Yıldıray OĞUR
“Abdülhamid'i tahtından indirmeye kalkışma suçundan cinayet mahkemesine verilen büyük bir siyaset adamının davası başlamazdan önce padişahın damadı Mahmut Celâlettin Paşa, mahkeme başkanı Abdüllâtif Suphi Paşa'ya gider ve “Sizden sânı sadakate lâyık bir karar bekliyoruz” der. Davaya bakılır, sanık beraat eder. Padişahın yolladığı haberi bilen başkanın kızı, kararı öğrenince hayretlere düşer ve babasına “kararı verirken sânı sadakate lâyık karar bekleyen hünkârdan korkmadınız mı?” diye sorar. Padişahın karşılığı şudur : “Öyle bir hâkim öyle bir sultan var ki, huzuruna yarın Hünkâr da, ben de beraber çıkacağız, işte ben, yalnız o Hünkârdan korkarım.”
Hikaye Payitaht Abdülhamit dizisinden ya da bir tarih kitabından değil, eski bir konuşmadan alıntı.
6 Eylül 1960 günü yeni adli yılın açılış töreninde kürsüye çıkan Yargıtay Başkanı Recai Seçkin, 27 Mayıs darbesinin devlet başkanı Cemal Gürsel ve Milli Birlik Komitesi’nin üyelerinin önünde yaptığı konuşmada bu hikayeyi anlatmıştı.
Sadece bununla da kalmamış, yaptığı işi beğenmeyince elini kestirdiği Bizanslı bir mimar tarafından dava edilen Fatih Sultan Mehmet’e bir kadının “iki elinin kesilmesi” cezası verdiğini de hatırlatmıştı.
Ama yaptığı en cesur şey bu değildi. Bu konuşmayı yaptığı sırada Yassıada’da devam eden mahkemelerde hakim olarak kürsüye çıkmayı kabul etmemiş bir Yargıtay Başkanı’ydı.
Bir titri daha vardı; Yüksek Seçim Kurulu başkanı..
Bir yıl sonra darbeciler ülkeyi seçime götürdüğünde, seçimin başındaydı.
Onun başkanlığındaki YSK’nın yaptığı 1961 seçimlerinde sandıklar açıldığında herkes şaşırtan bir sonuç çıkmıştı; 32 gün önce idam edilen Menderes’in çizgisinin devamı olduğunu iddia eden Adalet Partisi ve Yeni Türkiye Partisi, CHP’den daha çok oy ve vekillik almıştı.
Adil bir seçimin sonucunu beğenmeyen darbeciler ise bastırarak CHP liderliğinde bir koalisyon kurulmasını sağladılar.
Türkiye’de 2.5 yıldır kapalı olan Wikipedia’ya girmeyi başaranlar ilk Yüksek Seçim Kurulu başkanının Recai Seçkin olduğunu öğreniyor.
Halbuki ilk başkan yine adını bugün pek kimsenin bilmediği başka bir hakimdi; Münir Akyürek.
Onun başkanlığındaki Yüksek Seçim Kurulu, bundan 69 yıl önce 14 Mayıs 1950’deki ilk adil çok partili demokratik seçimi yapmıştı.
Aslında Yüksek Seçim Kurulu, seçimlerden kısa bir süre önce 16 Şubat 1950’de çıkarılan seçim kanunuyla kurulmuştu.
Kanun, o gece sabaha karşı, 1946 seçimlerinde olanlar bir daha yaşanmasın diye günlerce süren müzakereler sonucunda CHP ve DP’li vekillerin oylarıyla kabul edilmişti.
Teşekkür için kürsüye çıkanlardan biri de DP’nin önde gelen isimlerden Kütahya milletvekili Adnan Menderes’ti:
“Memlekette hürriyet nizamının tam teminat altına alınması ve demokrasi cephesini teşkil eden milletlerarasında mevkiimizin bir kat daha yükselmesi 1950 seçimlerinde milletçe vereceğimiz büyük imtihanın muvaffakiyet derecesine bağlıdır. Ancak bu imtihandan muvaffak çıkmak sayesindedir ki, bugüne kadar siyasi' hayatta hâkim olan buhran ve asabiyet yerine huzur ve emniyet kaim olacak ve demokratik rejimlere has olan normal siyasi şartlar ve hürriyet nizamı içinde istikrarlı bir Devlet hayatı memleketimize de mal edilmiş bulunacaktır. İşte bu ümitle ve memleket hesabına mesut başlangıçlardan biri olması temennisiyle partimiz Seçim Kanununu kabul etmektedir. (Bravo sesleri, alkışlar)”
Ama YSK’nın merkezinde olduğu yeni seçim sisteminden memnuniyetini bildiren Menderes bir şerh düşmeyi de ihmal etmemişti:
“..iyi ve güzel neticelerin istihsalinde, kanunların mükemmel olması kadar tatbik edenlere hâkim olan zihniyetin de büyük rolü olduğunda şüphe yoktur.”
