından birinde Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in bir etkinliğe katılmak üzere bulunması söz konusu. Tabii o zaman da bugünkü gibi korumalar gayet gergin ve asık suratlılar ve Hoca’nın da bulunduğu alanda halkın hareketini sınırlayacak mahiyette bir “düzene sokma” girişiminde bulunuyorlar. Kenan Evren ufukta görününce korumaların tavrı daha da sertleşiyor ve itip kakıyorlar insanları. Bozkurt Hoca da nasibini alıyor bundan ve dayanamayarak hayli yüksek bir ses tonuyla diyor ki:
“Kardeşim, n’apıyorsunuz?! Ya Cumhurbaşkanı ya biz!..”
Bozkurt Hoca’nın yüksek sesle bu söylediklerini, Cumhurbaşkanının yanındaki ve daha üst yetki sahibi olduğu anlaşılan görevliler de duymuş ve onlardan biri yaklaşarak polislere, “Vatandaşa dikkatli davranın” uyarısında bulunmuş.

Prof. Dr. Bozkurt Güvenç (1926-2018)
***
Şimdi şöyle bir düşünüyorum, Bozkurt Hoca, hiç unutmadığım bu anısını bizimle paylaştığı yıllarda hemen hemen benim şimdiki yaşlarımda imiş.
Peki ben bugün bu yaşımda sokakta “devlet erkânı”nın bir yerden bir yere gidişi ya da bir yerlere “teşrifi” söz konusu olduğunda polisler/korumalar tarafından benzeri bir muameleye maruz kalsam ve bir vatandaş olarak Bozkurt Hoca’nınkine benzer bir tepki göstersem ne olur?..
Ne yaşıma ne de gözümün yaşına hiç mi hiç bakmayacaklarını, günlerdir feci görüntüsüyle karşımızda olan Avukat Sertuğ Sürenoğlu’nun Çırağan Sarayı önünde başına gelenlerden anlayabilirsiniz.
Demek ki Türkiye’de bugün toplumun devlet, vatandaşın da “erkân” karşısındaki durumunun maalesef 12 Eylül diktatörlüğünün alaca karanlık günlerini dahi aratır olduğu bir tablo ile karşı karşıyayız!..
***
Ne yaşandığını, yüreğimiz zor kaldırmakla birlikte biz de özetleyelim!..
Memleketin tuzu kuru, kalbur üstü zenginlerinin düğününe katılmak üzere Çırağan Sarayı yolunda olan Cumhurbaşkanı, rahat rahat gelebilsin diye bir güzergâh trafiğe kapatılmış. Bu “âli tasarruf” karşısında bazı vatandaşlar hayatlarının akışı bir anda sekteye uğradığı için haklı olarak tepki göstermişler. Bunlardan biri de Sertuğ Sürenoğlu… O, yolların neden kapalı olduğunu sormuş sadece polislere. Aldığı cevabı, aşağıdaki fotoğrafta “bir resim bin kelimeye değer” dedirtircesine görüyorsunuz.

Avukat Sertuğ Sürenoğlu
Biz yine de kendi meşrebimizce kelimelere dökelim:
30’lu yaşlardaki Sertuğ Sürenoğlu önce bir arabanın arkasına alınmış koruma polisleri tarafından ve orada bir güzel dövülmüş. Bu, “birinci raunt”. Sonra onu, üst katında düğün için süslü-püslü, pırıltılı-şıkırtılı davetlilerin fink attığı Çırağan’ın alt katındaki odalardan birine sokmuşlar ve iki saat boyunca, yer misin yemez misin, ağzını burnunu kırıp kanlar içinde bırakmışlar.
Yukarıda düğün, raks, reveranslar, kahkahalar, eğlence, temaşa…
Aşağıda tekme, tokat, yumruk, küfürler, çığlıklar, işkence, koma…
Yukarıda devlet…
Aşağıda toplum…
Yukarıda Reis…
Aşağıda vatandaş…
Yukarıda iktidar…
Aşağıda insan…
Ve o insanda mosmor bir göz, kırık bir burun, patlamış kaş ve dudak!..
Bu da “ikinci raunt”.
Lakin polisin vatandaşla “maçı” hâlâ bitmedi! Ardından Avukat Sürenoğlu (sıkı durun!) hastaneye değil, nezarete götürülüyor!.. Orada gözü kapalı ve ellerine de ters kelepçe takılmış halde hakkında bir tutanak düzenlenerek Cumhurbaşkanı'na hakaret ettiğine dair bir de zorla imza attırılıp ifade için savcılığa sürükleniyor. Oradan da tutuklanması talebiyle sulh ceza hakimliğine sevk ve hâkimin adli kontrol tedbiriyle ev hapsi kararı...
