Yüksel TAŞKIN

Yüksel TAŞKIN
Yüksel TAŞKIN
Tüm Yazıları
Neden tartışamıyoruz?
7.02.2017
1526

 Türkiye 1990’ların zorlu siyasal mücadelelerinin ortasında bile Siyaset Meydanı gibi programlarda saatlerce tartışırdı. Pandora’nın Kutusu açılmıştı. Herkeste kendi cenahını anlatma harareti vardı, yoğun bir anlaşılma arzusu vardı.

Pek çok insan Kürt meselesini, İslamcıları, Kemalist aydınları, Alevilerin var olduklarını bu programlarda tanıdıkları yüzlerden öğrendi.

Bugün medya organlarına, özellikle ana akım televizyonlara baktığımızda, bazı erkeklerin “tartışıyor gibi” yaptıklarına şahit oluyoruz. Üstelik “her görüşten bir erkeğin” olmasına da özen gösteriliyormuş gibi bir durum söz konusu.

Bu da demektir ki, hiç tartışılmıyor algısından da rahatsızlık duyuyor bazı toplum mühendisleri. Tartışılıyor gibi yapılsın ama esas meselelere dokunamayan bir öz sansürcülüğü kabullenenler tartışsın.

Gariptir bu durum Türkiye gibi ülkeleri tanımlamak için önerilen “Rekabetçi Otoriterlik” tanımıyla da çok uyumlu. Rekabetçi otoriter rejimlerde seçimler yapılıyor, muhalefetin seçimleri kazanma şansı, iktidara eş olmasa da, mevcut. İktidar bu seçimleri kazandıktan sonra devleti sadece kendi partisine yakın kadrolarla yönetiyor. Yargı, eğitim, medya ve ekonomi aktörleri baskı altına alınıyor. Ama seçimler, partiler, STK’lar mevcut. Kuramsal olarak seçimler yoluyla iktidarı almak da mümkün…

Televizyonlardaki “yapılandırılmış” tartışmalar da aynen böyle. İktidara yakın olanlar, sayısal olarak üstünler. Nitelikleri tartışılır olsa da. Eğer kendisini sansürlemeyen bir muhalif ekrana alınırsa, iktidara yakın olanların sayısı arttırılıyor. Eğer “muhalif” tartışmacılar, zaten öz sansür refleksiyle geliyorlarsa, bu durumda çok fazla müdahaleye gerek kalmıyor.

Medya da rekabetçi otoriterliğin mantığını birebir ele veriyor: Hürriyet varmış gibi davranıp, iktidarın kırmızı çizgileri içerisinden konuşmaya itilmeyi normalleştiriyor.

Anlaşılan bu abartılı tedbirleri alanlar, özgür tartışma ortamından endişeleniyorlar. Bu da hegemonik bir iktidar söylemi üretemediklerini gösteriyor. Seçimlerde bu kadar yüksek oy alan bir partinin, sürekli olarak iktidardan düşme korkusu yaşamasını başka türlü nasıl anlamalı?

Diyelim iktidarı meşru yollardan değil, darbe ve benzeri yollardan düşürmek isteyenler var. Evet bu yolu tercih edenlerin olduğunu biliyoruz. 2007’de iktidar, bu tür hevesleri olanlara karşı nasıl bir söyleme başvurmuştu? “Askeri vesayete özenenlere karşı ileri demokrasi” diye özetlenebilecek bir tavır takınılmıştı.

2011’den sonra bu kapsayıcı ve tam da bu nedenle hegemonik olabilecek duruş terk edildi. Bunun nedenlerine, o söylemin samimi olup olmadığına girmek istemiyorum.

15 Temmuz darbe girişiminden sonraki “Yenikapı Mutabakatı” da daha baştan inandırıcı olmaktan uzaktı. İktidar mutabakattan şunu anlıyordu: “Bütün tezlerime ve aceleyle giriştiğim, iyi düşünülmemiş tasfiye politikalarıma destek verirsen mutabakata uygun davranırsın. Davranmaz, itiraz edersen, FETÖ’cüsün.”

15 Temmuz’dan sahici bir mutabakat çıkabilir miydi? Elbette sivil anayasa yapmak için bir masanın etrafına yeniden oturmakla başlanabilirdi. Daha önce ilgili Meclis Komisyonu, 70’e yakın maddede mutabakat yakalamıştı. Bu çalışma kaldığı yerden devam ederdi. Darbe yaşamış ülkelerin siyasi partileri, “hep benim dediğim olsun” tavrından uzak dururlardı.

Kuvvetler ayrılığı daha da güçlendirilir, etkin yürütme, denetim yapabilen güçlü yasama ve bağımsız yargıya dayalı sahici bir “sivil anayasamız” olurdu.

Ama tercih bu yönde yapılmadı. “Kazanan hepsini alır” mantığına dayalı, gücü tek adamda toplayan bir anlayışla “Başkanlık” bile denemeyecek bir sistem karşımıza getirildi ve hızla geçirilmek isteniliyor.

Bu yol kutuplaşma yoludur. Buradan kapsayıcı, dolayısıyla özgüvenli bir iktidar çıkmaz. Bu yanlış teşhis, sorunlarımızı daha da kangrenleştirir. Yanlış bir hayat, doğru yaşanmaz. Bu yol hegemonya krizini daha da derinleştirir.

Tam da bu nedenlerle, farklı kesimlerden insanların bu gidişata itiraz etmeleri gerekiyor. Bunu yaparken, iktidar partisi mensuplarına ve seçmenlerine de hitap etmeye gayret göstermeleri, reaksiyonerliğe, nefret diline asla kapılmamaları gerekiyor.

Bugün özgür kamusal tartışmaya ekmek kadar, su kadar muhtacız. Bunu yapmaya çalışanlar, bazı alanlardan dışlanıyor olabilirler. Ama sabırlı karıncalar misali, söyleyecek sözümüz varsa söylenecek mecraları da inşa etmeliyiz. Bu çabalar, sahici bir kamusal tartışma ortamının inşasını da mümkün kılacaktır.

Bugün kıyıya itilen, görünüşte “marjinal” medya oluşumları, geleceğin sağlam kurumları olmaya adaydır. Bu ülke için bu çabayı omuzlamaya değer…

http://ortaksoz.com/2017/02/27/neden-tartisamiyoruz/

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar