Halil BERKTAY

Rousset (1949): Taraf ve Karayılan (2011)
8.10.2011
3603

 Aydınların bir zamanların sosyalizm ideali, uluslararası komünist hareket ve Sovyetler Birliği uğruna âlet olduğu partisel yalanlara iki çarpıcı örnek olarak, Kravçenko ve Rousset dâvâlarını zaten yazacaktım.

PKK ve BDP’nin, 12 Haziran seçimlerinin birkaç ay öncesinden itibaren girdikleri (yüzde yüz yanlış) barıştan kaçma mecrası kimse için iyi olmadı. İnsanlar öldü. Milliyetçilikler tekrar tırmandı. Ortam gene canhıraş bir hal aldı. Bu arada, radikal Kürt milliyetçiliğinin vitrininde ciddî çatlaklar belirdi. Buna bağlı olarak, Kürt çevrelerinde uyulması, biat edilmesi gereken partisel yalanlar da çoğaldı. İstediğiniz kadar Kürtler üzerindeki baskı ve zulme karşı çıkın, ya da Kürt haklarını savunun. PKK ve BDP’nin politikalarını, izledikleri çizgiyi eleştiriyorsanız, düşmansınız demek. Bütün tezvirat, bütün öfke size yöneliyor. Kendileri değil, hep Taraf yalan söylüyor. Ve mutlaka birilerinin emrinde; gizli bir “proje”nin bir parçası. Bunlara göre, sadece iki saf var : Kürtler ve anti-Kürtler. Kürt önderliğini eleştirmek, anti-Kürt olmak demek. Sempatizan halelerini bununla korkutmaya; anti-anti-Kürt olarak kendi saflarında tutmaya çalışıyorlar.

Bu da bana, Soğuk Savaş koşullarında KP’lerin nasıl Sovyetlere yönelik her eleştiriyi yalan sayma ve aydınları komünist olmasalar bile anti-anti-komünist olarak hizaya getirme çabalarını hatırlatıyor.

Tony Judt’ın Postwar’undan aktarıyorum : Viktor Kravçenko bir Sovyet bürokratı. Nisan 1944’te ABD’ye iltica ediyor. 1946’da anılarını yayınlıyor : I Chose Freedom (Hürriyeti Seçtim). Kitap 1947’de Fransa’da basıldığında (J’ai choisi la Liberté), Sovyetlerdeki tasfiyelere, katliamlara, özellikle de temerküz kamplarına (Gulag’a) dair anlattıkları yüzünden kıyamet kopuyor. PCF’nin entellektüel yayın organı Les Lettres françaises’de, kitabın Amerikan gizli servislerince imal edilmiş yalanlardan ibaret olduğu yolunda makaleler yayınlanıyor. Bunun üzerine Kravçenko iftira ve karalama dâvâsı açıyor. Fakat duruşmalarda Sovyetler Birliği’ne ilişkin olgular konuşulmuyor. Solcu aydınlar tanıklığa çağrılıyor : Résistance’ın, Mukavemet hareketinin romancısı Vercors; Nobel ödüllü fizikçi Frédéric Joliot-Curie (Marie Curie’nin damadı, 1951’de Stalin Ödülü’nü de alacak): gene Mukavemet’ten, Paris’teki Modern Sanat Müzesi’nin direktörü Jean Cassou ve daha pek çok kişi. Hepsi, (a) PCF’nin Mukavemet’teki tertemiz sicilini; (b) Sovyetlerin su götürmez devrimci karakterini; (c) Kravçenko’nun ise yazdıklarının gerçek olamayacağı ve kabul edilemeyeceğini tekrarlıyor. Mahkeme, lekeli ve güvenilmez sayılan Kravçenko’ya tek bir frank para cezası ödenmesine hükmediyor.

Fakat derken ikinci bir dâvâ çıkageliyor. Stalin terörünün ikinci dalgası çerçevesinde, Macar komünist lideri Laszlo Rajk’ın idamı, Ekim 1949. Dört hafta sonra, bu sefer David Rousset, Le Figaro littéraire’de önemli bir yazı yayınlıyor; Sovyet toplama kamplarına ilişkin bir araştırma başlatmada, Nazi toplama kamplarının eski mahkûmlarından kendisine yardımcı olmalarını istiyor (12 Kasım 1949). Rousset, doğrudan doğruya Sovyet hukuk ve kanun metinlerinden hareketle, bu kampların resmen iddia edildiği gibi “ıslâh evleri” değil, düpedüz temerküz kampları olduğu ve devlet açısından vazgeçilmez bir işlev taşıdığını ortaya koyuyor (o terör ve sindirme işlevi için, bkz Richard Overy’nin The Dictators’ının 14. bölümü : “Kamplar İmparatorluğu”).

Gene kıyamet kopuyor ve hemen bir hafta sonra, gene Les Lettres françaises’de PCF’den iki yazar, Rousset’yi sahte kaynaklar icat edip Sovyetlere karşı adî bir saldırıya girişmekle suçluyor. Kravçenko gibi Rousset de buna karşı hakaret ve iftira dâvâsı açıyor. Lâkin bu sefer işler PCF’nin umduğu gibi gitmiyor. Bir kere Rousset de eski bir sosyalist, bir ara Troçkist, Mukavemet kahramanı, her nasılsa Buchenwald ve Neuengamme kamplarından sağ çıkmış bir mazlum. İkincisi, kendi gibi çok saygın tanıklar buluyor. Örneğin Margarete Buber-Neumann, gerek Sovyet kamplarında, gerekse Molotov-Ribbentrop Paktı gereği 1940’ta SSCB’den Nazilere iade edildikten sonra Ravensbrück’te neler çektiğini dramatik ve karşılaştırmalı bir şekilde anlatıyor. Sonuçta Rousset hem dâvâyı kazanıyor, hem de o neslin bilincini biraz olsun sarsmayı başarıyor. Ocak 1950’deki hükmün ardından, daha önce hep susmuş ve Kravçenko’ya karşı tavır almış olan Merleau-Ponty, “olguların Rusya’daki sistem hakkında soru işaretleri doğurduğunu” itiraf ediyor. Simone de Beauvoir ise ünlü Les Mandarins romanına alelacele bir kamplar tartışması eklerken kronolojiyle de oynayarak, Sartre ve çevresinin bunları daha 1946’da bildiği gibi bir savunma barikatı kurmaya çalışıyor.

Kıssadan hisse, gerçekler inatçıdır. Bir zamanlar komünizmi eleştirenlere yalancı diye bağırılıyordu (bağırıyorduk): şimdi radikal Kürt milliyetçiliği kendini eleştiren herkese yalancı diye bağırıyor. Bir zamanlar anti-anti-komünist olmaya çağrılıyorduk, şimdiyse anti-anti-Kürt olmaya. Önceki dogmatizm ve fanatizmler gibi, böyle giderse bunun da sonu iyi olmayacak.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Yazarlar