Ama hiç kimse, olayın tüm korkunçluğunu aktardığı konuşmasında İstanbul Barosu Başkanı Murat Durakoğlu’nun belirttiği üzere, bu vatandaşa bu şiddeti kim, ne hakla, nasıl böyle alçakça uyguladı diye hukuk adına, adalet adına, vicdan adına sormuyor!..
***
Olayın hukuki vahametini hem yukarıda zikrettiğim İstanbul Baro Başkanı’nın konuşmasında, hem de Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun, bir yandan haklı öfkesini kontrol etmek için de olağanüstü çaba sergilediği detaylı konuşmasında bulmak mümkün...
Tabii olayın bu coğrafyanın tarihsel bağlamında kültür-siyaset ilişkisi üzerinden değerlendirmesine gitmek de lâzım ve biz işte bu bakımdan birkaç kelam edeceğiz!..
Bizim ülkemizde, Batı’da modern dönemde en azından bir “ideal” olarak mevcudiyetinden söz edilebilecek “toplumun devleti” anlayışının esamisi okunmaz.
Türkiye’de toplumun bir devleti yoktur.
Bu ülkede devletin bir toplumu vardır.
Bakmayın ha bire “Biz bu milletin hizmetkârıyız” diyenlere… Buralarda devlet, topluma ön gelir. Zaten Çırağan önündeki tablo ve yaşananlar da bunun en taze örneğinden başka bir şey değil.
Türkiye’de “devletsiz millet olmaz” anlayışı siyasi genetiğe işlemiş, kültürel örüntü de bundan nasibini almıştır.
Avukat Sürenoğlu’nun polisin karşısına geçip bir vatandaş olarak haklarının peşinde sorular sorması bu yüzden hayli istisnaidir. Siz böylesi hayatı sekteye uğratan başına buyruk devlet tasarrufları karşısında benzeri tavrın sergilediğini ne zaman/ne kadar gördünüz?
Zaten Sürenoğlu'nun başına gelen de böyle bir insani tavrın, yurttaşlık sorgulamasının, “Devlet, toplum için vardır”anlayışından istim alan bir tepkinin neden yaygın olmadığına dair fikir vermekte değil mi?!..
***
Bu memlekette toplum, tâ Osmanlı döneminden yerleşmiş “patrimonyal” anlayış doğrultusunda devlete, devletin başındakilere ait olup, kendine ilişkin devletle hemhal bir varoluştan ötesini murat etmemesi gereken/beklenen bir “insanlar toplamı”ndan ibarettir.
Eğer “toplumun devleti” söz konusu olsaydı, böyle bir devletin polisi benim 1990’larda Londra’nın göbeğinde kafasında o kule gibi şapkasıyla karşıma çıkmış polisin tarzında olurdu!..
Elbette devlet de polis de her yerde aynı; sonuçta bir "yasal şiddet aygıtı"ndan ve o aygıtın pratisyenlerinden söz ediyoruz… Ve elbette İngiliz polisi de ne melektir ne de sütten çıkmış ak kaşık...
Fakat yine de “vatandaş ve polis ilişkisi” üzerine aşağıda aktaracağım sahnenin bir karşılığını bizim bu topraklarda gözlemlemek de deneyimlemek de hemen hemen imkansızdır. Aradaki farkı ise modern dönemde Batı’da ortaya çıkan devletin, “sivil toplum” olgusu ve koşulu ile bağlaşıklığının sonucu olarak değerlendirmek gerekir.
Dün gibi hatırlıyorum: Oxford Street ile Tottenham Court Road’un kesiştiği noktada, artık her ne olduysa bir Britanya vatandaşı öfke içinde bağıra çağıra bir şeyler söylüyor tam burnunun ucuna kadar girdiği polisin suratına suratına…
O kule gibi şapkasını sarkaç gibi bir aşağı bir yukarı oynatarak başını sallayan polis ise sakin ve güleç bir yüz ifadesi ile karşısındaki vatandaşın sözlerini tamamlamasını bekliyor.
Sonra o vatandaş, artık tatmin oldu mu olmadı mı bilmiyorum ama hâlâ arkasına baka baka ve polise söylene söylene kendi yoluna gidiyor. Londra’nın göbeğindeki toplum polisi de sakin, güleç, ama aynı zamanda güvenli mi güvenli bir yüz ifadesiyle etrafı kolaçan etmeyi ve göz göze geldiği insanlara selam vererek yürümeyi sürdürüyor.
***
Anlıyorum ki Londra’nın göbeğindeki vatandaş polisten korkmuyor.
Kuşkusuz polise hakaret de etmiyor, saldırmıyor ve elbette polisin kılına dahi dokunmaya cesaret etmiyor.