Menderes’in ardından kürsüye CHP’nin ilahiyat kökenli Başbakanı Şemsettin Günaltay çıktı.
Günaltay “memleket işlerinde görüşleri ne olursa olsun, ana meselelerde iki partinin yan yana yürümesinden” duyduğu memnuniyeti dile getirdi, sonra da Menderes’in kaygısını, hakimlere duyduğu güveni dile getirerek gidermeye çalıştı:
“Arkadaşlar; kabul buyurduğunuz kanun, seçimde nezaret ve murakabeyi tamamen Adliye mensuplarına bırakmıştır. Bu bakımdan adliye teşkilâtınız gerek dâhile, gerek harice karşı büyük bir imtihan karşısında bulunmaktadırlar. Bu tecrübe, memleketimizde ilk tecrübedir. Fakat hâkimlerimizin tamamiyle hukuki bir zihniyet içerisinde ve adalet kültürü içinde yetişmiş olmaları, memleket duygularının çok geniş bulunması, memleket sevgilerinin pâyansız olması ve hedeflerinin memleketin itilâsı ve bu yurdun tehlikelere karşı canlı ve kuvvetli olması içindir ki, adliye teşkilâtımızın bu büyük imtihandan muvaffakiyetle çıkacağına imanım vardır.”
Dönemin hakimleri tek parti rejimi içinde yetişmişti. Ama hakimlik mesleğinin şahsi itibarı yüksekti. Savaş sonrası demokrasi, hukuk devleti yükselen değerlerdi.
1949-50 yargı yılı açılışında kürsüye çıkan Yargıtay Başkanı Halil İbrahim Özyürek, Milli Şef İsmet İnönü’nün gözlerine bakarak şöyle demişti: “Yargıç, politikanın şelale halinde çağlayan köpüklü dalgalarını, üstünde bulunduğu yargı köprüsünün korkulukları gerisinden seyreder.”
Özyürek, yıllardır beklediği Demokrat Parti’nin kuruluşuyla heyecanlanmış, görevinden istifa ederek 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, daha sonra bakanlık da yapacağı DP’den siyasete girmişti.
Yargıtay’dan altı, Danıştay’dan beş üyeden oluşan ve o yıllardaki usul gereği başkanlığını Yargıtay Başkanı’nın yaptığı Yüksek Seçim Kurulu’nun başına ise Yargıtay’ın kıdemli hakimlerinden Münir Akyürek geçmişti.
Üç ay sonra onun başkanı olduğu YSK’nın ilk büyük sınavı olan 14 Mayıs 1950 seçimlerinde, 27 yıllık tek parti rejiminin Milli Şef’i sessiz sedasız koltuğunu bırakıp, muhalefet sıralarına oturdu, ülke çok partili demokrasiye geçti.
Akyürek’in itibarı o kadar yüksekti ki, DP iktidarının muhalefete karşı sertleştiği 1956 yılında Yargıtay Başkanlığı’na getirildikten sonra, 1957 seçimlerine gidilirken, İnönü’nün damadı Metin Toker’in çıkardığı Akis dergisi onun resmini “Seçimin teminatı Münir Akyürek” diyerek kapak yapmıştı.
69 yıllık demokrasi tarihimizin en hayati işi olan seçimleri yapmış diğer YSK başkanlarının adları da pek bilinmiyor.
1956’da “artık hakimlik güvencesi kalmadı” diyerek istifa eden Bedrettin Köker, 1968 yerel seçimlerinde tek başına iktidarda olan Adalet Partisi’nin İstanbul il genel meclisi ve belediye meclis üyeliklerini usulsüz aday gösterildiği için iptal eden ve yeniden seçim kararı alan, iktidarı neredeyse Meclis’te YSK’nın yetkilerini törpüleme noktasına getiren Cevdet Özden, 1983 seçimlerinde sandıktan, darbeci devlet başkanı Kenan Evren’in doğrudan işaret ettiği partinin değil, ANAP’ın çıkabilmesinin adil şartlarını oluşturan İsmet Yanıkömeroğlu, 1989 yerel seçimlerinde tek başına iktidar olan ANAP’ın 55 belediyeden 53’ünü kaybettiği seçimler sırasında YSK başkanlığı koltuğunda oturan Muammer Elçin, 1994 yerel seçimlerinde iktidardaki DYP ve SHP koalisyonunun çöplüklerde çıkan oy delilleri, YSK önündeki laiklik gösterileri eşliğinde yaptıkları seçim iptali başvurularını reddedip, İstanbul, Ankara, Kayseri belediyelerinde başkanlık mazbatalarını sandıktan çıkan ama rejimin tehlikeli gördüğü Refah Partili başkanlara veren Nihat Yavuz, 2002 seçimlerinde Siirt seçimlerini iptal edip, Tayyip Erdoğan’a Başbakanlık yolunu açan, hatta Erdoğan’ın aday olamayacağını söyleyen Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’na “Devleti yıpratıp, kafa karıştırıyor” diyerek karşı çıkan Tufan Algan, son 17 yıldır AK Parti’nin girdiği bütün seçimleri kazanırken YSK başkanı olan Cengiz Erdoğan, Muammer Aydın ve Ali Em’in adlarını çok az insan hatırlıyor.
Ama adlarının bilinmemesi işlerini iyi yaptıklarının bir işareti.
Elektrikler yanar, sular akar ve seçimler yapılır, bu hizmeti borçlu olduklarımızın kim olduğunu ancak yokluklarında fark ederiz.
Futbol kötü olunca, futbolcuların değil, hakemlerin konuşulması gibi, iyi bir demokraside de seçimi yapan hakimler değil, adil biçimde yaptıkları seçimlerden çıkan sonuçlar konuşulur.
Çünkü seçim itirazlarına bakan hakimleri, diğer mahkemelerdeki hakimler gibi sadece kanunlar değil, 69 yıl boyunca verdikleri kararlar, içtihatlar ve oraya buraya çekilemeyecek matematik de bağlıyor.
O içtihatlara ve matematiğe göre eğer kullanılmaması gereken oy sayısı seçim sonuçları değiştirecek miktarda değilse, seçim iptal olmuyor.
Seçim takviminde itiraz süresi belli olan meselelere o takvim dışında itiraz edilemiyor ya da bu seçim iptali gerekçesi olamıyor.
Sandık kurullarında kimlerin görev alacağının çerçevesini kanunlar çiziyor, onlara da süreleri içinde itiraz edilebiliyor, zaten o sandık başkanları ve üyeleri partilerin temsilcilerinin onayı ya da gözetimi dışında herhangi bir işlem yapamıyorlar.
Sınırları bu kadar belirgin bir seçim sisteminde son itiraz yeri olan Yüksek Seçim Kurulu başkan ve üyelerine de demokrasi şehidi Menderes’in elinin değdiği seçim kanununa, 69 yıllık geleneğe bakmak ve kararlarını ona göre vermek kalıyor.
27 yıllık tek parti rejiminde, darbe dönemlerinde, güçlü tek parti iktidarları ya da siyasi baskılar altında yaptıkları gibi.
Belki adları dar bir çevre dışında bilinmeyecek ama insanlar güvenle sandığa gittikçe, demokrasi olgunlaştıkça itibarlı isimleri yaşayacak.
Belki 100 yıl sonra Abdüllatif Suphi Paşa’nın hikayesinin bir adli yıl açılışında ibret için anlatılması gibi, başka bir adli yılı açılışında başka yargıçlar da dönemin iktidar sahiplerine onların hikayelerini anlatacak...
Yazarlar
-
Ali BAYRAMOĞLUÖzel ve CHP’ye dair son gözlemler 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ali TürerPATRON KİM? 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mustafa KaraalioğluÇözüm sürecinin CHP’si daha merkezde 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Yıldıray OĞURAK Parti üzerine doktora yapmış bir CHP lideri…. 15.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TEZKANİddianamenin ruhu siyasi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akif BEKİÖzgür Özel'le kahvaltı: CHP nereye böyle? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bahadır ÖZGÜRBakın Şahan'ı şikayet eden kimmiş? Her balkona havuz yapan müteahhit savcıya koştu! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Murat SevinçCHP hakkında kapatma davası açılır mı? Yok artık, daha neler! 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
DOĞAN ÖZGÜDEN"Arananlar" zulmü ne zaman son bulacak? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Taha AkyolCHP nereye? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Sedat KAYAİmamoğlu'na istenen 23 asırlık tarihi ceza: Roma İmparatorluğu kurulduğunda hapse girseydi hala ceza 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mümtazer TÜRKÖNECumhurbaşkanı adayını suç örgütü liderine dönüştürmek mümkün mü? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Figen ÇalıkuşuSuriye’de ‘altın oran’ nedir? 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan TAHMAZBir iddianameden fazlası: CHP’yi dizayn girişimi 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ahmet TAŞGETİREN“Boğazımdan tek kuruş geçmedi” 14.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehmi KORU‘Masumiyet karinesi’ mi, o da ne ki? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehveş EVİNYerel yönetimlerle işbirliği kültür politikası için hayati 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Akın ÖZÇERDemokrat Kral’ın anıları 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KahveciBir iddia-nağme 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
KEMAL GÖKTAŞBir “yalanlama” yalanı: CHP üyeliği ve Kanada’ya iltica meselesinde gerçekler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mücahit BİLİCİKemalizm’in dindarlarca rehabilitasyonu 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Tanıl BoraMemnuniyetsizler 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nevzat CİNGİRTBelediyenin açıklaması gerçekleri gizliyor mu? 13.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mensur AkgünBaşarılı bir diplomasi örneği… 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
M.Latif YILDIZÇÖZÜM SÜRECİ KOMİSYON VE EKMEN 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ali ALÇINKAYAEnternasyonalizm ve Demokratik Toplum Çağrısı... 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet OcaktanYeşil sarıklı hocalar bize böyle anlatmamışlardı 12.11.2025 Tüm Yazıları
-
Erol KATIRCIOĞLUKürtler davete icabet ediyorlar 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
İbrahim KirasDüşmanımız kimdir bizim? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Bekir AĞIRDIRAK Parti’nin 23 yılı: Kitle partisinden devlet partisine, siyaset dilinden güvenlik diline bir dönüş 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Elif ÇAKIRHSK neden suskun? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet TIRAŞİŞ CİNAYETLERİ VE CİNAYET EKONOMİSİ… 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Cihan TuğalSosyalist yükseliş dağınık ama yine de oligarşiye bir darbe 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Fehim TAŞTEKİNAkdeniz’den Hazar’a hizalananlar ve Colani’nin Beyaz Saray günü 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Eser KARAKAŞÖcalan 70’lerde mi kalmış? 11.11.2025 Tüm Yazıları
-
Doğu ErgilModernlik, gelenek ve Türkiye’nin zihinsel coğrafyası 9.11.2025 Tüm Yazıları
-
İsmet BerkanEğer tuz da koktuysa ne yapmalı? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Nuray MERTZohran Mamdani Türkiye’de neye denk düşer? 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Gökhan BACIKBaşkanlık monarşisi (presidential monarchy) meselesi: Teorik bir izah 8.11.2025 Tüm Yazıları
-
Zülfü DİCLELİKeşke… 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit KARDAŞSelahattin Demirtaş’ın yazısı, zihnimiz ve zihniyet labirenti 4.11.2025 Tüm Yazıları
-
Necati KUR3 MART 1924 YASALARI 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Kemal CAN“Önerisiz veya bizzat öneriyle eleştiri” 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Selva DemiralpFiyat istikrarı mı, finansal istikrar mı? 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Seyfettin GürselVahim bir gelişme: İşgücü piyasasında daralma 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Berrin SönmezMor-yeşil ekonomi: Ara dönem fırsat yaratabilir 3.11.2025 Tüm Yazıları
-
Ümit AkçayTrump, Fed ve para politikası: Sol, merkez bankası konusunda neyi savunmalı? 2.11.2025 Tüm Yazıları
-
İlker DEMİRSÜREÇ VE "DİLİN KEMİĞİ"! 31.10.2025 Tüm Yazıları
-
Vahap COŞKUNMenzile doğru bir adım daha 28.10.2025 Tüm Yazıları
-
Etyen MAHÇUPYANKemalizm mi daha ‘iyi’, (Yeni) İttihatçılık mı? (3) 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlhami IŞIKDünyanın araf dönemine denk gelen Türkiye’nin çözümü 25.10.2025 Tüm Yazıları
-
Ali BULAÇİki din, iki tanrı tasavvuru 23.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mesut YEĞENAK Parti 2.0’a Hazır Mıyız? 17.10.2025 Tüm Yazıları
-
Mahfi EgilmezGüvenli Liman: Altın ve Gümüş 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Sezin ÖNEYBaşkalarının acısı… 14.10.2025 Tüm Yazıları
-
Hasan Bülent KAHRAMAN‘Parlak gelecek’ ve sol gelecek... 12.10.2025 Tüm Yazıları
-
Fikret BilaSüreç yönetmenin sorumluluğu 11.10.2025 Tüm Yazıları
-
Cemile BayraktarSosyal medya çürümüşlüğü 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
Metin Karabaşoğluİnsanların devletlerle savaşı 9.10.2025 Tüm Yazıları
-
İlnur ÇEVİKTrump’ın dünyasına hoşgeldiniz… 3.10.2025 Tüm Yazıları
-
nevzat cingirtNeden Yazmıyorsun? 30.09.2025 Tüm Yazıları
-
Cafer SolgunYazmak, ciddi bir iştir 28.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet ALTANAlev rengi hüznüyle sonbahar… 25.09.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet Ata UÇUMTERÖRSÜZ TÜRKİYE’YE GEÇİŞ SÜRECİ! 14.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat YETKİNÖcalan, Erdoğan’a “Seni yine başkan yaptırırız” sözü mü veriyor? 11.09.2025 Tüm Yazıları
-
Abdurrahman DilipakPalantir ve "Tech. Republic" 7.09.2025 Tüm Yazıları
-
Şeyhmus DİKENBarışı dilerken 6.09.2025 Tüm Yazıları
-
Baskın ORANTürkiye’de ve Yunanistan’da Aleviler – Yeni Bir Tablo 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Galip DALAYKüresel Güney Neden Çin’den Vazgeçmiyor 1.09.2025 Tüm Yazıları
-
Murat BELGEMete Tunçay 25.08.2025 Tüm Yazıları
-
Abdulmenaf KIRANÇÖZÜM NASIL GELİR! 20.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AKSAYPutin, Trump’ı parmağında oynatmaya devam ediyor 17.08.2025 Tüm Yazıları
-
Gülçin AVŞARSorumluktan kaçmak umuttan kaçmaktır 12.08.2025 Tüm Yazıları
-
Hakan AlbayrakKadife eldiven zamanı 10.08.2025 Tüm Yazıları
-
Zeki ALPTEKİNÜretici Güçlerin Gelişiminin Motorlarından Biri Olarak Toplumsal-Sınıfsal Mücadeleler 9.08.2025 Tüm Yazıları
-
Berat ÖZİPEKEzberler bozulurken mağduriyetler de son bulmalı 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Alper GÖRMÜŞZora girmiş bir anlatı: “ABD emperyalizminin değişmez stratejik hedefi bağımsız Kürt devleti” 1.08.2025 Tüm Yazıları
-
Mehmet AKAYAnkara, CHP, Çözüm Süreci ve Şam Arasındaki Tıkanıklık: 29.07.2025 Tüm Yazıları
-
Abdullah KıranYeni süreç ve Suriye denklemi 27.07.2025 Tüm Yazıları
















































































Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.
Yazarın Diğer Yazıları
10.11.2025
8.11.2025
3.11.2025
1.11.2025
29.10.2025
27.10.2025
21.10.2025
18.10.2025
13.10.2025
11.10.2025