Ama çağdaş bir demokratik-hukuk devletinin içinde “sivil toplum”un etkin varlığından güç alan vatandaş, polis karşısında sinmiş bir korku ile değil, "sivil bir cesaret"le konuşuyor, tepki gösteriyor, eleştiride bulunuyor.
Bizde ise vatandaşın Çırağan’ın önündeki bir ürkek sorusunun bile bedeli ortada!..
Aman ne güçlü polis, aman ne müthiş asayiş, aman ne kudretli devlet!..
Hepimiz ibret alalım. Ve bilelim ki;
Bu topraklarda polis, güvenden çok korkudur.
***
Vaktiyle Çetin Altan’dan okuduğumu hatırlıyorum: Güçlü devlet, sağlam bir mide gibidir; varlığını size hiç hissettirmez.
Londra’nın göbeğinde toplum polisinden hesap soran vatandaş o yüzden rahat mı rahat. Bizde ise vatandaşın “karın ağrısı” adeta ezelden ebede hiç bitmiyor, geçmiyor!..
Ama elbette karnımız ağrıya ağrıya da olsa rahmetli hocam Güvenç’ten öğrendiğimizi “Bu memleket bizim” diyerek hem vatandaşlık hak-hukukuyla hem insaniyet namına hem de kraldan çok kralcıların inadına ve de “Erkân”ın kendi iyiliğine, söylemeye devam edeceğiz:
Ya Cumhurbaşkanı, ya Biz”!..
Yazarlar
-
Akif BEKİHamas’ı kim silahsızlandıracak? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURTrump’ın Gazze Planı’nın alternatifi ne? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin KarabaşoğluYönetilenlerin özgürlüğü yöneteni de özgürleştirir 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünEleştirelim ama plana da şans tanıyalım… 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNEÖcalan’ın özgürlüğü 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanS-400’leri ne yapabiliriz? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞ“Ortaklaşmacı demokrasi” örnekleri: Fransa-Yeni Kaledonya özerk bölgesi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilBeklenen Mesih: Kurtarıcı arayışının toplumsal anatomisi 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolTrump Planı? 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYABarış ve Demokratik Toplumun İnşası İçin Meclis Adım Atmalı: Yasa Çıkarmalı, Komisyon Öcalan’ı Dinle 1.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalKirk ve ICE vakaları ile faşizme doğru mu? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciAsgari ücret 30.000 TL 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORUGazetecilik bir kez daha tartışılıyor 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKrallar ve ulus-devletler 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanJet motoru sıkıntısı: Tek geciken Kaan değil 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayArjantin’in çıkmazı: Şok terapi, bağımlılık ve ABD’nin gölgesi 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasKendi uçağımızı kendimiz yaparken 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZYeni Çözüm Süreci: Hakikatle yüzleşme 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRMHP’li Yıldız’ın KON’u AK Partili Miroğlu’nun Roja Welat’ı… 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANGazetecilik can çekişiyor! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRZeytinlik yasasından Akbelen ve İliç'e; enerji ve maden hikâyesinde kaybolan gelecek 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRTÜSİAD isyan etmişti: Ciner’e kayyumun gerekçesi o madde! 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞSİYASETÇİ ZENGİNLEŞİRKEN VATANDAŞ FAKİRLEŞİYOR, NEDEN? 29.09.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYMutlakiyetçiler ve Cumhuriyetçiler 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Trump’ın verdiği meşruiyet” notları 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BAYRAMOĞLUErdoğan’ın tercihleri 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERSarkozy’nin tarihi mahkûmiyeti 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluTrump’a neler verdik, neler alacağız! 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKSüreç Suriye’yi, Suriye süreci bekliyor. Peki bu kısırdöngü nasıl aşılacak? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇZaferden hapishaneye 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİTrump-Erdoğan görüşmesine hile karıştı mı? 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuBoeing - Gazze ilişkisi nedir? 26.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNYetersiz bakiye! 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaŞimdi de Mansur Yavaş hedefte 24.09.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİRENKasabın bıçağını bileyen adam 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞBayrampaşa ve maskeli balo 23.09.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezGonca Kuriş’in kemiklerini, sevenlerin yüreğini sızlattılar 21.09.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraCumhuriyet-Halk-Parti 20.09.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRYANARDAĞ ÖZÜR DİLEMELİ 17.09.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKTürkiye’nin en iyi/kötü dönemi hangisiydi? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDENPogromlar, darbeler, acılar ayı Eylül.. 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçArşivden | 12 Eylülcüler nasıl bir ülke hayal etmişti? 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBir 12 Eylül Sabahı 12.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİN2016 belediye ablukaları ve 2025 darbesi 9.09.2025 Tüm Yazıları
Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
11.02.2020
27.01.2020
23.01.2020
9.01.2020
7.01.2020
5.01.2020
31.12.2019
26.12.2019
22.12.2019
12.12.2019